Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Aşkın Mitolojik Yolculuğu

Aşkın Mitolojik Yolculuğu

İnsanlık tarihi boyunca, mitolojiler ile aşkın karmaşıklığına ve çeşitliliğine dair dokunaklı hikayeler sunmuştur. Farklı kültürlerdeki tanrılar, tanrıçalar, kahramanlar ve ölümlüler arasındaki aşk hikayeleri, sadece tutkulu duyguların ifadesi değil, aynı zamanda insan doğasının ve evrenin gizemlerinin de bir yansımasıdır. Örneğin, Yunan mitolojisinde, Afrodit ve Eros, aşk ve tutkunun tanrı ve tanrıçasıdır. Eros, okları ile insanların kalbine aşkı vurur. Afrodit ise güzellik ve şehvetin tanrıçasıdır. Bu iki karakterin hikayeleri, aşkın hem olumlu hem de olumsuz yönlerini tasvir eder. Ayrıca, Yunan mitolojisinde, Psiche ve Eros’un hikayesi, aşkın gücünü ve karmaşıklığını anlatır. Bu hikayeler ile aşkın tanrıları bile yenebileceğini derin trajedilere sürükleyebileceğini bazen de sonsuz bir mutluluğa götürebileceğini gösterir. Aşkın insan doğası ve evren üzerine nasıl etkiler bırakabileceğini keşfetmek için Yunan mitolojisinden birkaç aşk hikayesini analiz edelim.

Eros ve Psyche Aşkı

Aşk ve Ruh (Cupid and Psyche), Antonio Canova, 1793

Aşkın gücü ve karmaşıklığı, insan doğasının karmaşıklığına ve ilişkilerin karmaşıklığına dayanır. Bu duygu, insanların en yüksek zirvelerine çıkmasını sağlayabilirken, aynı zamanda en derin dip noktalarına da sürükleyebilir. Aşk, hayatın ta kendisinde bir serüven, bir öğrenme süreci ve insanların kendilerini keşfetmeleri için bir fırsat olabilir. Bu hikayede de zorluklarla yoğrulan ve kazanılan bir aşk hikayesidir. Yunan mitolojisinde Eros, elinde oku ile vurduğu ölümlü veya ölümsüz herkes ilk gördüğü kişiye aşık oluverir. Tutkulu aşkın da sembolüdür Eros. Hikaye, Psyche adındaki bir prensesin eşsiz güzelliğiyle başlar.

Psyche, Miletos kralının en genç kızı olarak doğar ve güzellikte tanrıça Aphrodite’nin öfkesini üzerine çeker. Aphrodite aşk tanrısı Eros’a, Psyche’yi bir dağın zirvesine bırakıp, onu bir ejderha ile evlendirmesini emreder. Ancak işler planlandığı gibi gitmez. Eros, Psyche’yi gördüğü an, derin bir aşkın pençesine düşer. Annesinin emrine karşı gelerek Psyche’yi bir saraya getirir ve geceleri gizlice onu ziyaret eder.

Ancak, Eros, sevgilisinin kendisini görmemesi gerektiğini sürekli ona hatırlatır. Merak ve aşkın gücüyle dolan Psyche, bir gece kandili yakarak sevgilisinin yüzünü görür. Kandildeki sıcak yağ, Eros’un omzunu yakarak onu uyandırır ve Eros kanatlarıyla oradan uzaklaşır.

Uzun bir ayrılığın ardından, Aphrodite’nin kalbinde bir miktar merhamet uyanır. İki sevgilinin bir araya gelmesi için şartlarını öne sürer. Psyche’yi bir dizi zorluğun ve görevin üstesinden gelmeye zorlar. Psyche, kararlılıkla ve cesaretle bu zorlu görevleri başarıyla tamamlar. Sonunda, güzel prenses, sevgilisi Eros’a kavuşmayı başarır. Tanrılar, Psyche’nin gösterdiği sebat ve cesaret karşısında etkilenirler ve ona ölümsüzlük bahşederler.

Göklerin Cupido’su şanlı ve yetenekli oğul
Sevgili Psykhe’sini tutar kendinden geçerek,
Oradan oraya gezdikten sonra,
Tanrılar sonunda rıza gösterir,
Ve onu ebedi gelini yapar,
Onun güzel ve temiz karnından
İki mutlu ikiz doğar: Gençlik ve Neşe,
Jove’nin söz verdiği gibi.
(Milton, Comus)

Raphael ve atölyesi tarafından yapılan Aşk Tanrısı ve Psyche'nin Düğün Ziyafeti (1517), Loggia di Psiche, Villa Farnesina'dan
Raphael ve atölyesi tarafından yapılan Aşk Tanrısı ve Psyche’nin Düğün Ziyafeti (1517), Loggia di Psiche, Villa Farnesina’dan

Bu aşk hikayesi, zorluklara meydan okuma, fedakarlık ve kararlılıkla aşılan engellerin ödüllendirilmesi üzerine dokunaklı bir masal olarak kalmıştır. Psyche’nin öyküsü, aşkın gücü ve insanın içsel gücüne olan inancın bir yansımasıdır (Hamilton, 2002, s.64 –69).2

Psikoloji literatüründe, Psyche; tüm canlıları harekete geçiren yaşam ve tinsellik ilkesini, yani ruhu temsil eden bir kavramdır. Bu bağlamda, psikoloji uzun bir süre boyunca ‘Psikhe’nin bilimi’ olarak adlandırılmıştır. Carl Jung gibi düşünürler, psike kavramını kişiliğin bütününü ifade eden bir terim olarak kullanmışlardır. Jung’a göre, psike, bilinçli veya bilinçdışı olarak, duygu ve davranışları içermektedir. Bu, bireyin anlayış, düşünce ve duygusal deneyimlerini kapsayan geniş bir perspektife işaret etmektedir (Yan- bastı, 1996, s.54).3

Aphrodite ve Adonis 

Aphrodite’nin doğuşu konusunda farklı efsaneler bulunsa da en yaygın olanlarından biri, Kronos’un babası Uranüs’ü hadım ettiği zaman ortaya çıkan kan ve deniz köpüğü karışımından doğduğu şeklindeki hikayedir. Bu olay, güzellik ve aşkın doğuşunu simgeler. Aphrodite’nin en sık bulunduğunun bahsedildiği yer Kıbrıs’tır. Bu adada doğduğuna inanılır ve Kıbrıs, onun ana kutsal yerlerinden biridir. Denizle sıkça ilişkilendirilmesi, doğanın güzellikleriyle ve aşkla özdeşleştirilmesiyle de uyumludur.

Sandro Botticelli: Venüs’ün Doğuşu, Denizden yetişkin bir kadın olarak çıkan tanrıça Venüs’ün deniz kıyısına varışını betimler. Üzerinde durduğu deniz kabuğu, klasik antik çağda kadın vulvasının sembolüydü. Kısmen Afrodit’in antik Yunan mermer heykeli Venus de’ Medici’ye dayandığı düşünülmektedir. 1485.

“Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:
Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız,
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti.
Orda karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar
Bir köpükten doğmuş olduğu için,
Güzel çelenkli Kythera’lı da dediler ona
O adanın kıyılarına uğradığı için,
Kıbrıslı da derler orda sulardan çıktığı için,
Philomedeia da derler hayalardan türedi diye.” 
(Hesiodos, Theog., 190-200).4

Suriye kralı Theias ya da Kıbrıs kralı Kinyras’ın kızı Myrrha adında bir genç kız vardı. Bu genç kız, tanrıça Aphrodite’in lanetine uğradı. Babasına tutulan Myrrha, onunla birlikte olma isteğini bastıramayarak dadısının düzenlediği bir entrika sonucu babasının yatağına girdi. On iki gece boyunca babasıyla birlikte oldu, ve bu süreçte gebe kaldı. Ancak son gecede babası, yatan kadının kendi kızı olduğunu fark etti. Bu korkunç günahı temizlemek için kızını öldürmeye kalkıştı, ancak tanrılar ona acıdı ve Myrrha’yı kurtarmak için onu bir mersin ağacına dönüştürdüler.

Bernard Picart – Adonis’in Doğuşu

Yaklaşık on ay sonra, ağacın kabuğu çatladı ve içinden dünya güzeli bir bebek çıktı. Aphrodite, çocuğa olan ilgisinden dolayı onu büyütmek üzere yeraltı tanrıçası Persephone’ye teslim etti. Ancak Persephone, Adonis adını verdikleri çocuğa âşık oldu ve onu geri vermeyi reddetti. Tanrıçalar arasında çıkan anlaşmazlık sonucunda Zeus, Adonis’in yılın dört ayını Persephone’nin, dört ayını da Aphrodite’nin yanında geçirmesine ve geri kalan süreyi istediği yerde yaşamasına karar verdi.

Adonis, sekiz ayı Aphrodite’nin yanında geçirmeyi seçti ve bu durum diğer tanrıları kıskandırdı. Bu kıskançlık sonucunda Adonis’e bir yaban domuzu saldırıldı ve kasığından yaralandı. Kan kaybından ölen Adonis’in kanı toprağa damladı ve Manisa lalesi gibi bahar çiçeklerini meydana getirdi. Aynı sırada, Aphrodite de sevgilisine yardım etmeye çalışırken ayağına bir diken battı, bu dikenin yarattığı sıyrıktan akan kan damlası ise beyaz gülü kırmızıya boyadı.

Adonis’in Ölümü

Suriye’de, Adonis’e özellikle kadınlar tapıyorlardı. Yılda bir kez düzenledikleri bahar bayramlarında tohumlarını saksılara ve sepetlere eker, onları sıcak su ile sularlardı. Hızla büyüyen bitkiler kısa sürede solup ölürdü. Bu çiçeklerin karşısında kadınlar yas tutar ve “O ton Odonin” (Vah Adonis!) çığlıklarıyla dövünürlerdi. Adonis’in kışın yeraltında gizlendiği, baharla birlikte yeryüzüne döndüğü ve aşkın cümbüşü içinde büyüdüğü bitkisel varlığı temsil eden bu ritüel, doğanın döngüsünü yansıtan bir mitolojik anlatıya dönüşmüştür.4

Hades ve Persephone

Hades ve Persephone, Yunan mitolojisindeki önemli karakterlerdir ve efsaneleri yaşam, ölüm ve yeniden doğuşun döngüsünü anlatır.

Hades (sağda) ve Persephone (solda). Bir Attika kırmızı figürlü amforadan detay, MÖ 470 civarı. İtalya’dan

Yunan mitolojisine göre, Hades yeraltındaki ölülerin ve hayaletlerin tanrısıdır ve aynı zamanda Zeus’un kardeşidir. Sonraları, yeraltı dünyasına da bu tanrının adı verilmiştir. Heseidos, Hades için şöyle der; “Güçlü Hades, perin altında oturan ve yüreği acımak nedir bilmeye Tanrı…’’

Demeter’in de yatağına girdi Zeus,
Canlıları doyuran Tarlalar tanrıçasının.
Ak kollu Persephone’yi doğurdu Demeter,
Yer altı tanrısı Aidoneus
Kaçırdı onu anasının koynundan
Ve bilge Zeus bıraktı kızını ona. (Heseidos, 910)

Persephone’un Kaçırılması

Persephone, bir gün arkadaşlarıyla birlikte çiçek toplamaya giderken bir nergis görür ve onu koparmak için uzaklaşır. Tam o sırada yeraltı tanrısı Hades, siyah atlarının çektiği arabasıyla ortaya çıkar ve Persephone’u zorla arabasına bindirip kaçırır.

Şimdi büyük Demeter’i söylüyorum
Güzel saçlarından,
Ve kızı Persephone’nin
Güzel ayakların,
Zeus’un Hades’ten koparıp aldığı
Annesinin hasadından
Ve arkadaşlar ve çiçekler-
Özellikle de Narcissus,
Kızı baştan çıkarmak için Gaia tarafından yetiştirildi
Kasvetli olan Hades’e bir iyilik olarak.
Bu çiçek
Herkesi hayrete düşürdü,
Kimin yüz tomurcuğu yaptı
Gökyüzünün kendisi gülümsedi.
Kız elini uzattığında
Böyle bir güzelliği koparmak için,
Yeryüzü açıldı
Ve Hades patladı.
Kronos’un oğlu,
Onu kim zorla aldı?
Altın arabasında,
Bu kadar çok kişinin
Gitmemek için uzun süre.
Persephone çığlık attı,
Babasına seslendi,
Her şeye gücü yeten ve yüce.
Ama Zeus buna izin vermişti.
Bir tapınakta oturuyordu.
Hiçbir şey duymuyorum,
Kurbanların kabul edilmesi
Yalvaran adamlar. (Homeros)

Persephone, yeraltına inerken sesi gözyaşlarıyla dağlardan ve denizlerden yankılanır. Bu yankıları duyan annesi Demeter, dağları tepeleri aşarak kızını arar, ancak Persephone’u bulamaz. Dokuz gün boyunca kızını arayan Demeter, Güneş’in yanına gider ve gerçeği öğrenir: Persephone, yeraltında ölü gölgeler arasındadır. Demeter bu habere çok üzülür ve Olimpos’tan ayrılarak yeryüzünde yaşamaya başlar. İnsanlarla karşılaşır ve kendine bir tapınak yapar, orada yaşamını sürdürür. Kızının kaybolmasından perişan olan Demeter, görevlerini ihmal eder ve bu da toprakta kıtlığa yol açar. Tanrıların kralı ve Persephone’nin babası Zeus, Hades ile bir anlaşma yapar. Yeraltında nar tohumu yemiş olan Persephone’nin yılın bir kısmını yeraltında, kalan kısmını ise annesiyle yeryüzünde geçirmesine karar verilir. 5

Nar figürü ile Persephone, 1874

Persephone’nin yeraltına inişi ve yeryüzüne dönüşü, mevsimlerin döngüsünü anlatır. Kış ölümü, ilkbahar ise yeniden doğuşu sembolize eder. Bu hikaye, sadece mevsimlerin değişimini açıklamakla kalmaz, aynı zamanda yaşam ile ölüm arasındaki ilişkiyi de işleyerek yeni bir mitoloji yaratır. Persephone, ölülerin kraliçesi olmasının yanı sıra, baharın gelmesiyle birlikte yeni yaşamın Dünya’ya başlamasını sağlayan bir figürdür.

Orpheus ve Eurydice

Orpheus ve Eurydice’in hikayesi, diğer tüm mitolojik öykülerden farklı olarak, tek bir anlatı olmaktan çok sonsuzluğa uzanan ölümsüz bir mitolojik hikayedir. Aşkın, ayrılığı kabul edememenin, içe bakmanın, kendini tanımanın, arafta kalmanın ve en önemlisi hatırlamanın hikayesidir…

Yunan mitolojisinin ünlü Orpheus efsanesine göre, Kral Oiagros (veya bazı versiyonlara göre tanrı Apollon ile Homeros’un ilham perisi olan Kalliope’nin oğlu Orpheus), büyüleyici lir çalma yeteneğine sahip bir yarı-tanrıdır. Orpheus’un müziği, dinleyen her canlıyı etkisi altına alır; hayvanlar sessizleşir, ağaçlar bile dans etmeye başlar. Müziği o kadar güzeldir ki, kayaları bile ağlatabilir.

Hayvanları büyüleyen Orpheus, Lazarus van der Borcht, 1634.

Orpheus, güzelliğiyle ünlü orman perisi Eurydice’e aşık olur ve onunla evlenir. Ancak bir gün, Eurydice ormanda meyve toplarken, bir satir ona saldırır ve korkudan kaçarken zehirli yılanların olduğu bir çukura düşer, burada ısırılarak ölür.

Niccolo dell’Abbate, Eurydice’nin Ölümü, 1552-71.

Orpheus, sevgilisinin ölümüne dayanamaz ve onu geri getirmeye karar verir. Lirini yanına alarak yeraltının kapısına ulaşan Orpheus, Hades’e yalvarır. Müziğiyle Hades’i ve karısı Persephone’yi o kadar etkiler ki, Eurydice’yi geri vermeyi kabul ederler.

Orpheus Yeraltı Dünyasında (Ambrosius Francken the Elder, yaklaşık 1600?,)

Ancak bir koşul vardır: Orpheus, yeraltından çıkarken Eurydice’ye asla bakmamalıdır. Bakarsa, Eurydice sonsuza kadar kaybolacaktır. Orpheus, Eurydice’yi takip etmeye başlar. Yeraltı dünyasından çıkmak üzereyken, merakına yenik düşer ve arkasına bakar. Eurydice anında kaybolur.

Perişan bir halde yeryüzüne dönen Orpheus, kaybettiği Eurydice için yas tutar ve müziğiyle acısını dile getirir. O kadar hüzünlüdür ki, doğa bile ona ağlar. Orpheus, Eurydice’yi kaybetmenin acısıyla geri kalan yaşamını geçirir. Sonunda, Trakyalı kadınlar tarafından öldürülür ve ruhu Eurydice’ye kavuşmak için yeniden yeraltı dünyasına döner.

Orpheus ve Bacchantes (Gregorio Lazzarini, 1710 civarı,)

“Bazı şeyler asla unutulmaz… Çünkü önlemler alınır, asla gitmemeleri için; bir resim, bir şiir veya son bir bakış aracılığıyla geri dönmesi arzulanır, aslında hiç gitmemişlerdir, sadece içimizde hapsolmuşlardır… Başka bir deyişle, gönderilmek istenmeyen her zaman hatırlanır. Farklı zamanlarda, farklı yönlerde, eksik veya fazla hatırlansa da, yine de hatırlanır… Orpheus, sevgilisini hatırlamak için önlem almıştı; Eurydice’i bir kez daha görmek için tek bir bakış bile yeterli olurdu, çünkü o son bakış, Orpheus’un belleğine sonsuza kadar kazınmıştı…”

Orpheus, Eurydice’i Yeraltı Dünyasından Çıkarırken, Jean Baptiste Camille Corot, 1861, Houston Güzel Sanatlar Müzesi, Google Arts and Culture aracılığıyla (solda); Orpheus ve Eurydice, Carl Goos, 1826, Danimarka Ulusal Galerisi (sağda).

Bu acıklı aşk hikayesi sanatçılara ilham olmuş üzerine şiirler şarkılar bestelenmiş oyunlar oynanmıştır. Böylelikle sonsuza kadar zihinlerde birlikte yaşayabileceklerdir.7

Apollo ve Daphne

Apollon, Zeus’un oğlu olup, olağanüstü yakışıklılığı, uzun boyluluğu ve dikkat çekici yetenekleriyle bilinen, kehanetlerde bulunan ve ışık ile aydınlığı temsil eden tanrıdır. Daphne ise Peneus Nehri tanrısının kızıdır ve güzelliğiyle tanınan bir peridir.

Eskiden çok eskiden yeryüzünde
Güzelliği dillere destan
Bir su perisi vardı adı Defne
Upuzun saçları altın sarısıydı
Dolaşırdı kuytu ormanlarda bütün gün
Defne ırmak tanrısının kızıydı (Anday’dan aktaran Erhat 1978, s. 88)

Apollon dağlarda dolaştığı sırada Eros’un oklarıyla dalga geçer Eros da buna sinirlenerek şu cevabı verir: “Senin okların her şeyi vuruyor olabilir, Apollon, ama benimkiler seni vuracak.” Parnassus Dağı’nın zirvesine çıkan Eros, özenle yapılmış iki ok çıkarır sadağından. Bu oklardan biri aşkı alevlendirme gücüne sahiptir, diğeri ise aşkı yok etme amacıyla kullanılırdı. Birinci ok altından yapılmıştı ve sivri uca sahipti, ikinci ok ise kurşundan yapılmış ve ucu kör idi. Kurşun ok, nehir tanrısı Peneus’un kızı Daphne’yi hedef alırken, altın ok Apollon’un kalbini hedef aldı.

Peter Paul Rubens – Apollo ve Piton, 1636-1637

Bu anın hemen ardından Apollon, Daphne’ye karşı aşkla yanarken ancak kız ise aşka karşı tamamen nefret duymaktadır. Aşık olan Apollon Daphne’yi kovalamaya başlar. Apollon haykırır aşk ile;

“Kaçma seni seviyorum”

“Ya benimsin ya toprağınsın”

Waterhouse’dan Apollo ve Daphne, 1908

Tavşan kovalayan hırslı bir tazı
Gibi düştü Defne’nin peşine
“Ben de yılmadan kovalayacağım
Büyülediğin kimmiş öğren
Ben ne bir dağlı ne bir çobanım
Oklarından sakınılmaz tanrıyım
Koca Zeus’tur babam
Geçmişi, bugünü, geleceği
Benimle bildi herkes, benimle bilir
Saz tellerine ben verdim seslerini
İlaçlar yaptım yabanıl otlardan
Ama bana çare değil şimdi hiçbiri
Kimden kaçıyorsun öyle sen
Asıl sensin benim avcım
Beni sen vurdun can evimden” (Anday’dan aktaran Erhat 1978, s. 89)

O kaçtıkça Apollon içinde alevlenen aşkla sürdürür kovalamayı. Daphne, güçsüzlük içinde ve artık pes etmeye hazırlanır. Nehir tanrısı olan babası Peneus’a seslenerek, “Yardım et Peneus! Toprak yarılsın, içine alsın beni ya da değiştir şu şeklimi ki tehlike artık uğramasın bana!” diye yalvarır. Vücudu aniden sertleşmeye başlar zorlukla konuşabilir. Göğsünde kabuklar oluşur, saçları yapraklara, kolları ise dallara dönüşür. Ayakları kök gibi hızla toprağa sabitlenir. Yüzü, ağacın tepesine dönüşmüş, eski halinden güzelliği dışında hiçbir şey kalmamıştır. Apollon ise şaşkınlık içinde olanları izler. Ağacın gövdesine dokunduğunda, taze kabuğun altında hala titreyen bir ten hisseder.

Gücü kalmamıştı artık Defne’nin 
Koşamıyordu kaçamıyordu
Sapsarı, yalvardı babasına
“Cezasını çekiyorum güzelliğimin 

Irmakların gücü de sen gibi tanrısalsa 
Ne yap yap değiştir beni
Başka bir biçime koy baba” 
Yalvarması daha bitmemişti ki 
Bir gevşeklik sardı her yerini 
Örtüldü göğsü yaprakla 
Kolları, saçları dal oluverdi.
Avcı kollarına aldığı zaman
Kalbi çarpıyordu Defne’nin 
Taze yaprakların altından.
Yazık dedi tanrı çok yazık 
(Anday’dan akta ran Erhat 1978, s. 89)

Pollaiuolo’dan Apollo ve Daphne, 1470-1480 civarı (National Gallery, Londra)

Apollon dallara sarılarak ağacı sevgiyle öper. Ancak dallar, onu öptükçe daha da büzülmeye başlıyor. Apollon içindeki aşkla şunları söyler: “Madem karım olamayacaksın,” dedi, “bari ağacım ol. Seni başıma taç yapacağım. Lirimi ve sadağımı seninle donatacağım. Romalı büyük fatihler, görkemli zaferlerinin ardından Capitolium’a çıkarken alınlarını süsleyen çelenkler senden dokunacak. Ve sonsuz gençlik nasıl benimse, sen de her daim ye­şil kalacaksın. Yaprakların solmak nedir bilmeyecek.” 

Apollo and Daphne (Bernini)

O günden itibaren defne ağacı, Apollon’un kutsal sembolü haline geldi ve yaprakları zaferin simgesi olarak kabul edildi. Apollon, o zamandan beri bu ağacın dallarından yaptığı tacı sürekli olarak başında taşıdı. Bu nedenle, Apollon’un tapınaklarında, kahinler ve geleceği görebilme yeteneği olan biliciler, tanrıya ulaşma aracı olarak defne yapraklarını çiğnemişlerdir. Bu gelenek, Apollon tapınaklarının defne ağaçlarıyla çevrili olmasına neden olmuştur.

Pyramus ve Thisbe

Genç ve güzel kız yıkar,
Deler Pyramus’u duymak için duvarı,
Görmek için o dar, inanılmaz yarığı,
ayrılır Kıbrıs’tan Aşk, yola çıkar.
Cesaret edemez ses fısıldar,
geçemez böyle dar bir boğazı,
Ama sevişir o delikte ruhları,
Çünkü kolayca buluşur bütün aşıklar.
Dayanılmaz oldu arzu,
çağırıyor kendi isteği ile ölümü tedbirsiz bakire,
hele bakın şu hikâyeye:
Ah ne tuhaf şey bu!
Öldürüyor, gizliyor, canlandırıyor ikisini de
Bir kılıç, bir mezar, bir hatıra tek hamlede”. (s.558)8

Pyramus, Babil’in en yakışıklı gençlerinden biri olarak bilinirken, Thisbe ise şehrin en güzel kızıydı. Aileleri, bitişikteki evlerde oturuyordu ve bu yakınlık, gençler arasında bir ilişkinin filizlenmesine neden oldu. Zamanla, bu ilişki derin bir aşka dönüştü. İkilinin evlenme istekleri büyüktü, ancak aileleri bu isteğe engel oldu. İki ev arasındaki duvarda, yapı hatasından kaynaklanan bir çatlak vardı ve bu çatlak, kimse fark etmemiş olsa da aşıklar tarafından keşfedilmişti. Bu çatlak, seslerin karşı tarafa geçmesine izin veriyor ve aralarında aşk dolu mesajların iletilmesini sağlıyordu. Gecenin karanlığında, vedalaşma zamanı geldiğinde, kız kendi tarafında, delikanlı ise kendi tarafında dudaklarını çatlak yakınına getirir ve son bir öpücük paylaşırlardı.

Thisbe John William Waterhouse 1909

Bir gece, yeni bir hayata başlamak için kaçmaya karar veren Pyramus ve Thisbe, buluşma yeri olarak şehrin dışındaki büyük bir dut ağacını seçtiler. Ancak Thisbe önce varmıştı ve karanlık bastırmadan önce, yaklaşmakta olan bir aslanı gördü. Korkudan yakındaki bir mağaraya sığındı. Aslan, Thisbe’nin şalını yere düşürdü ve kanlı ağzıyla şalı parçaladı.

Johann Wilhelm Baur, 1641, Gravür.

Şalını bulan Pyramus, sevgilisinin aslan tarafından saldırıya uğradığını düşünerek büyük bir keder ve öfkeye kapıldı. Dut ağacının altına kılıcını saparak intihar etti. Bu sırada mağaradan çıkan Thisbe, sevgilisinin cansız bedenini kanlar içinde görünce derin bir acıya kapıldı. Pyramus’un yanına koşup onun acısını paylaşmak için aynı kılıcı kendi kalbine sapladı.

‘Ey bizim kederli ailelerimiz, bu son ortak arzumuza karşı gelmeyin. Aşk ve ölüm bizi birleştirdi, mezarımız da tek olsun. Ve sen ey ağaç, bu kıyımın izlerini sakın kaybetme. Meyvelerin kanımızın anısını hep taşısın…’

Pyramus ve Thisbe Andreas Nesselthaler 1795

Aşıkların kanları dut ağacının köklerine damladı ve meyvelerini siyah renge boyadı. Pyramus ve Thisbe’nin trajik aşk hikayesi ve ölümleri, bu şekilde ölümsüzleşti. Bu yüzden karadut meyveleri hala kan renginde bir iz taşır.

Bütün bu yaşananlara şahit olan tanrılar, Pyramus’un kanını dut meyvesine, Thisbe’nin gözyaşlarını da dut ağacının yapraklarına verirler. Karadutun o günden sonra lekesini sadece kendi yaprağı silebilmiş. “Ancak ölüm ayırabilirdi bizi oysa şimdi o birleştirecek” diyen Thisbe ve ölümlerinin zaferi olacağını söyleyen Romeo ve Juliet… “Ölümleri olur zaferleri öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.”

Ekho ve Narkissos

Narcissus, Yunan mitolojisinde suya yansıyan kendi görüntüsüne aşık olarak, bu aşkı yüzünden ölüp nergize dönüşen bir genç hakkındaki öyküdür (Hamilton, 2002:60-62)10. Aynı zamanda karşılıksız aşkın da hikayesidir. Ekho, güzel sesiyle tanınan bir orman perisiydi. Bir gün, ormanda avlanan çekici bir genç olan Narkissos’un dikkatini çekti. Ancak Narkissos’un kibirliliği ve ilgisizliği, Ekho’nun kalbini kırdı. Ekho, Narkissos’a aşık oldu ve onu etkilemek için sesiyle çabaladı. Ancak Narkissos, Ekho’ya ilgi göstermedi ve onu görmezden geldi.

Bu mite göre, Narcissus’un uzun ömürlü olması için kendisini asla görmemesi gerekir. On altı yaşına geldiğinde o kadar çekici ve güzel olur ki gören herkes ona âşık olur. Narcissus, bu hayranlık karşısında kimseyi kabul etmez. Bir gün, Echo adında bir peri Narcissus’u görür ve ona âşık olur. Ancak, Echo’nun aşkı karşılık bulamaz. Echo’nun Narcissus’a olan sevgisi, sadece bir yankı olarak kendisine geri döner. Zamanla Echo, bu sebepten dolayı üzüntüden zayıflar.

Talbot Hughes’in 1900’de çizdiği Ekho tablosu.

Bir gün, Narcissus avlanırken yorulur ve berrak, sessiz ve güzel bir pınarın kenarına oturur. Sıcaktan bunalan Narcissus, su içmek için pınara eğildiğinde kendi yansımasını görür ve ona âşık olur. Günlerce pınarın başında kendi yansımasını izler. Uzaktan Narcissus’un sağlığının sağlığının günden güne eridiğini gören Echo, bu duruma çok üzülür. Mitolojiye göre kehanet gerçekleşir ve Narcissus, kendi yansımasına âşık olduğu için hayatını kaybeder.

John William Waterhouse: Echo ve Narcissus, 1903.

Bu durumu gören ve Narcissus’a acıyan periler, onun bedenini yakmak için odun toplamak üzere giderler. Ancak geri döndüklerinde Narcissus’un vücudunun yerine bir çiçek bulurlar. Bu şekilde, onun bedeni, günümüzde Nergiz olarak bilinen Narcissus çiçeğine dönüşmüştür.

Echo ve Narcissus, Echo ve Narcissus’un Cupid ve oklarıyla birlikte tasviri. (Nicolas Poussin, 1630, Louvre Müzesi, Paris)

Bu mitos, insanların kibir ve duyarsızlıkla kendilerine zarar verebilecek güçlü duygulara sahip olabileceklerini vurgular. Ayrıca, reddedilmiş aşkın ve incinmiş kalplerin nasıl trajik sonuçlara yol açabileceğini gösterir.

derin dip noktalarına da sürükleyebilir. Aşk, hayatın ta kendisinde bir serüven, bir öğrenme süreci ve insanların kendilerini keşfetmeleri için bir fırsat olabilir. Bu hikayede de zorluklarla yoğrulan ve kazanılan bir aşk hikayesidir. Yunan mitolojisinde Eros, elinde oku ile vurduğu ölümlü veya ölümsüz herkes ilk gördüğü kişiye aşık oluverir. Tutkulu aşkın da sembolüdür Eros. Hikaye, Psyche adındaki bir prensesin eşsiz güzelliğiyle başlar.

Psyche, Miletos kralının en genç kızı olarak doğar ve güzellikte tanrıça Aphrodite’nin öfkesini üzerine çeker. Aphrodite aşk tanrısı Eros’a, Psyche’yi bir dağın zirvesine bırakıp, onu bir ejderha ile evlendirmesini emreder. Ancak işler planlandığı gibi gitmez. Eros, Psyche’yi gördüğü an, derin bir aşkın pençesine düşer. Annesinin emrine karşı gelerek Psyche’yi bir saraya getirir ve geceleri gizlice onu ziyaret eder.

Ancak, Eros, sevgilisinin kendisini görmemesi gerektiğini sürekli ona hatırlatır. Merak ve aşkın gücüyle dolan Psyche, bir gece kandili yakarak sevgilisinin yüzünü görür. Kandildeki sıcak yağ, Eros’un omzunu yakarak onu uyandırır ve Eros kanatlarıyla oradan uzaklaşır.

Uzun bir ayrılığın ardından, Aphrodite’nin kalbinde bir miktar merhamet uyanır. İki sevgilinin bir araya gelmesi için şartlarını öne sürer. Psyche’yi bir dizi zorluğun ve görevin üstesinden gelmeye zorlar. Psyche, kararlılıkla ve cesaretle bu zorlu görevleri başarıyla tamamlar. Sonunda, güzel prenses, sevgilisi Eros’a kavuşmayı başarır. Tanrılar, Psyche’nin gösterdiği sebat ve cesaret karşısında etkilenirler ve ona ölümsüzlük bahşederler.

Göklerin Cupido’su şanlı ve yetenekli oğul
Sevgili Psykhe’sini tutar kendinden geçerek,
Oradan oraya gezdikten sonra,
Tanrılar sonunda rıza gösterir,
Ve onu ebedi gelini yapar,
Onun güzel ve temiz karnından
İki mutlu ikiz doğar: Gençlik ve Neşe,
Jove’nin söz verdiği gibi.
(Milton, Comus)

Raphael ve atölyesi tarafından yapılan Aşk Tanrısı ve Psyche’nin Düğün Ziyafeti (1517), Loggia di Psiche, Villa Farnesina’dan

Bu aşk hikayesi, zorluklara meydan okuma, fedakarlık ve kararlılıkla aşılan engellerin ödüllendirilmesi üzerine dokunaklı bir masal olarak kalmıştır. Psyche’nin öyküsü, aşkın gücü ve insanın içsel gücüne olan inancın bir yansımasıdır (Hamilton, 2002, s.64 –69).2

Psikoloji literatüründe, Psyche; tüm canlıları harekete geçiren yaşam ve tinsellik ilkesini, yani ruhu temsil eden bir kavramdır. Bu bağlamda, psikoloji uzun bir süre boyunca ‘Psikhe’nin bilimi’ olarak adlandırılmıştır. Carl Jung gibi düşünürler, psike kavramını kişiliğin bütününü ifade eden bir terim olarak kullanmışlardır. Jung’a göre, psike, bilinçli veya bilinçdışı olarak, duygu ve davranışları içermektedir. Bu, bireyin anlayış, düşünce ve duygusal deneyimlerini kapsayan geniş bir perspektife işaret etmektedir (Yan- bastı, 1996, s.54).

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir