İnsan açık bir zihin haline ulaşmalıdır. Peki, nedir bu açık zihin hali? Hiçbir düşünce kalıbına tutunmamaktır. Daha önceki felsefi, bilimsel, kadim dini düşünce veya fikirlere sahip ya da aşina da olsa abone olmaması demektir. Sorgulamadan, eleştirmeden, kendi akıl süzgecinden geçirmeden körü körüne bir fikrin, düşünce sisteminin mürşidi olmaması demektir.
Açık bir zihin halinde olmalıdır kişi. Yani “esnek” (flexible) olmalıdır. Düşünce sistemi, düşüncelere tutunmayan tüm düşünce sistemlerinden bağımsız ama aynı zamanda da hepsine dahil olan özgür bir sistem olmalıdır. Böyle bir hal insanın merakını kamçılar; sorular sormasını, bilinmeyenin kapısını çalmayı, zihin dehlizlerinde gezinmeyi ve açılan farklı kapıları keşfetmesini sağlar. Bu hal insana özgün ve özgür düşünceler kazandıracak ya da düşünceler âleminde özgür hareket edebilecek ve her şeyden önemlisi düşünce, fikir yaratmasına izin verecektir.
Tarihe bakıldığında, bu şekilde fikir ya da düşünce sistemleri yaratan insanlar özgür bir düşünce eylemine sahip olan özgür beyinli insanlardır. Bu kişiler lineeri aşmış, eleştirel, uzamsal düşünebilen – düşüncenin farklı boyutlarını keşfetmiş- bilginlerdir. Mesela Einstein, Newton mesela Da Vinci! Özgür beyinler… Bu özgür beyin, öylece elde edilemez. Bu beyin yaratılır. Nasıl yaratıldığından yukarda bahsettim daha da bahsetmeye devam edeceğim (hiçbir düşünceye tabi olmayarak). İnsanda bu süreç şu an düş’ünme tıkanıklığı daha doğrusu düşünememe tıkanıklığı içerisindedir. Bu tıkanıklık çoğu kere tek bir doğruya, düşünceye tutulmanın yol açtığı tıkanıklıktır. Mesela bunu dinlerde hatta bilimde de görebiliriz; geçerli, bizi tek bir doğruya götürecek teoriye, kurama dönüşecek bir hipotez. Bu hipotez aslında potansiyel bir düşüncedir. Mitolojik anlatılarda, siyasi, sosyal kuramlarda görebiliriz. Mesela sosyalizm ya da kapitalizm düşüncesi. Hatta “ben üstün ırkım” gibi oldukça yıkıma götüren düşünceler de görebiliriz! Bunların hepsi tek bir düşünceye tutulma, çoklu düşünememe, düşünme eyleminin doğasını anlayamamadan kaynaklanan ıstıraplara dönüşmüştür. Önemli diğer bir tıkanma ise daha çok kişiseldir. Bu ise kişinin kendini (sanatını, eserini, kitabını, düşünce sistemini vb.) daha önce sunulmuş, tartışılmış ve belli bir kabule gelmiş ve takdir görmüş düşünce sistemleri üzerine kendisini inşa etmesidir. Ne demek istiyorum? Mesela bir eleştirmen, bir şeyler yazacağı zaman kendine mitolojiyi, daha önce yaşamış ve kabul edilmiş bir filozofu, ünlü bir sanatçıyı ya da bir akımı dayanak göstermektedir. Salt nitelikli, özgün bir bakış açısından ya da düşünceden çıkmış bir eleştiri olamamaktadır. Aynı şekilde akademisyenlere bir bakın! Belki bu kadar geçmişte takılı kaldıkları için – zaten çizili bir tablo üzerinde rötuşlar yapmak gibi- üniversiteler güya sözde bilim merkezi ancak aslında kokuşmuş bir ortamdır. Bu durum insanın yeni düşünceler, fikirler, olgular yaratmasının önündeki büyük engellerden birisidir. Burada önemli nokta şudur: İnsan kendi beynini kendisi kullanmak yerine ya da kendi işletim sistemine kendi hâkim olmak yerine onları beklemeye almıştır. Zaten var olan ya da birilerinin ortaya attığı düşüncelere bağlanıp kalmaktadır. Bugün dış dünyaya baktığımızda binlerce insanın bir “mesih” bir kurtarıcı fikri çevresinde dönüp dolaştığını ya da ona sunulan fikri kendi süzgecinden geçirmeden hemen sahiplendiğini görüyoruz. Hele ki bu düşünce, fikir ya da safsata iyi bir hikâyeye sahipse. İyi bir hikayeyle sarmalanmış bir düşünce – aslında çok kötü olsa da– insanlar tarafından hemen beğenilmekte, alkışlanmaktadır.
Peki, düşünmenin özü, tam olarak bu düşünme eyleminin bilimi, felsefesi nerede? Felsefe düşünmek demektir. Bilim, din, yaratılış, evrim her şey bir düş üzerine, bir düşünme eylemi üzerine vuku bulur. O halde felsefe her şeyi kapsar. Eğer nitelikli bir felsefeniz varsa o halde nitelikli bir bilim insanısınızdır. Einstein, “Düşünmeyi öğrenin” ve Konfüçyüs, “Bana balık verme balık tutmayı öğret!” ile bu konudaki fikirlerini açıkça belirtmiş.
Eğer niteliksiz bir felsefeniz var ise belki bir sanatçıysanız, sanat eserini nasıl yaptığınızdan ne anlattığınızdan çok kaç para edeceğidir. Günümüzde sanatın bu kadar niteliksizleşmesinin ardındaki neden niteliksiz para kazanma felsefesi değil midir? Konuyu dağıtmadan yazımıza dönelim.
Felsefenin kendi içindeki en büyük engeli, kısır döngüsü; hep soyut kelimeler içinde sıkışması ve bu kelimelerden hayat bulan oluşum ve fikirlerin gerçek hayata dökülmemesidir. Netflix’i izlerken bizi bu kadar cezbeden birilerinin bu felsefeleri bir kurgu dünyası içinde de olsa yaşanıyor bir şekilde bize sunuyor olmasıdır. Çünkü biz gerçek hayatlarımızda bu düşünceleri uygulamaya sokamıyoruz. Felsefecilerin yapması gereken şeylerden birisi ve hatta belki en önemlisi bunu pratikleştirmektir. Bugün stoacıların bu kadar gündem de olmasının sebebi de budur. Böylesine çorak ve verimsiz bir hayat arazisinde yaşayan insanlara pratik çözümler sunmasıdır. Bunlar derin felsefeye girmeden, bu uygulamaların daha altını deşmeden pratik çözümler sunmaktadır insanlara. Nasıl ki Adolf Hitler, Nietzsche’nin felsefesini alıp pratik bir hale getirdiyse bu işin altına elini sokmuş olanların ise felsefeyi uçan, soyut, anlamsız harfler kolonisinden alıp hayatın içinde anlam bulabileceği, kişilere yol gösterebileceği, Hitler’den daha iyi bir hale getirebilecek araçlar sunmalıdırlar. Hatta bunu çocuklardan tutun da yaşlılara kadar tüm insanlar için yapmalılar. Kısacası bu uygulamaya dökülmelidir.
Bugün felsefenin çoraklaşmasının sebebi insanların hep kendinden önce söylenmiş, düşünülmüş, ölçüp tartılmış, üretilmiş fikirler üzerinden kendilerini temellendirmeleridir. Yukarıda bahsettiğim bir sebep yine. Her bir film her bir kitap ufak tefek rötuşlarla (ya da bariz aşırmalarla) hep daha önce söylenmiş mitler ve yapılmış felsefeler üzerinden ilerlemektedir. Yeni Çağ’da azalan düşünür sayısında maalesef geçmişin antik zamanların verimli üretkenliğinin, tozu dahi yok gibi görünmektedir.
İnsanlar artık dışardan fikir ya da düşünce edinmeyi bırakmalı ve kendi içsel dünyasına, özüne bir yolculuğa çıkarak kendi özgünlüğünü, yaratıcılığını keşfedip kendi düşüncelerini, sistemlerini yaratmalıdırlar. İçinde bulundukları konfor bölgesini terk etmeye, alıştıkları fazla rahat alana ve dahi korkularına, “Bir dakika! Şurada, kenarda bekle!” demeye cesaret ederek kendilerini yaratmaya, hayal etmeye, düşünmeye gerçekten derin bir nefes alarak kendi varlılarına şnorkelsiz dalmaya doğru yol almalıdırlar.
Aksi taktirde felsefe sanki uzaylı bilimiymiş gibi hep kenara itilecek, kadim insan doğasına ulaşılamayacak ve insanlık bu âtıl beyin seviyesinde kalacaktır.
Bırak bu seni dibe çeken köhne düşünce yapılarına tutunmayı, bırak beynini durdurmayı, bırak işletim sistemini başkalarının kontrolüne bırakmayı! Kendine dön! Silkin, ödünç aldığın tüm bu ıvır zıvırları. Çıkar bu giydiğin başkasının kıyafetlerini, yapıştırma zikir gibi diline başkalarının kullandığı kelimeleri! Özgür kıl zihnini! Özgür kıl düşünceleri, öncekileri, sonrakileri! Tüm bu düşüncelerin ötesindesin, geç o boşluğa! İzin ver bu sefer doğsun o bilinmeyenden öte taraftan, o Tanrısal boşluktan yepyeni olan, hiç duyulmamış olan, çığır açıcı olan! İzin ver, aksın ilham! Ama tutunursan nasıl olacak bu? Boşaltmazsan o yosun tutmuş sulu kabı, nasıl dolacak tazesi?
Su Çelikli