Meğer “Aşk Makinesi” gerçekten varmış! İşte aşk makinesinin bize romantik seçimlerimiz hakkında öğrettiği gerçekler!
Sinirbilimci Stephanie Cacioppo, hayat boyu mutluluğun sırlarını keşfetmek istedi bunun için beyin kimyasını sırlarını çözmek için bir araç geliştirdi.
Aşk söz konusu olduğunda seçme gücü herhangi bir seçim gibi sıradan olmayacaktır. Çok güçlü bir gücün etkisinde seçimde bulunmak arzusu ile dolarsınız (Cindy Baffour/Unsplash Dergisi, 2022).
Benden önce sadece birkaç araştırmacı aşkı konusunu incelemek için sinirbilimininden yararlanmayı ve metotlarını kullanmayı denemişti. Bunun bir nedeni, Nörölojik olarak Aşkı tarif etmenin son derece zor bir konu olmasıdır. Beynin iki insan arasındaki bağlantıyı kodlama şekli, kolayca keşfedebileceğimiz bir şey değildi, Aşkı ölçmek ya da matematiksel bir denkleme koymak ciddi bilimsel araştırmalar sonucunda gerçekleştirilebilecek bir sonuç olabilir. Çalışmalarım sırasında Kendimi Newton gibi hissettiğim anlar oldu. Adeta açıklanması zor olan yer çekimi kanununu açıklamaya çalışıyordum.
Araştırmam sırasında ilave zorluklar söz konusuydu. Öyle hassas bir sorun vardı ki o da şuydu: Nörobilimci arkadaşlarım aşkın sinirsel temelini keşfetmek konusunda çok şüpheciydiler. Bu kadar zor ve meşakkatli çalışmanın boşa gitmesinden korkuyorlardı. Cenevre’deki fakülte danışmanlarımdan birisi “Aşkın sinirbilimi mi? Lütfen bana bunun bir şaka olduğunu söyle” dedi. Böyle bir konu üzerinde çalışmak ciddi bir “kariyer intiharıdır. Kimse sana fon ayırmaz. Kimse senin yayınlarını yayınlamaz.” Ona göre ciddi düşün, doğru karar al, hata yapma dedi. Sanki romantizmle ilgili hiçbir şey yeterince ciddi ve anlamlı değilmiş gibi davranılıyordu. Kendimi Pamuk şekerin bilimsel eşdeğerini oluşturmaya çalışıyor gibi hissettim. Bana aşkın ciddi bir bilim insanı için fazlasıyla lakayt bir konu olduğunu söylediler.
Hatta bir gün üniversitede danışmanım, “Doktoranızı almak için çok çalışıyorsunuz. Neden bu kadar basit bir konuda ısrarcı olarak bilimsel çalışmalarınızı ve akademik geleceğinizi bir kenara atıyorsun” diye sordu. Cevap çok basitti! Bilimsel merak!
Dürüstçe söylemek gerekirse onun bu tavrı beni şok etti. Kimyada tuz yapma formülü basittir bir miktar sodyum ve bir kısım klorür bir araya getirilir ve tuz yapılır. Kalıcı aşk yapmanın formülü de bu kadar kolay olamaz mıydı? Ve imdadıma entelektüel bir bilim insanı yetişti. Dünya gezegeninde sadece erkekler ve kadınlar olmadığını, Dünya’da uzaylıların da bulunduğunu iddia eden ekonomist Peter Backus’ın fikirlerini ilk duyduğumda keşke onunla daha önce tanışabilseydim dedim.
Akademisyenler arasında aşkı incelemenin değeri konusunda ilk başta bazı tereddütler olsa da popüler basın çalışmalarımı çok çabuk benimsiyordu – özellikle de Sevgililer Günü yaklaşırken! Scientific American ve National Geographic gibi dergilerden röportaj talepleri aldığımda çevrem şok olmuştu. İlk birkaç makaleden sonra meslektaşlarım alaycı bir şekilde benden “Dr. Aşk” diye bahsediyorlardı. Medyada yer alan haberler, kısa sürede araştırmamda kişisel pay sahibi olan lisans öğrencilerinin de dikkatini çekti ve çalışmalarımın kendi tomurcuklanan kampüs aşkları konusunda kendilerine aydınlatıcı bilgi verebileceğini düşündüler.
2006 yılına gelindiğinde, Cenevre, New Hampshire’daki Dartmouth Koleji’ne taşınmıştım, burada dünyaca ünlü sinirbilimciler Scott Grafton ve Michael Gazzaniga ile çalışmalar yapmaya başladık. Psikoloji ve beyin bilimleri bölümlerinde de araştırmalar yapıyorduk. Yeni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir iklim. Beyin tarayıcılarını ve bilgisayarları yerleştirdikleri laboratuvara gidene kadar adeta hayal dünyasında kayboluyordum. Daha sonra uzun saatler çalışıyordum. Bir gün mesai saatinde bir kız öğrenci özel bir istekle kapıma geldi. Yanında bir ya da iki arkadaşı vardı. Çalışmalarımı kütüphaneye astığım el ilanlarından duymuştu. Bana şu soruyu sordu.” Aşk makinenizi kullanabilir miyim? Aşk basit bir şey değildi. Kız konuşurken birçok kadın sosyal bilimciyi düşünmeye başladım. Elaine Hatfield, Ellen Berscheid, Barbara Fredrickson, Lisa Diamond ve Susan Sprecher gibi aşk psikolojisini titizlikle incelemenin yolunu açan öncüleri düşündüm. Ve kıza yardımcı oldum. Sorularını cevapladım.
Patent başvurusunda bu projeye “Belirli Bir Konuda, Bilişsel-Duygusal Durum Tespit Etme Sistem ve Yöntemi” adını verdim. Fakat öğrenciler “Aşk Makinesi”ni çok tuttular. Onların ilgilerini en çok aşk makinesi çekmişti. Bu sebepten projenin ismi Aşk makinesi olarak tanındı. Aşk makinesi öğrencilerin iki potansiyel seçenek arasında karar vermelerine yardımcı olabileceğine inandıkları, 10 dakikalık bilgisayar tabanlı bir testten başka bir şey değildi.
Cenevre’de Huguette gibi hastaları inceledikten sonra, sistematik bir şekilde pozitif duyguların beyindeki gücünü test etmek istedim. Huguette, büyük bir felçten kaynaklanan beyin hasarını yenmek için resim sevgisini kullanmıştı. Bu sevgi ile yapılan çağrışımların, zihnin işlevini ve esnekliğini kelimenin tam anlamıyla nasıl geliştirdiğini müşahede ettim. Birlikte yaptığımız çalışmanın sonuçları gerçekten etkileyiciydi. Ancak nihayetinde yapılan çalışmalar tıbbi bir müdahale değildi. Herhangi bir hastanın vaka öyküsü gibi anekdot niteliğindeydi.
Nöroloji koğuşunda diğer hastaları da gözlemleme şansım oldu. Münferit tedavi yöntemlerinin Beynin bazı genel özelliklerini aydınlatıp aydınlatmadığını görmek istedim. Aşk ve tutku gibi pozitif duygusal uyaranların (örneğin bir spor için) tüm insanlarda beyin fonksiyonlarını iyileştirip iyileştiremeyeceğini merak ediyordum. Tanıdığım sinirbilimcilerin çoğu, ilgilerini duygusal yelpazenin karşı tarafına, yani Karanlık Tarafa odaklamıştı. Cenevre’deki bazı meslektaşlarım da dahil olmak üzere, olumsuz uyaranların belirli beyin bölgelerinin reaksiyon sürelerini nasıl hızlandırdığına dair pek çok araştırma yaptılar. Hastalara, insanların bilinçli olarak kaydedemeyeceği, sadece tehditlere karşı hassas bir şekilde ayarlanmış bir beyin bölgesi olan amigdala tarafından dikkatten kaçamayacak kadar hızlı bir şekilde bir yılan veya örümceğin görüntüsünün parlatıldığı bilinçaltı hazırlama deneyleri yapılıyordu.
Küçük, oval şekli nedeniyle “badem” anlamına gelen Yunanca sözcükten türetilen amigdala, beynin en eski bölümlerinden biri olan limbik sistemde serebral korteksin altına gömülüdür ve bilgiyi almak ve ona göre hareket etmek üzere tasarlanmıştır. Bu tür bilgiler bilincimize ulaşmadan çok önce, tehditler hakkında hızla beyni harekete geçirirler. Olumsuz bir uyarana karşı tetikte olmak son derece mantıklıdır. Ormanda yiyecek arayan bir insan, orman zemininde yatan uzun, karanlık nesnenin bir dal mı yoksa bir yılan mı olduğunu hızla ayırt edebilmelidir. Ayrıca çalılıktaki bir kişiyi görebilmesi ve onun düşmanca niyetli bir yabancı olup olmadığını tespit edebilmesi varlığını koruyabilmesi açısından çok önemlidir.
Bu fıtratsal tepki, sinirbilimci Joseph LeDoux’nun “alçak yol” dediği şeyin kendisidir. Yani bir tehlike karşısında amigdalanız size “savaş” ya da “kaç” tüyosunu gönderir. Eğer karaltıdaki nesne bir kurttan çok daha büyük, hareketli bir nesne ise tahmin edebileceğiniz gibi Amigdala adeta bir “erken uyarı sistemi” gibi devreye girerek size “kaç” komutunu gönderecektir. Bütün bunlar, göz açıp kapayıncaya kadar -ya da yaklaşık yüz milisaniye- içinde meydana gelir ki bu önbilinçtir. (Bilinçli düşünce süreçleri yaklaşık üç yüz milisaniyede veya saniyenin üçte birinde devreye girer.) Bu nedenle, neye tepki verdiğinizi bile algılamadan, neredeyse otomatik olarak bir tehdide karşı ürkebilir, zıplayabilir veya kolunuzu kaldırabilirsiniz.
Amigdalanın işlevi, belki de en çarpıcı biçimde, nörobilimci Ralph Adolphs’un çalışmalarıyla amigdalası genetik bir bozukluk nedeniyle yok olan hastası S.M. tarafından gösterilmiştir. Sonuç olarak, Hasta amigdalası bozuk olduğu için herhangi bir korku yaşayamadı. Bu durum, S.M. için korkutucu bir durumdu, çünkü tehditleri tespit etme yeteneği olmadan tehlikeli durumlardan kaçamazdı. Bu da onun neden birkaç şiddet suçunun kurbanı olduğunu kısmen açıklıyordu. Amigdala korkuyu hissettirir. Adeta bir korku ve endişe detektörü olarak çalışır. Farklı deneyimleri ve duyguları kaydeder. Benzerlerine karşı limbik sistemi harekete geçirerek kişiyi gelecekteki benzer olaylardan korur.
Bir keresinde bir hastanın amigdalalarına elektrotlar yerleştirerek epileptik hastalarla ilgili bir araştırma yapmıştım. Hem olumsuz hem de olumlu duygusal yüklü kelimelerden oluşan flaşlı bilinçaltı mesajlarıydı. Tahmin edildiği gibi, olumsuz kelimeler amigdalanın ünlü tehdit algılayıcısını tetikledi, ama benim için büyüleyici olan şey, olumlu kelimelerin aynı zamanda amigdalayı da tetiklemesiydi – Bu süreç sadece hızlı değildi aynı zamanda çok etkileyici idi. (“O kadar hızlı değil” derken, saniyenin birkaç yüzde biri kadar bir farkı kastediyorum.)
Sonuçlar, tıpkı tehlikeyi algılamak ve ona tepki vermek için donanıma sahip olduğumuz gibi aynı zamanda olumlu deneyimler için fırsatlara, uzaklaşmak istemediğimiz şeylere yanıt vermek için de donanıma bağlı olduğumuzu göstermekteydi. Âşık olma ihtiyacı, tehlikeden kaçınma ihtiyacından daha az acil olarak bilinir. Ancak hiçbir şekilde gereksiz değildir. Çünkü insan nesli bugünlere aşk ile geldi.
“Aşk Makinesi”ne kadınların eşlerinin aynı zamandan beri tanıdıkları bir arkadaşının adlarını koydum. Bu, beyinlerinin sadece bir ismin diğerine aşinalığına tepki vermemesini sağlayacaktır. Sonuç: İnsanlar şüphesiz sevdikleri kişinin adıyla hazırlandıktan sonra sözcük görevinde önemli ölçüde daha iyi performans gösterdiler. Sevilen isimler beyindeki nöronları heyecanlandırmakta, beynin “ödül” sistemini harekete geçirmektedir. Kimyasal haberci dopamin, ventral tegmental bölge ve hipotalamus da dahil olmak üzere çeşitli alanlardan dışarı akarken, yalnızca mutluluk duygularını işleyen bölgelerde değil, aynı zamanda yazılı olanları ayrıştırmamıza yardımcı olanlar gibi diğer bağlantılı alanlarda da akan neşeye neden olan bir enerji akışı gönderir. Bu kimyasal ve biyolojik süreç sevilen kişilerin isimlerinin bile pozitif çağrışımlar yaptırdığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bir meslektaşım, çalışmamın sonucunu şu şekilde özetledi:
“Sanırım, bildiğinizde, bilirsiniz- bilmediğinizde bile bilmemizi sağlayan bir yazılımımız var! Gelin bu ücretsiz muhteşem yazılımı bize hediye edene teşekkür edelim!”
Wired for Love’dan alıntıdır. Telif hakkı © 2022 Stephanie Cacioppo’ya aittir. Macmilian Publishers’ın bir bölümü olan Flatiron Books’un izniyle alınmıştır. Bu alıntının hiçbir kısmı, yayıncının yazılı izni olmaksızın çoğaltılamaz veya yeniden basılamaz.
Çeviren: Halil İbrahim İşbilici
harika bir makale okumanızı tavsiye ederim.