Talking Heads rock grubunun 1978 yılında piyasaya sürdüğü albümünün ismi “Binalar ve Yemek hakkında daha çok şarkı” idi. Rock yıldızlarının genelde bestelemeyeceği her şey üzerine yazılmış şarkılar içeriyordu. Pop şarkıları genelde aşk temalıdır. Tabi Rose Royce’un 1976’da ortalığı kasıp kavuran “Car Wash” hiti gibi bazı istisnalar da yok değil.
Filozoflar da aynı şarkıcılar gibi hayatın anlamı üzerine atıp tutan Epistemoloji ya da Metafizik gibi oldukça dar alanlara sıkışıp kalmışlardır. Ancak bazı muhteşem beyinler ortaya çıkmış ve at gözlüklerini çıkartarak başka meseleler hakkında da yazmışlardır. Mesela Heidegger binalar üzerine, Hobbes yemek üzerine, Robert Nozick domates suyu üzerine ve Lucretius ve Aristoteles hava üzerine yazmıştır. Bu “Kısa Yazılar” serisi filozofların da üzerine konuştuğu böyle alışılmadık konular hakkında olacaktır.
“Karınlarını canavarlar gibi dolduruyorlar” diye hiç onaylamayan bir tonda bahseder Sokrates, “Devlet” adlı eserde Platon’un ağzından. Doğruyu söylemek gerekirse eğer bu iki beyefendinin heykellerine bakarak bir sonuca varacak olursak ikisinin de vaaz verecek seviyede olmadığı görülecektir. Platon o zamanlar kendi ideal toplumunu yazdığı için belki hassas bir dönemden geçiyordu. Yemek, besin ve obezlik hakkında yazabilecek nihai bir akıl değildi tabii ki.
Hristiyan filozoflar ise yemeklerden daha çok haz alıyorlardı. Hatta İsa’nın kendisi de ağzının tadını biliyordu: “İnsanoğlu geldin, dilediğin kadar yedin ve içtin! Daha sonra da ‘A! Bakın şu adama! Ne kadar da obez ve şişko’ dedin” (Luke: 7:34). Aziz Augustine’nin yemek üzerine şu sözleri hiç de şaşırtıcı değildir aslında: “Kişi ihtiyacından fazla yemek yediği ve içtiği zaman bilsin ki küçük günahlardan birisini işlemektedir.” Aziz Thomas Aquinas bu sözleri onaylamıştır fakat bu keşiş benzeri filozof yine de yemek yemekten kendini alamamıştır. Söylenene göre öyle obez bir adammış ki ona özel tasarlanmış bir masası varmış. Tahmin edersiniz ki boğazına düşkünlüğü konusunda da gayet kendisiyle barışık biriymiş. Oburluğun aşırılık, ölçüsüzlük olduğunu kabul ediyordu hiç şüphesiz ancak insanın bundan kaçınamayacağını ekleyerek açgözlülüğün bu yüzden günah olmadığı sonucunu çıkartarak da kendini aklıyordu (Summa Theologica, 148 ).
Siyaset filozofu Thomas Hobbes’un ise Aquinas’la tek benzerliği sadece ismidir. Onun haricinde felsefe, ahlak ve hatta yemek konularında uzaktan yakından birbirleriyle alakaları yoktur. Thomas Leviathan kitabında “yemek” (food) kelimesini 29 kere kullanmıştır- bu durumdan hiç hazzetmese de. Kulağa daha çok 21. yüzyıl fitness koçu gibi gelen aynı zamanda hırslı bir tenis oyuncusu olan Hobbes, çok yemek yemenin insanı güçsüz bir filozof yapacağını savunmuştur: “Dolu mide bilme arzusunu yok eder. Oburluk sizi geri zekâlı yapar. Sadece yiyeceği yemek üzerine mastır yapanlar saçma sapan şeylere inanmaktan, aptallıktan haz alırlar” (Leviathan, 432).
Soren Kierkegaard varlıklı ve zevkli bir adamdı fakat tıkınanlar için alay konusuydu. “Either-Or” isimli kitabında “tüm bu saçmalıkların içinde bana en saçma ve gülünç gelen şey yemek; işe tapan ve sürekli bunlarla meşgul olan bir insan olmaktır” şeklinde yazmıştır. Bu Danimarkalı varoluşçu filozof ne yediği konusunda oldukça ketumdu. Ludwig Wittgenstein ise çok daha açıktır. Gereksiz yemekten nefret eder. Bir keresinde bir evde düzenlenen bir ziyafetten sonra arkadaşı Maurice Drury’e şöyle demiş: “Gayet açık ve net konuşacağım. Burada olduğumuz müddetçe asla bu şekilde yaşamaya devam etmeyeceğiz. Kahvaltı için bir tabak yulaf lapası, öğle yemeği için bahçeden biraz sebze ve akşama da haşlanmış yumurta yiyeceğiz” (Science İncarnate: Historical Embodiments of Natural Knowledge, 22).
Bir filozofun en derin görüsü yukarıda bahsedilenler gibi olmamalı. Düşünmek için yiyorlarsa, bunun işe yaramadığı gayet açık.
Prof. Matt Qvortrup 2020
Çeviren: Su Çelikli
Matt Qvortrup, Coventry Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörüdür.