Diyelim bebeğinizde onu sakat bırakacak bir genetik hastalık var. Engelli olarak doğacak ve birkaç hafta içinde muhtemelen ölecek. Ve bu durum anne karnındayken tespit edildi. Bu durumu düzeltebilecek teknoloji de keşfedilmiş. Ama seçtiğiniz görevliler, din görevlilerinin de desteğini alarak, gerekli bilimsel gelişmeleri yasal olarak engellemiş. Bu hastalığın tedavisi yurt dışında mümkün ama şehrinizdeki hastanede yasak.
Robot teknolojisi sayesinde sürücüsüz otomobil ve kamyon kullanımı mümkün. Alkollü araç kullanımı sonucu yaşanan kazalar engellenebilir (2013 istatistiklerine göre ABD’de alkollü sürücüler nedeniyle yılda on binden fazla kaza oluyor). Yerel hükümetlerse yılda 6 milyon doları aşan aşırı hız cezası gelirini kaybediyorlar (statisticsbrain.com 2014 verisi). Yerel siyasetçiler, polis teşkilatları, taksi ve kamyon şoförleri birlikleri sürücüsüz araç yasalarına karşı çıkıyor. Neden? İşlerini ve vergi gelirlerini kaybedecekler çünkü.
Peki ya kan dolaşımına girip damarları temizleyebilen nanobotlar? Organ naklini kolaylaştıracak, can kurtaracak laboratuvar üretimi organlar? Tüm bunlar ve sonsuz hayatı mümkün kılacak teknolojiler yasaklanırsa ne olur?
Bizi hızla geleceğe taşıyan, her zaman olmak istediğimiz süper insanlar olmamızı sağlayacak teknolojiler fizik, kimya, evrenin doğasıyla değil ahlaki kaygılar, dini inançlar, siyasi zorbalıklarla sınırlanıyor.
Belki de o istediğiniz süper insan olmanızı engelleyenler çevrenizdeki insanlar; aile, arkadaşlar, komşular, siyasi temsilciler, din görevlileri.
Şimdi bir dakika mola verelim. Eğer bu kitabın yazarlarının dinden çok bilime inandıkları fikrine kapıldıysanız haklı olduğunuzu söyleyebiliriz. Ama bir yandan da açık görüşlü insanlarız. Başkalarının görüşlerine saygı duyar, fikirsel tartışmalardan keyif alırız. Bilimin ve inancın birlikte var olabileceğini düşünüyoruz. İnsan olmanın anlamına dair bir devrim yaşadığımız şu dönemde sorduğumuz sorulara her iki taraf da tam yanıt veremiyor. İyi işleyen bir toplumsal yapı için hükümetlerin mümkün olduğunca az müdahale etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Saygı çerçevesinde bir denge tutturulması gerektiğine inanıyoruz.
Tarih bilimsel gelişmenin din, siyaset, toplum gibi güçler tarafından engellenmesinin örnekleriyle dolu.
Ünlü biliminsanı Galileo Galilei bir zamanlar gökyüzünü uzun uzun inceleyip Kopernik’in güneş dünyanın etrafında değil, dünya güneşin etrafında dönüyor teorisinin doğruluğunu onayladı. Bu buluş, dünyayı evrenin merkezine koyan Katolik kilisesinin hiç hoşuna gitmedi. Galileo yargılanıp ömür boyu ey hapsine mahkûm oldu. Keşiflerinin “hatalı, lanetli ve iğrenç” olduğunu söylemek zorunda kaldı kazığa bağlanıp yakılmamak için. Ömrü boyunca içi içini yedi, 77 yaşında ev hapsinde öldü.
O dönemde kopan büyük tartışmaları hatırlamıyor olabilirsiniz çünkü bu olaylar siz doğmadan çok önce 1633 yılında yaşandı. (Vampirleri ve çok yaşlı ağaçları kapsam dışında tutabiliriz.) Kilise heliosentrizm (güneş merkezlilik) görüşünü 1820 yılına kadar reddetti. Papa II. John Paul 1992 yılında resmen özür dileyene kadar Galileo’ya haksız muamele edildiği kabul edilmedi.
Yazan: Andy Walker, Kay Walker, Sean Carruthers
Bu yazı “Süper İnsan: Teknoloji İnsanlığı Yeniden Tanımlıyor” adlı kitabın yedinci bölümünden (s. 315-316) aynen alınmıştır.