Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Bilişim ve Teknoloji
  4. »
  5. Filozofların Estetik Felsefesi Anlayışları

Filozofların Estetik Felsefesi Anlayışları

Estetik kelimesi Yunanca ‘‘aisthesis” kelimesinden gelmekte ve “duyu”, “duygu” ve “algı” kavramıyla çokça ilişkilendirilmektedir. Genel olarak estetik, duyularımız ile algıladığımız güzeli ele alan bir kavramdır. Sanatsal yaratıcılık ile insanda güzel duyguyu yaratandır. Kant Trasendal Estetik başlığı altında incelediği bu kavramı duyu bilimi ve algılar öğretisi olarak değerlendirirken kavramdan, güzel ve hoş olanın algısı olarak da bahseder. Estetik, algılarımızın ve bilinç duyarlılığımızın a priori bir oluşumudur. Estetik sadece sanatsal ürünün güzelliği ile ilgili değil, doğada var olan genel güzellik kavramıyla alakalıdır.

Etimolojik olarak estetik terimini 18. yüzyılda ilk olarak Baumgarten kullanmıştır. Kendisi basitçe estetiği duyusal bilginin bilimi olarak nitelendirmiştir. Estetik; ahlak, ontoloji, epistemoloji ve tarih gibi konulara da değindiği için bu alanlarla birlikte ele alınan bir felsefe dalıdır. Güzel olanı değerlendirirken güzel olan öz ve ruhta bu alana dahildir. Güzel öz ve ruh konularına Platon’dan beri değinilse de estetik, Kant ve Hegel’in düşünce yapılarıyla başlı başına felsefenin ele aldığı bir konu olmuştur. Hatta estetik çoğu zaman, sanat felsefesi ile eş değer anlamlarda ele alınmıştır. Sanat felsefesi genel anlamda “sanat” kavramıyla ilgilenen bir düşünce yapısıdır. Ortak noktalara değinilse de bu iki alan birbirinin eş anlamlısı değildir. Sanat eleştirisi, her ne kadar genel anlamda sanat ürününü estetik bağlamında incelese de estetik kavramını temsil etmez; onun öğretilerini kullanır.

Kant

18. yüzyılın felsefi düşünce sistemi ile Kant’ın yaptığı çalışmalar estetik kavramına özerk bir anlam katmıştır. Kant, estetiğin dogmatik bir tavrının olmadığını ve evrensel olduğunu ileri sürmüştür.

“Kavrama dayanmadan evrensel olarak hoşa giden şey güzeldir.”

Kant aynı zamanda estetiğin çıkarsamada bulunmadığını ile sürmüş ve bu yönüyle onu ahlak felsefesinden ayrı bir kefeye koymuştur. Kısaca Kant estetiğin uğraşını bireylerde güzellik duygusunu oluşturan öz’ün ne olduğunu anlamaya çalışma durumu olarak belirlemiştir. Bunun yanı sıra kendisi estetiğin ana öğelerini de ortaya atmış ve tanımlamaya çalışmıştır:

  • Estetik Özne: Estetik özne estetiği algılayan varlıktır. Olgularda güzel olanı deneyimleyerek estetik haz elde edendir. Öznenin güzel olana karşı etkisi kendisini var eden bilgi, gelenek, tecrübe ve algılarla alakalıdır. Kant’a göre, estetik yaşantının temel öğesi beğeni yargılarıdır ve yargı yetisi ancak ussal, düşünen varlıklarda bulunabilir. O halde estetiğin temel öğesi aslında onu alımlayan öznedir. Alımlama sürecinde estetik gizini açığa çıkararak var olur.
  • Estetik Nesne: Bu başlık estetik kuramcıları arasında tartışma yaratmıştır. Zira nesne hem maddi olarak var olan hem de manevi ve düşsel olarak nesne karşısındaki algılardır. Güzel olanın nesnel boyutu hakkında getirilen yorum ise estetik nesneyi oluşturmaktadır. Kuramcıların yönelimi her ne kadar estetik nesneyi maddesel bir nesne olarak ele almak olduysa da onun insan zihninden bağımsız olmayışı bu maddiyatın düşünsel bağ ile anlam kazandığını göstermektedir.
  • Estetik Yaşantı: Kant’ın bu konuda öne sürdüğü en önemli nokta ‘estetik’ olgusunun çıkarsız olarak var oluşudur. Bu durum estetiği ahlak gibi diğer alanlardan ayrı tutan en önemli noktadır. Estetik bir merak gidermek veya bir araç olarak kullanılmak için var olmaz. İyi – kötü, doğru – yanlış durumları estetik için geçerli değildir. Estetik bir nevi insanın iradesinden bağımsızdır. Estetik yaşantı, birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir: Estetik nesne duyusaldır; görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir; Estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil, bir anlam içerdiği, bir değer taşıdığı için de insanı ilgilendirir.

Estetik yaşantıya basit ve genel bir tanım olarak şunu yapabiliriz:

Estetik yaşam sanattan ve sanat eserinden alınan haz ve güzele odaklanmaktır. Gündelik yaşamdaki sanat harici elde edilen beğeniyi, güzeli ve hazzı sanat eserinden elde edilen ile ayrı tutmak gerekir. Estetik yaşantı tam olarak bu ayrıma odaklanır.

Hegel

Hegel, Kant’ın aksine estetik kavramını genel olarak sanat felsefesi ile ilişkilendirmiştir. Hegel’in felsefesine göre sanat evrensel estetik olarak bir ifade şeklidir. O halde estetik, sanatı var eden olgudur. Bu sebepten dolayı Hegel estetiği sanat felsefesinden net çizgilerle ayırmamış, onu sanatın içinde ele almıştır. Hegel sanatı; klasik, romantik ve simgesel olarak üç aşamaya ayırır:

  • Simgesel Sanat: Hegel burada maddesel biçimin, düşsel içeriği yansıtamadığını ileri atmıştır. Burada sanat fazlasıyla simgeseldir. Sanat bir içeriğin maddi gerçek olarak algılanmasını sağlamalıdır. Bunu semboller yoluyla gerçekleşir o halde sanat icra edebilmenin ilk aşamasıdır. O halde Hegel’in deyimiyle ‘sanatsal hiyerarşi’nin ilk aşamasını sembolik sanat oluşturur. Estetiğin ilk aşaması da sembolik sanatta gerçekleşir. Estetik burada bir sinyal konumundadır. Bireylere bir sinyal olarak kendini ulaştırır. Estetiği algılamak ise bu noktada bireyin algılama kapasitesine bırakılmıştır. Estetik algı sembolik olan sanatta öncelikli değildir.
  • Klasik Sanat: İçerik ve manevi algılarla özümsenen bir süreçtir klasik sanat ve bu süreç içerik ile algı arasında bir uyum sağlamaktadır. Sağlanan bu uyum bu sanat türü için ideal olandır. Estetik ise tam olarak bu uyumu sağlamak için gerekli olandır. Bu sanat türünde ideal olanı elde etmek için estetik bir araç bir anlamlandırma süreci olarak görev üstlenir.
  • Romantik Sanat: Tam anlamıyla burada içerik yani düşünsel ve soyut olan somut olanı bir bütün halinde içine almaktadır. Bu sebepten dolayı sanatı anlayabilmek için biçim burada oldukça yetersizdir. Estetik burada kilit noktayı oluşturmaktadır çünkü estetik sayesinde soyutsal olan içerik dışa vurularak biçimsel olanı aşar ve ondan bağımsız bir anlam oluşturmaya başlar.

Hegel’in güzellik anlayışını ise üçe bölerek şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Sanal yapıtı doğanın bir ürünü değildir, ama insan çabasının bir ürünü, yani bir insan yaratmasıdır.

2- Sanat yapıtı insanın duyumları için yaratılmıştır.

3- Her sanat yapıtının kendinde bir ereği, amacı vardır.

Nietzsche

Her düşünürün kendi ideolojik ve düşünsel anlayışları mevcuttur. Düşünürler bir konuyu ele aldıklarında kendi düşünme biçimleri ile bu konuyu ele alırlar, bu durum tek sesliliğin oluşumunu ve aynılaşmayı önler. Estetik için de bu durum geçerlidir. Düşünürler bu kavramı kendi dönemlerindeki konjonktüre göre ele almış, kendi geliştirdikleri algılama ve düşünme biçimlerine göre ele almışlardır. Nietzsche için de bu durum geçerlidir.

Kendisinin öne sürdüğü “Üst insan” kavramı estetiğin bir nevi metafizik sembolüdür. İnsan, Nietzsche’ye göre erdemli bir ahlak ile dönemin geçerli olan kurallarını normlarını aşarak “Üst insan” haline dönüşür. O halde estetik de yine dönemin anlayışının üstünde bir noktada olmalıdır. Estetik, kişilerin algıladığı kavramdan daha üst konumdadır. O, kendine has bir şekilde dünyada var olanı taklit eder. Böylece o dönemin, o dönemde var olan algılarını sonraki dönemlere aktarmış olur. Estetik tam anlamıyla bir taklit olmasa da icra edildiği süreci bir sonraki döneme aktarabilmenin bir aracıdır. Bunu yapacak olanlar ise (yani estetiği var edecek olanlar) bireylerdir. Bireysel öznellik estetik yaratıcılığı ortaya çıkaracaktır. Zira Nietzsche’nin kendi eserlerini okuduğumuzda kullandığı yazı dilinin şiirsel olması aslında kendisinin öznel düşüncelerini yaratıcı bir şekilde ve bu yaratıcılığı estetik ile elde ederek aktarmasıdır. Aynı zamanda Nietzsche, insan bilgisinin dahi özünde estetik bir yapıya sahip olduğunu söyler.

Brecht

Estetik kuramlarını genel olarak el alan düşünürler bunu soyutsal olarak ele almışlardır. Buna rağmen Bertolt Brecht gibi isimler estetiği pratik sanat icralarında uygulamışlardır. Brecht’in metin yazarı, şair ve tiyatro yönetmeni olması kendi estetik kuramını pratikte de uygulamasına olanak sağlamıştır. Brecht’in yaşadığı dönem bilimin prestijinin arttığı aynı zamanda savaşların yaşandığı, kültürler arası iletişimin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemdir. Bu durumlar şüphesiz Brecht’in estetik anlayışını etkilemiştir. Brescht’in estetik uygulamasını “diyalektik estetik” (kendisinin Marx okumaları bu konu da etkili olmuştur) veya “epik estetik” olarak adlandırabiliriz. Brecht’in estetik anlayışını daha net açıklayabilmek için bunu oluşturan kavramları açıklamak gerekir.

  • Naivete: Gözümüzün önünde olan olayların altında anlamlar ve arkasında sebepler vardır. Nedensellik dediğimiz kavram oluş halinde olan veya zaten olmuş olan olayların oluşunu bir nedene bağlamaktadır. Bu durum Brecht’in estetiğinin temelini oluşturmaktadır. Kısaca buna gerçeğin ardındaki daha gerçek olan diyebiliriz.
  • Mesel Çalışması: Bir yapıtın bir eserin izleyicilere sunulma sürecinin ilk aşamasıdır. Bu çalışma ortaya çıkacak eserin (çoğunlukla tiyatro oyunu) eserin yapım aşamasında bulunacak olan bireyler tarafından ele genel anlamda ele alınıp üzerine fikirler sunulması, fikir alışverişi sürecidir. Ve bu sayede Brecht’in gerçeğin ardındaki daha gerçeğin anlaşılacağını belirtmektedir.
  • Epizotik Anlatım: Eserin seyircinin algısını uyandıracak ve ilgisini çekecek şekilde farklı aşamalar olarak ele alınmasıdır. Bu aşamalar farklı durumları anlatabilir lakin bir bütün olarak ortak noktaya ulaşır.
  • Gestus: Gerçeğin ardında asıl gerçek olanı gösterecek olan davranıştır. Sözlü olarak ifade edilen gerçeğin ardındaki gerçeği davranış ve tutumlarla anlatma durumudur. Bunu sanatçı, seyirciyi özgürleştirerek onunla diyalektiğe girmesi sonucu elde etmelidir.
  • Yabancılaştırma: Sanat eseri gözlemleyicisi ile bir zıtlık durumu içermeli. Kendi yaşantısı ile sanat eseri arasındaki farklılıkları görerek gözlemlediğinin bir sanat eseri olduğunu unutmamaktadır. Bu durum yabancılaştırmadır. Burada amaç izleyicinin estetik yaratıcılığını kullanarak içinde yaşadığı çelişkileri görmesine olanak tanımaktır.
  • Tarihselleştirme: Bu yabancılaştırmanın bir nevi devamıdır. Burada olan ne olursa olsun tarihi olarak ele alınır. Günümüzde geçerli olan sistem tarihsel olarak ele alındığında yabancılaştırma gerçekleştirilir ve yine izleyicide etki yaratmasına neden olur.
  • Anlatımcı Yapı: Seyirci sadece betimlenen sanat eserini gözlemlememelidir. Onu içine bulunduğu durum ile daha net bir şekilde özdeşleştirmek için onu, ona anlatı yaparak aktif bir konuma koyar. Böylece gözlemleyenin konuyu daha net algılaması gerçekleşir.
  • Göstermeci Oyunculuk: Yazdığı üzere oyunculuk ile ilişkili bir durumdur. Buradaki amaç oyuncunun oyuna dalmasını engellemektir. Bu sayede gözlemleyici yine esere yabancılaştırılacaktır. Esere konsantre olmayacak gözlemci esere eleştirel bir yaklaşım ile bakacaktır.

Kısaca Brecht, yukarıdaki yöntemleri kullanarak gözlemleyicinin eseri nesnel bir bakış açısından uzaklaşmış bir biçimde gözlemlemesini sağlayarak eser hakkında verimli yargıya varmasını amaçlamaktadır. İşte bu amaç kendisinin estetik anlayışıdır.

 

Yazan: Mustafa Çeğindir

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir