“Sahip olmak toparlanmayı, pişman olmayı, sorumlu olmayı nihayetinde affetmeyi ve sevmeyi gerektirir.”
Şans ve seçim bizi, biz olduğumuz için bir araya getirir; seçme fırsatını bazen yanlış kullanmamıza rağmen seçimlerimiz, kaderimizi ispatlayan sert ve düzensiz parke taşları olurlar. Bunlar nihayetinde karakterimizin mimarisinin nasıl oluştuğu sorusuna bir yanıt veya işaret olabilir. John Didion, karakteri “kendi yaşamının sorumluluğunu kabul etme isteği” olarak tanımlar ve öz saygının kökenini arzulamaya konumlandırır.
Didion’dan bir asır önce, Friedrich Nietzsche (15 Ekim 1844 – 25 Ağustos 1900), seçimlerimizi ve memnuniyetimizi bize kazandırdıkları yaşamla uyumlu hale getirmek için bir düşünce geliştirdi. Emerson’un uygunsuzluk ve kendine güvenen bireyci dünya görüşüne büyük saygı duyan Nietzsche, kendimizi nasıl bulacağımız ve özgür bir ruh olmanın ne demek olduğu hakkında hevesle ve neredeyse çılgınca yazdı. O, kişinin kendi seçimlerini ve seçimlerinin sonuçlarını yönetme isteğinde olduğu gibi, kişinin kendisi olma sürecini de gördü. Zor ancak varoluşsal umutsuzluğa, gönül rahatlığına ve acıya panzehir olabilmeyi vaat eden bir istek. Bu aldatıcı şekilde basit ama derin önermenin mirası, filozof John J. Kaag’ ın, “Nietzsche ile Yürüyüş: Kimsen O Ol” kitabı içinde araştırdığı şeydir.
Kitabın bir bölümünde şiirsel bilgelik şaheserliği, bir diğer bölümünde ise insan yaşamının en temel sorusu ile ilgili bir tefekkür hatırası bulunur:
“Varoluşumuza anlam veren nedir?”
Kaag, Nietzsche’nin en zamansız düşüncelerinin, sıradan benlik anlayışımıza, mutluluğa, tatmine yönelik aşamalı etkilerine ve varoluşsal hoşnutluğun yapı taşlarına meydan okuyan bir cevap verir ve şöyle yazar:
Benlik, hava geçirmez bir şekilde mühürlenmiş üniter bir aktör değildir (Nietzsche bunu iyi biliyordu) ama onun gelişmesi iki şeye bağlıdır: İlk önce, mümkün olan en geniş ölçüde kendi yolunu seçebilir ve ardından başarısız olduğunda, ona düşen kaderi kabullenebilir.
Nietzsche’nin felsefesinin merkezinde, ebedi döngü fikri vardır ki bu birisinin bilinçli olarak eylemlerinin iyi veya kötü sonuçlarını ve nihai sorumluluğunu kabul etmesi ve de üstlenmesidir. Bu, eylemlerimizi varsayımsal bir kalıcılık ile katlanılabilir ve yaşanılabilir hale getirecek şekilde ayarlamak için önemli bir tavsiyenin içine gömülü haldedir. Nietzsche, bu kavramı basit ve heyecanlı bir düşünce deneyi ile son kitabında tasvir eder.
Ecce Homo: Kişi Nasıl Kendisi Olur?
Birgün veya bir gece bir İblis, en derin yalnızlığınızın içine girip size şunu söyleseydi:
“Şuan yaşadığın ve bugüne kadar yaşamış olduğun bu hayatı bir kez daha yaşamak zorunda kalacaksın ve içinde yeni hiçbir şey olmayacak fakat her acı, her neşe, her düşünce, her iç çekiş ve yaşamınızdaki büyük küçük her şey, aynı ardışıklık ve sırayla korkunç bir şekilde size geri dönecek hatta ağaçların arasındaki bu örümcek ve ay ışığı hatta şu an ve bizzat ben…”
Tıpkı bu İblis gibi, Kepler’in de hayali kısa öyküsü, The Dream (Rüya) adlı kitabın açılış bölümü, büyük gök bilimcinin o zamana kadar geçerli olan orta çağ zihniyetinden, bu batıl inançtan uyanmak için alegorik bir araç olarak kullandığı, evrenin radikal gerçekliğine dair Kopernik modelinin yer aldığı ilk bilim kurgu eseridir. Nietzsche’nin İblisi, metafizik bir savurganlık değil, en radikal varoluşsal gerçeğe uyanma alarmı olan psikolojik bir meseledir.
Düşünce deneyinin merkezinde, şu anda yaşadığımıza benzer bir hayatın yaşamaya değer olup olmadığına dair tedirgin edici bir soru yer alır. Kaag, şöyle yazar:
Nietzsche’nin İblisi, hayatın seyriyle cevaplanması gereken bir meydan okumadır, en iyi ihtimalle kelimelerle cevaplanamayan bir sorudur: “Her şeyi, tekrar ve sayısız kez mi istiyorsun?” sorusu, eylemlerinizdeki en ağır yük olarak kendini gösterir! Ya da bu nihai ebedi doğrulama ve mühürlemeden daha hararetli bir şey yapmamak için kendinize ve yaşamınıza ne kadar iyi hitap etmek zorunda kalacaksınız?
William Butler Yeats’in sözleriyle “Her şeyi yeniden yaşamaktan memnun muyuz?” Bu içeriğin anlamı, kaçınılmaz kaderden uzaklaşmak ya da gözlerini kapayarak ona duyarsız kalmak değildir. Bunun anlamı, kalbinizden geçenlere göre her şeyi tekrar yapacağınızı bilerek sonsuza dek yaşamaktır. Son dönüşümüzü Waldhaus yolunda yaptık ve saçaklı giriş yolunun altında dinlendik.
Nietzsche, ebedi döngünün onaylanmasının yalnızca hayata ve kendine iyi uyarlanması ve istekli olunması durumunda mümkün olabileceğini öne sürer. Nietzsche için hazırlıklı olabilmek daha çok içtenlikle düşündüğümüz şeyi, bulduğumuz anlamı ve anlamı yarattığımız yeri seçmektir. Sonsuz monotonluğun hayaleti, Nietzsche’yi mutlak sorumluluğu üstlenmeye sevk eden itici güç idi. Seçimler sonsuza değin yinelecekse “doğru” olanı yapmak daha iyi olurdu.
Kitabın çok güzel bir meta katmanı var. Kaag, Piz Corvatsch’a döndükten sonra işkencelere maruz kalmış, intiharın eşiğine gelmiş 19 yaşındaki bir çocuk olarak, ilk kez huzuru ve de kurtuluşu bulmayı umarak, parlak, yarı akıllı kahramanı takip ederek yazıyor. “Nietzsche’nin dağını” orta yaşlı biri olarak yeniden ziyaret etmesi de çok değerli. Ayrıca bir filozof, savaşan bir Kantçı kampı ve onların genç kızları olsa da Kaag, ebedi döngünün gerçek hayattaki bir reenkarnasyonunu gerçekleştiriyor.
Kaag, onlarca yıldır yaptığı seçimlerin en derin, en rahatsız edici fakat sonuçta ayakta durabilecek bir değerlendirmesine ulaşarak şu anda yaşadığı hayattaki birleştirici sonuçlarının içine çekildiği bir hayatı tanımlıyor: Öyleyse yaşamaya değer. Kaag, Nietzsche’nin düşünce deneyinin gücünü, gerçek memnuniyet için hayatımızı düzenlemenin bir aracı olarak görüyor.
Bir yargının haklılığını, dışımızdaki ahlaki veya dini standartlarla birleştirilebileceğini düşünmek cazip gelebilir. Ancak Nietzsche, okuyucularından bu günaha karşı koymalarını ister. Sonuçta Nietzsche’nin İblisi, her şeyden önce bize, yalnız kaldığımızda gelir. Onun sorusu yalnızca birinin “en derin yalnızlığı” içinde duyulabilir ve bu nedenle cevap, ortak fikir birliği veya bazı kişisel olmayan kurumlar adına verilemez. Gerçekten de cevapların en kişisel olanıdır; her zaman kişisel seçimi belirleyen şey cevaplardır. Tabii ki istediğiniz herhangi bir şeyi seçebilirsiniz, örneğin çocuk yetiştirmeyi veya evlenmeyi.
- Fakat bunlar bizatihi değerliymiş gibi yapmayın! Çünkü gerçekte, onların kendilerinden kaynaklanan değerleri yoktur.
- Bunu yapın! Çünkü onları siz seçtiniz ve onlara sahip olmayı siz istediniz.
Bu seçimler, hayat hikayemizde yalnızca bize ait olan ve bizim olan şeylerdir. Her şeye değer veren şey de budur zaten. Ancak bunun farkına vardığında kişi, sonsuz tekrarın bütün döngüsüyle, sorumluluğun altında kalma riski olmadan yüzleşmeye hazır olduğunu anlar. Ancak o zaman Yeats gibi, “bir kere daha”yı gerçek anlamıyla söyleyebilir. Kaag, Hermann Hesse’ nin zorlu sorumluluk alma sanatı bilgeliği üzerine şunları ekler:
“Belki de ebedi döngünün en zor kısmı, kendimiz ve başkaları için yarattığımız işkenceleri sahiplenmektir. Sahiplenmek pişman olmayı, sorumlu olmayı, nihayetinde affetmeyi ve sevmeyi gerektirir.”
Nietzsche ile Yürüyüş: Kimsen O Ol, bütün olarak göz kamaştırıcı bir yazıdır. Bunu; Walt Whitman’ ın “Hayatı yaşamaya değer kılan nedir?” ve Bertrand Russell’ ın “Nasıl huzurla yaşlanılır?” ile tamamlayın. Sonra Nietzsche’yi; kimsen o olma yolculuğunda, eğitimin gerçek değeri, depresyon ve umudun rehabilitasyonu, müziğin gücü ve dilini, gerçeği gizlemek ve açığa çıkarmakta nasıl kullandığımızı anlamak için tekrar ziyaret edin.
Yazan: Maria POPOVA
Çeviren: Yıldız Kanlı, PhD Candidate
Kaynak: brainpickings.org