Kendini bulma yolculuğunun derinliklerinde, felsefenin rehberliğinde kendini yeniden yaratmanın gücünü keşfedelim.
Özgürlük Düşünmektir, Kendini Tanımaktır
Benliğimizi tanıma yolculuğumuzun ilk sorusu genelde “Ben kimim?” ile başlar. Birey burada artık kim olduğunu ve bu dünyada, hayatta neden bulunduğunu sorgular. Fakat “Ben kimim” diye sorabilmek için “bilinçli” hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü bilinçli hareket farkındalık getirir. Dolayısıyla birey eğer duygu ve düşüncelerine yoğunlaşıp kendini tanıma ve var olma eylemlerini gerçekleştirmek için bir adım atarsa duygu ve düşüncelerinin farkına varma yolculuğuna girecektir.
“İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için siz ne yaptınız?”
Bu yolculukta yaşama amacımızı bulmak isteriz ve bunun için çabalarız. “Benim yaşamdaki amacım ne?” sorusu hayatta var olabilmek için bir nedendir. Bu neden bireyi güçlü ve ayakta tutar. Hayat için bulduğum bu değerli nedenimin içini doldurabiliyor muyum? Yani “zihnimi ve benliğimi oluşturmak için bu yolculukta bir değer kazanabildim mi?” Bu sorular bizi çok fazla düşündürüp bazen çıkmaz yollara girmemize sebep olsa da birey bu soruların cevabını mutlaka kendi yaşamı için vermek zorundadır. Bir huzur, keyif ve mutluluk için. Yaşama sevinci için. Benliğimizi oluşturan değerler edinip bu değerlerin de değişkenliğini, dinamikliğini unutmadan hayatımıza entegre etmemiz gerekir belki de. Birçok filozofun yaptığı gibi. Ayrıca değerler de bireyseldir, mahremdir ve kimseyi ilgilendirmez. Çünkü bireyin kendi vicdani sorgulaması o bireye aittir. Dolayısıyla her bireyin değer sistemi özneldir ve bu doğaldır. Tabii ki eleştirilmeye açıktır fakat yargılanmaya kapalıdır.
Kendilik ve Özbilinç
Kendimizi tanıma sürecinde bir kaç soru sorarız iç dünyamıza. Bu sorular kendimizi tanımamıza yardımcı olacak sorular olur genelde. Ben kimim, kimlere, nereye aitim? Yaşamamın amacı ne? Nasıl yaşamalıyım? Neler yapmalıyım? Hangi amaçlara yönelmeliyim? Bu gibi sorular bu “tanıma yolculuğu”nda birer aracı ve aynı zamanda toplumsal kimlik arayışının soruları da olmuş oluyor.
Toplumsal kimlik arayışı ve krizi
“Neden toplumsal kimliğe ihtiyaç duyulur?” sorusu bizde çıkmaz bir yoldaymış hissini uyandırabilir. Çünkü bitmek bilmeyen sorularla yüzleşmek zorundaymışız gibi hissedebiliriz bu yolculukta. Ama bu sorulara cevap verip bir kimlik yaratırsak yetersizlikten, değersizlikten, güvensizlikten, yalnızlıktan ve anlamsızlıktan da kurtarmış oluruz kendimizi.
Belki de tüm bu yolculuğun en huzur verici yanı kendinle yüzleşmektir. Bu süreçte genelde kafa karışıklığı yaşayabiliriz. Bunun sonucunda çıkmaz yola girdiğini hissedip umursamaya da bilir elbette fakat eğer bu yolda kendine inandıysa mutlaka pes etmeyip kendisiyle yüzleşecektir. Bu yüzleşme sonucunda ise eğer birey bu süreçte hoşgörü ile ve daha pozitif duygular ile ruhunu doyurmuşsa kendi varlığını, bedenini, zihnini bütünüyle kabul etmeye hazır hale gelebilir. Bu kabulleniş sonrasında birey, Sartre’ın dediği gibi tüm sorumluluklarını benimseyip, onları kendi benliği ile örtüştürecektir.
Kendinde varlık
Birey, eğer yüzleşmez ve acı çekmez ise zaten kendini yeterince tanıyamamıştır. Tabii bu tanıyamama sonucunda belirli duygular, durumlar, eylemler ortaya çıkacaktır. Bunlar; kafa karışıklığı, huzursuz hissetme, her şeye kızmaya hazır olmak, kavga çıkarma hisleri, dengesizlik gibi hisler ve eylemlerdir. Dolayısıyla bu huzursuzluğu yaşamamak için, kendimizle yüzleşip beğenmediğimiz duygularımızın nasıl ortaya çıktığını sorgulamamız gerekiyor. “Beni hoşnut etmeyen duygulardan nasıl kurtulabilirim?” gibi sorular sorabiliriz. İşte burada da düşünmenin gücü devreye giriyor çünkü düşünme gücü, sorgulamanın hammadesidir ve mutlaka “merak ve şüphe” uyandırır. Böylelikle her şeyin sonunda sorgularsak, eleştirel bakış açısına sahip olursak hem manipülatif olmamış oluruz hem de manipüle edilmemiş oluruz.
Kendine varış
Her şeyin sonunda bu yolculuğumuzu sabırlı ve güçlü bir şekilde gerçekleştirirsek kendimizi tanımış ve toplumsal kimlik kazanmış, bu da bize bir değer kazandırdığı için dik durup, bir “duruş” sergilemiş oluruz. Bu durumu, Nietzsche “kendini arayışa başlama” diye nitelendirir ve şöyle söyler: “Bilmiyoruz kendimizi, biz bilenler: bunun da iyi bir sebebi var. Hiç araştırmadık ki nasıl olacak da bir gün buluvereceğiz kendimizi? Haklı olarak şöyle denecek: ‘Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de oradadır.’”.
Ah, Zerdüşt, Zalim Nemrut!
Daha düne dek avcısıydın tanrının bile,
tuzağıydın her türlü erdemin,
okuydun fenanın!Şimdi,
kendi kendinden kaçmış
kendi kendine av olmuş
Kendi kendine saplanmış…Şimdi,
tek başına kendinle,
iki başına kendini bilmenle,
yüzlerce aynayla çevrili
kendine sahte,
yüzlerce anıyla çevrili
belirsiz,
yaralardan bezgin,
üşümekten soğuk,
kendi iplerine dolaşmış,
kendini bilen!
kendini asan!
Nietzsche bu şiirinde kendini bilmesinin yarattığı kendi açmazının yanı sıra her biri birer bakış olarak değerlendirilebilecek çevrelendiği aynalara gönderme yapmaktadır. İşte bu bir “Kendini Arayış Meselesi” haline geliyor. Böylece tam da Nietzsche’nin dediği noktaya ulaşırız:
“Severim kendinin ötesindekini yaratmak isteyeni ve yok olanı.”
Yazan: Nehir Tokay