Bir insanın yalnızlık eşiği nedir? Hangi durumda yalnızlık “kafa dinlemek” olmaktan çıkar ve çekilmez hale gelir?
Sorunun cevabına geçmeden önce kavram kargaşası yaşamamak adına, yalnızlık ve yalnız hissetme arasındaki farkı ortaya koymak gerekir. Yalnızlık, bir nevi kişinin kendisiyle baş başa kalma halidir ve “tek başınalık” kavramına daha yakındır. İnsana çoğu zaman zevk de verir. Yalnız kalmayı başarabilen/öğrenebilen insanın daha güzel kitap okuduğu, daha nitelikli düşünebildiği ve daha fazla üretken olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Ancak yalnız hissetme sosyal bir varlık olan insanın kendisini çevreden ayırmış, adeta çirkin ördek misali farklı bir insan gibi görme halidir. Bu yüzden iradesi dışında bir insanın “yalnızlık” duygusuna maruz kalması, kişide farklı seviyelerde psikolojik bozukluklara sebep olur. Bu sorunlar günümüzde öyle artmıştır ki Birleşik Krallık ve Japonya gibi ülkelerde “Yalnızlık Bakanlığı” kurulmasına sebebiyet vermiştir.
Fıtratı gereği insan sevilmek, kabul görmek, onaylanmak, takdir edilmek ve en önemlisi anlaşılmak ister. Bu sayede varoluş amacını besleyebilir. Ayrıca insan uzun süre yalnızlık duygusu yaşamak istemez. Bu durum hem “kendisiyle sükunete ermesi için ondan eşi var edilen”(1) Hz. Adem için hem de onun soyundan gelen tüm insanlık için geçerlidir.
Peki, Vietnam Savaşı’nın travmasını henüz üzerinden atamamış biri, yalnızlığa düçar olduysa ve içinde yaşadığı topluma ayak uydurmakta zorlanıyorsa onu bekleyen akıbet ne olabilir? Robert De Niro’nun başrol oynadığı 1976 yılı yapımı Martin Scorsese imzalı “Taxi Driver” filminden bahsediyorum. Film, Vietnam Savaşı’ndan dönmüş ve yalnızlık buhranı içinde olan Travis Bickle adlı bir taksi şoförünün hikayesini anlatıyor.
Travis, New York City gibi büyük bir metropolde yaşamaktadır. Savaştan döneli çok olmamıştır ve ciddi manada uykusuzluk problemi ile karşı karşıyadır. Alkol, uyuşturucu ve uyku hapı kullanmaktan geri durmaz. Uykusuzluğunu gidermek için ya sinemada yetişkin film izler ya da Manhattan’ın sokaklarını sabaha kadar dolaşır. Bir zaman sonra bu gece gezintilerini paraya çevirmeye karar verir ve taksi şoförlüğü için başvuruda bulunur. Travis, diğer taksicilerin aksine tehlikeli bölgelerde çalışmaya razıdır. Ayrıca herhangi bir saat diliminde çalışabileceğini dile getirerek işe kabul edilir (1).
Travis Bickle yalnız bir insandır. Taksi şoförlüğü yapmadığı zamanlarda sosyal hayatı yoktur. Dış dünyaya kapalı bir ev hayatı yaşamaktadır. Bu yaşayış tarzı onu daha da monotonluk içine sokmuştur. Nitekim Travis kendisini, toplumun bir parçası olarak görmemektedir. İnsanlarla arasında mümkün olduğunca mesafe vardır. İş arkadaşları ile buluştuğunda bile onlardan uzak oturması bunun bir göstergesidir. Travis’in kendini toplumdan tecrit etmesi onu ırkçılığa kadar götürmektedir. Siyahilere nefret dolu bakması -yine bir seferinde onlar tarafından yumurtalı saldırıya uğraması- filmde ara ara karşımıza çıkmaktadır. Travis topluma yabancı olduğu gibi toplum da Travis’e yabancıdır. New York sokaklarının kirli ve yozlaşmış yüzüne tanık olan başkahraman toplumdan umduğu ilgiyi göremez. Toplum, Travis’in yalnızlığı karşısında ilgisizlik içerisindedir. Birlikte taksicilik yaptığı arkadaşından duyduğumuz sözler bunun bir dışavurumudur.
“Zaten çok da seçeneğin yok. Hepimiz sıçtık. Hem ben Bernard Russell değilim ki! Taksi şoförüyüm!”
Travis’in kendini bu denli yalnız hissetmesi, bıkkınlığı, olaylara karşı tepkisizliği, amaçsızlığı ve çektiği varoluş sancısı altında yatan en önemli etken yabancılaşmış toplumdur. Sosyolojik anlamda yabancılaşmanın genel olarak teknoloji, sanayileşme, makineleşme, üretim-tüketim ilişki ve biçimleri, modernleşme ve metropol hayatının bir getirisi olarak sosyal kurum ve yapılarda meydana gelen değişiklikler sonucu ortaya çıkan toplumsal sorunları kapsadığı söylenebilir (2). Modern liberalizmin suç ve günahkârlığı görmezden geldiği 70’li yılların Amerikası’nda toplumu dejenere eden en büyük etkenlerden biri de metalaşmaktır.
İnsan İlişkilerinin Metalaşması
Nitelikli iletişimi ortadan kaldıran, nicel hale getiren ve bunun sonucunda yozlaşma, olaylara kayıtsız kalma ve yabancılaşmaya sebebiyet veren “para”, filmdeki dikkat çeken en önemli temalardan biridir. Filmde “para egemenliği” birçok sahnede karşımıza çıkmaktadır.
Travis’in kasiyer kızla duygusal bağ kurma çabalarının karşılıksız kalması sonucunda aralarındaki iletişim tehditle sona ermiştir. Bu andan itibaren diyalog, kasiyer ve Travis arasında para odaklı devam etmektedir. Mesafeli, duygusallıktan uzak, resmî ve günlük iletişim halini alan konuşma metropolde metalaşmış ilişkiyi gösteren küçük bir sahnedir.
Paranın her şeyi halledebileceği algısını gösteren başka bir sahnede Travis’i bezgin, tepkisiz ve bıkkın bir şekilde, kırışmış paraya uzun uzun bakarken görmekteyiz. Bu sahnede Sport, seks işçisi olarak çalıştırdığı, henüz on iki buçuk yaşında olan Iris’i zorla taksiden indirmeye çalışır. Travis burada duruma müdahale etmemekte ve olanları izlemekle yetinmektedir. Ayrıca Sport, 20 doları arabanın ön koltuğuna buruşturup attıktan sonra Travis’e “Gördüğün her şeyi unut, sorun yok!” uyarısında bulunur. Travis’in tüm olanlara karşı tepkisizliği bu sahnede ön plana çıkar. Çünkü Travis kokuşmuş toplum içinde bir yabancıdır (2).
Yine filmde birçok sahnede geçen konuşmalar, paranın metropol hayatına etki eden bir unsur olduğunu ve bunun sonucunda bu tür bir metropolün doğurmuş olduğu “yabancılaşmayı” sinema diliyle açığa çıkarmaktadır.
“Güvercin değil çünkü yakalamak gerekir ama kanaryalara ulaşmak kolaydır. Petshoplardan kolaylıkla satın alınabilir”.
“Bizim şerefsiz para için her şeyi yapar”.
“Adamın cebini şişiriyor da şişiriyor”.
“Vermek istiyorum. Paramı başka ne için harcayabilirim ki!”
“Cevap verme! Konuşasın diye para vermiyorum, değil mi?”
Toplumun Yozlaşması
Yönetmen Scorsese, yetmişli yılların New York toplumunu hem filmde geçen söylemlerle hem de kadraja sığdırdığı arka planla başarılı bir şekilde anlatmaktadır. Bu şehirde toplum ilişkileri duygusallıktan uzak ve pragmatiktir. Kişiler adeta menfaat güdülen birer nesne halini almıştır. Aklın ön plana çıktığı ilişkiler sığ ve hızlı tüketilebilen bir hal almıştır. İnsanları sadece iş yapan bir nesne olarak gören bu toplumda vicdana yer yoktur. Henüz filmin ilk sahnelerinde, iş başvurusu yapan Travis’e sicilini soran kişi “vicdanım gibi tertemiz” cevabı karşısında şu sözlerle azarlar:
“Kafamı bozmaya mı geldin? Senin gibilerle uğraşmaktan bıktım. Öyle bir niyetin varsa buyur, kapı şu tarafta.”
Travis, şehrin farklı semtlerinde çalışırken, şehirdeki yozlaşma, suç ve şiddet sorunlarına tanık olur. Özellikle gece vardiyalarında, New York’un tehlikeli ve kirli sokaklarında dolaşırken, metropol sorunlarının acımasız gerçekleri ile karşılaşır. “Eskiden denizciydim. Kalabalığı iyi gözlemlerim!” repliği ile Travis, yalnızlığı derinden hissettiği şehrinde olan biten her şeyin farkındadır:
“Açık kanalizasyon gibi. Pislik yuvası. Bazen dayanılmaz oluyor. Arada havayı kokluyorum; başım ağrıyor. O derece kötü… Gece bütün hayvanlar sokakta; fahişeler, ayyaş pislikler, sübyancılar, ibneler, nonoşlar, hapçılar, hasta ruhlu kansızlar.. Bir gün yağmur bütün bu pisliği temizleyecek!”
Kaldı ki yönetmen, led ışıkları ile kaplı devasa bilboardlar, metalaşmış bedenlerin satıldığı karanlık sokaklar, yoğun trafik sonucu oluşan kirli egzoz dumanları, sinir bozucu korna sesleri, rögar kapaklarından yayılan sis dumanları, şehrin gürültüsü ve mezar taşları gibi dikilmiş devasa binalar ile “insanı kendinde kaybolmuş” bir metropol resmi çizmektedir. Ve bu işte oldukça başarılı olmuştur.
Ölçüsüz özgürlüğün bedelini yaşayan metropolde yoğun ışık, geceyi unutturan bir rol üstlenmiştir. Ekseriyetle kırmızının ön planda olması şiddetin, şehvetin, dinamizmin ve agresifliğin yoğun olduğunu hatırlatmaktadır. Metropol adeta içinde barındırdığı toplumun ruh dünyasını yansıtmaktadır. On iki buçuk yaşında bir çocuğun seks işçisi olarak çalıştırılmasına duyarsız kalan insanlar ruhsal bir çöküntü halindedir. Devasa gökdelenler arasında ezilen insanlar bir hiç hükmündedir. Bunlar zamanının kaybolmuş neslidir. Paranın hegemonyası altındaki acımasız sisteme itaat etmeye mahkumdurlar.
Kurtuluş Mücadelesi
Travis tüm bu olup bitenler karşısında bir karar vermek zorundadır. Ya yozlaşmış toplum içinde eriyip kaybolacak ya da küçük kıpırdanışlarla bir birey olarak kendini yeniden bulacaktır. Nitekim Travis ikinci yolu seçmektedir:
“Günler aynı motonlukla gelip geçiyor. Her gün aynı. Bitmeyen upuzun bir döngü. Sonra aniden bir şeyler değişir!”
Doğum gününde günlüğüne yazdığı notlardan sonra Travis için değişim başlar. Yabancılaşmaktan kurtulmak adına yaptığı ilk şey sağlığına dikkat etmek olur. Düzenli spor yapar ve ilaç kullanmayı bırakır. Ama aynı zamanda toplumda da değişimler ister. Yağmurun pisliği temizleyeceğine dair umudunu kesen Travis, seçilecek başkandan da artık bir şey beklememektedir. Metropolün pislikleri ile mücadeleye kalkışan Travis’in ilk denemesi başkanı öldürmek olur. Bunun öncesinde birçok silah alır. Poligonlarda onlarca kez atış yapar. Hatta saçlarını Vietnam Savaşı’nda Amerikan intihar komandoları gibi Mohawk modeli keser. Başkanın konuşma yaptığı esnada suikast girişimine kalkışır ama başarısız olur. Mücadelesinden vazgeçmeyen kahramanımız Iris’i kurtarmaya yönelir. Artık bütün çabası Iris’i o bataklıktan kurtarmak ve ailesine göndermektir. Iris’i pazarlayan Sport’u, otel sahibini ve Iris’in son müşterisini öldürür. Yani okul çağında bir kız çocuğunu fuhuş bataklığına sokan sorumluları ortadan kaldırmıştır.
Yalnız ve yabancılaşmış hayatını bertaraf etmek ve problemlerinden kurtulup bireyselliğini kanıtlaması için bu mücadelesi ve değişim sürecini gerekli gören Travis herşeye rağmen tam bir başarıya ulaşamaz. Nitekim en son sahnede Travis’i taksiciliğe kaldığı yerden devam ettiğini görürüz. Artık metropole uyum sağlamıştır. Diğerleri gibi kendi benliğinde kaybolmuş ve yabancılaşmıştır. Yine “Tanrı’nın yalnız kuludur”(3).
Son Hece
“Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez”(4) kaidesi dikkate alındığında öncelikli olanın insanın kendisi olduğu anlaşılır. Demek oluyor ki insan sağlıklı bir toplumda yaşamak istiyorsa evvela kendisi sağlıklı bir beden ve ruha sahip olmalıdır. Aklı, kalbi, bedeni ve ruhu ile uyumlu yaşam süren bireylerin sayılarının oranı, içinde bulunduğu toplumun niteliğini belirleyecektir. Sağlıklı ilişkiler süren bireylerin oluşturduğu toplum yabancılaşmaktan çıktığı gibi sağlıklı bir toplum da bireyi yalnızlık bunalımından çekip alacaktır.
Mutlu bir hayatın sırrı üzerine Harvard Üniversitesi tarafından yapılan, 1938’de başlayıp 75 yıl süren dünyanın en uzun ve kapsamlı araştırması raporlandığında ortaya çıkan sonuç “iyi ilişkiler” oldu. İnsanların sağlıklı bir çevrede bulunmanın fiziksel ve ruhsal acıları dindirdiği sonuçlar arasındaydı. Çalışma deneyin son 34 yılına koordinatörlük yapan Vailliant tarafından kitap haline getirildi(5). Çalışma göz önüne alındığında insana bakış açısı, dengeli bir şekilde ruh-beden ve akıl-kalp düalizmi çerçevesinde olmalıdır. Ne Hind mistisizmi veya sufiler gibi bedensel hazlara savaş açılmalı ne de insanı bedenden ibaret görecek şekilde ruh ve kalp göz ardı edilmelidir. Takip edilmesi gereken yol, itidal yani orta yoldur; ölçülü olmaktır. İnsan ne kadar ölçülü olur da haddi aşmaz ise toplum da o denli ölçülü olacaktır.
Yazan
Solomon Walker
Kaynaklar
- (1) Kuranı Kerim, A’raf Suresi 189. Ayet
- (2) Aksu, H. A. (2019). METROPOLDEKİ YABANCILAŞMA PROBLEMİNİN SİNEMADA TEMSİLİ: TAXI DRIVER, Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi, Ankara
- (3) Aksu, H. A. (2019). METROPOLDEKİ YABANCILAŞMA PROBLEMİNİN SİNEMADA TEMSİLİ: TAXI DRIVER, Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi, Ankara
- (4) Nursi, Bediüzzaman Said, 2012, Sözler, s.362, Söz Basım, İstanbul
- (5) Vaillant, G. E. (2015). Triumphs of Experience: The Men of the Harvard Grant Study. Harvard University Press.