Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Bilişim ve Teknoloji
  4. »
  5. 1950’den Sonra Yaşanan Büyük Bilimsel Gelişmeler

1950’den Sonra Yaşanan Büyük Bilimsel Gelişmeler

Kennedy, bilim insanlar ile yapılan bir sohbette şöyle demişti: “Yaptığımız her şey Ay yolunda Rusları geçmek için. Yoksa bu kadar parayı harcamamamız gerekir çünkü ben uzayla ilgilenmiyorum. Bu bedeli karşılayacak tek şey Sovyetleri yenip geride kaldığımız birkaç yılı sonlandırmak. Tanrının da yardımıyla onları geçtik.”

İnsanlık tarihinde yer alan en büyük ve en dehşet verici bilançoya sahip olan 2. Dünya Savaşı, 1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlamış olup, 1945 yılında sona ermiştir. 100 milyonu aşkın askeri personelin dahil olduğu, yaklaşık 40 milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaşta savaşın tarafı olan ülkeler ekonomi, sanayi, bilim ve teknoloji alanlarında seferber olmuşlardır.

Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından dünya iki süper güç olarak kabul edilen ABD ve SSCB arasındaki “soğuk savaş” rekabetine tanık olmuş, bu süreçte IMF, BM sözleşmesi, NATO gibi ekonomik, sosyal ve güvenlik konularında birçok gelişme yaşanmış ve dünya düzeninin dönüşümüne zemin hazırlayan kurumsal oluşumlar meydana gelmiştir.

Elbette bu yeni oluşumlar, günümüzde kullanmış olduğumuz teknolojilere zemin hazırlayan bilimsel gelişmelerin ortaya çıkmasına da neden olmuşlardır. Sadece iki süper gücün birbirini yok etme temelli çalışmaları değil, diğer ulusların da kendini bu dönemde toparlama çabaları tüm 1950 sonrası büyük bilimsel gelişmeleri tetiklemiştir.

Özellikle bilgisayar, internet ve uzay çalışmaları alanındaki gelişmeler dünya için bir dönüm noktası olmuş, bu durum iletişim alanında yaşanan gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. O zaman söz konusu ilerlemelerin bu rekabet çerçevesinde şekillendiği söylemek mümkündür.

Şüphesiz teknolojinin insan hayatının tüm süreçlerinde kendini neredeyse vazgeçilmez olarak kabul ettirdiği altın bir çağda yaşıyoruz. Bilim ve teknoloji insan var olduğundan beridir gelişse de belki de hiç bu kadar gündemimizde yer almamıştı. Bu iki kavram arasında döngüsel bir ilişki bulunduğunu da unutmamak gereklidir. Bilimsel çalışmalar teknolojik gelişmeleri tetiklerken, teknolojik gelişmeler de bilimsel araştırmaların daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel gelişmeleri hızlandırmıştır. Bugün ulaşılan teknolojinin temeli bilimdir. Bu iki kavram tarihsel süreçte ilk kez bir araya geldiklerinde bilim teknolojinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Önce icat yapılmış, sonrasında neden ve sonuçlar üzerinde durularak prensipler oturtulmuştur. Günümüzde ise bilim, teknolojiye öncülük etmektedir.

1950 yılı sonrası büyük bilimsel gelişmeleri ele alırken bu tarihten önceki süreçlerde yaşanan olayları ve sonuçlarını birlikte değerlendirmek gereklidir. Çünkü 2. Dünya Savaşı’nda gelişen olaylar bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmelere zemin hazırlamışlar ve bu rekabet ve üstün gelme hırsı, savaş sonrasında yaşanan Soğuk Savaş döneminde de kendini derinden hissettirmiştir. Bu çalışmada 1950 yılı sonrasındaki bilimsel gelişmeler kronolojik sırayla verilmeyecek, bilimsel araştırmaların sonucunda elde edilen ve dünyanın dönüşümünü hızlandıran teknolojik icatlara değinilecektir.

1945 yılında sonlanan 2. Dünya Savaşı ve ardından “Soğuk Savaş” gerginliği, bize garip gelse de, dünyaya bilimsel açıdan katkı sağlayan büyük olaylardır. Tarafların birbirlerine karşı üstün gelme uğraşları, bilim insanlarının hükümetler tarafından maddi olarak desteklenmesi, yeni buluşların savaşlarda denenmesi, belki de bugünkü teknolojik seviyeye gelmemizde büyük rolü oynamaktadır. Günümüze kadarki süreçte elde edilen büyük bilimsel gelişmelerin de bu rekabet çerçevesinde geliştiği ve birikimli olarak bugünlere geldiği açık bir şekilde görülmektedir.

Savaş ve savunma teknolojileri

Topyekun bir paylaşım savaşına hazırlanmaları, bilimsel çalışmaların tamamına yakınının sürdüğü emperyalist ülkelerde bilimin savaş sektörüne yönelmesini doğurmuştur. Bu dönemlerde silahlar, jet uçaklar, yerden yönetilen roketler, balistik roketler, alarm ve hidrojen bombaları gibi buluşlarla yetinilmemiş, güvenlik kaygıları nedeniyle daha fazla bilime ihtiyaç duyulmuştur. Üniversitelere yapılan baskı bilimsel çalışmaların seyrinde köklü bir değişikliğe neden olmuş ve üniversitelerde araştırmalar tekellerin uygun gördüğü sektörlere ve özellikle silahlanma sektörüne yöneltilmiştir.

Bilgisayar teknolojileri

Özellikle 1950’li yıllarda bugün kullanmış olduğumuz bilgisayarın atası olarak kabul edeceğimiz elektronik bilgisayarların bilim ile teknoloji arasındaki döngüyü hızlandırıp kısalttığı açıkça görülmektedir. Zira bilgisayarlar sayesinde hem mevcut araştırmalar üzerinde çalışılmış hem de geçmiş araştırmaların kaydı tutularak geleceğe dair çalışmalara da zemin hazırlanmıştır.

1946 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde J. Mauchly ve J. Eckert askeri amaçlı balistik hesaplamalarda kullanılmak üzere 30 ton ağırlığında ve 4 apartman dairesi büyüklüğünde olan ve içinde 17.500 elektronik tüp bulunan ENIAC (Electronic Numerical Integrator Analyzer and Computer) adlı ilk bilgisayarı tasarlamışlardır. Buradan anlaşılacağı üzere geçmiş yıllarda teknolojik gelişmenin sebebi askeri, savunma ve güvenlik gibi sebeplerden ileri gelmiştir. 20. yüzyıldaki en büyük gelişmelerden birisi de hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. İnternet ağının kurulması sonucunda bilgisayar ve internet; evimize işyerimize hatta günlük hayatımıza girmeyi başarmıştır. Bilgisayar teknolojisi beraberinde çok büyük yenilikler ve kolaylıklar getirmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri tarafından 1945 yılında Japonya’nın Nagazaki kentine atılan ve aynı zamanda savaşın sonlanmasına neden olan atom bombası ve sistematik olarak soykırımların yapıldığı Holokost olaylarında görüldüğü gibi, bilimsel gelişmeler ve buna bağlı teknolojik gelişmeler savaş sırasında hamle olarak kullanılmıştır. Ancak Nazi baskıları çok değerli Yahudi bilim insanlarının ve özellikle nükleer fizikçilerin Almanya’yı terk etmelerine yol açmıştır. Bu bilim insanları, ABD ve İngiltere’nin bilimsel araştırmalarına büyük katkılarda bulunmuştur. Örneğin ABD’nin savaş sonrasında yürüttüğü uzay programlarının altında Alman bilim insanlarının imzası bulunmaktadır.

Diktatörlerin yeni silahlar geliştirmekle görevlendirdikleri bilim insanlarının çalışmaları oldukça çeşitlenmiştir. Savaş sona erince doktorlar sivil yaşama dönmüştür. Önlerinde yeni bir çağ bulunduğunun farkındadırlar. Bilimin diğer kollarında, örneğin tıbbın, yararlanılabilecek çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 1950’li ve 60’lı yıllar kalp cerrahisinin ve organ nakillerinin uygulanmaya başlandığı yıllar olmuştur. Ölümü bekleyen sayısız hasta organ nakilleri ile yaşama döndürülmüştür.

19. yüzyılda çok hızlı uçan uçaklar ve roketler yapılmıştır. Bu roketler sayesinde aya gidilebileceği fikri ortaya atılmıştır. Böylece gelişmiş ülkeler arasında bir yarış başlamıştır. 1935 yılında Ruslar uzaya gönderilecek olan roketin çalışmalarına başlamışlar ve bu çalışmalar 1957 yılında tamamlanmıştır. 1957 yılında Sputnik 1 uzay aracının Ruslar tarafından dünya yörüngesine yerleştirilmesiyle uzay çağı başlamıştır.

Soğuk savaş döneminde uzay çalışmaları konusunda da Sovyetler Birliği ile yarışan Amerika uzay harcamaları için büyük bütçeler ayırmıştır. Aya gönderilecek uzay aracı için çalışmalar uzun bir süre devam etmiştir. 16 Temmuz 1969’da Neil Armstrong Edwin Aldrin Jr. ve Michael Collins adlı üç astronotu taşıyan Apollo 11 tarihe geçecek ay yolculuğuna çıkmışlardır. Bu olaydan hemen üç gün sonra Armstrong aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçmiş ve Armstrong‘un ardından Edwin Aldrin de yüzeye inmiştir. Ay toprağından örnekler alan bazı bilimsel deneyler yapan ve Amerikan bayrağını aya diken iki astronot görevlerini başarı ile tamamlayarak dünyaya dönmüşlerdir.

1970’li yıllarda dünya ekonomisinde genel bir yavaşlama ve talep düşüklüğü yaşanırken, teknoloji ve sanayide de yeni bir devrimin üretim süreçlerini etkilemeye başladığı görülmektedir. Bu gelişmeler 1980’lerde biraz daha öne çıkmaktadır. Dünya ekonomisinde küreselleşmenin hızlandığı 1980’li yıllar, bu sürecin Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya ve F. Almanya’yı öteki ülkelerden daha ön plana çıkarmıştır.

Savaş sonrası sanayi

ABD’nin, savaştan emperyalist-kapitalist sistemin örgütçüsü ve lideri olarak çıkması, 2. Dünya Savaşı’nın önemli sonuçlarından biridir. Savaşın ABD topraklarında geçmemesi nedeniyle İngiltere, Japonya, Almanya ve Fransa gibi diğer emperyalist güçlerin topraklarının, sanayilerinin harap olmasına karşın, ABD savaştan korunmuş güçlü ve ileri bir sanayileşme düzeyine sahip olarak dönemi kapatmıştır.

Almanya ve Japonya savaşı yitirmekle rakip olmaktan çıkmışlardır. İngiltere ise, savaşı kazananlar arasında yer almasına karşın, sermaye birikimi olanakları ve iç örgütlenmesi ile sanayisini katlayarak geliştirme şansını nerdeyse kaybetmiş bir ülke konumundadır. Bu ülkelerin hiçbiri, ABD’nin daha savaşın ortalarında başlattığı teknolojik atılıma ayak uydurabilecek düzeyde değillerdir. Sonuçta, bu avantajlarını iyi değerlendiren ABD savaş sonrasında, üstünlüğüne dayanak olacak uluslararası örgütlenmeler oluşturma yoluna giderek, gereksindiği kurumsal ve hukuksal zemini de oluşturmuştur.

Bu yolda ilk oluşum, dönemin dayattığı yeni ilişkilerin uygun bir para sistemin yaratıldığı Bretton Woods Konferansı olmuştur. Doların, daha İkinci Bunalım Döneminde durumu büyük oranda sarsılmış olan Sterlin’in yerini alarak uluslararası kapitalist ticaretin ve emperyalist sermayenin para birimi durumuna gelmesine yol açan bu konferans, IMF, IBRD gibi yeni para sistemine uygun uluslararası emperyalist düzen ve kurumların oluşturulmasını sağlamıştır. Emperyalist-kapitalist sistemin başlıca ülkelerin ordularının doğrudan doğruya ABD’nin denetimine girmesi anlamına gelen NATO ise oluşum gerekçesini komünizm tehlikesi olarak açıklamıştır.

Britanya ve ABD’de bilim insanları ve teknologlar, doktorların çoğuyla beraber, ücret karşılığı beceri satan ya da kendi hesabına çalışan, yani profesyonel olmaktan çıkıp devletin ya da büyük şirketlerin memurları olan konumuna indirgenmişlerdir. 2. Dünya Savaşı sonrasında hayatlarını kazandıkları kaynaklara bağlılıklarıyla, bilimin korunması, geliştirilmesi ve uygulanmasıyla ilgili sorumlulukları arasında derin bir çelişki yaşamışlardır.

Atomik parçalanma yalnızca nükleer enerji sanayiinin doğmasına neden olmamış, aynı zamanda sanayide, tarımda izotop ve radyasyonların geniş çaplı kullanılmasının yolunu açmıştır. Uzay keşiflerindeki ilerleme, doğrudan ya da dolaylı olarak metalurji, coğrafya ve jeoloji gibi değişik alanlarda ilerlemeyi hızlandırmıştır. Suni peyklerin gelişmesi, yalnızca yeryüzüne bağlı değişik ölçüleri denetlemekle kalmamış, aynı zamanda maden kaynaklarının yerini belirten etkili araçlar olmuştur.

Sibernetik bilimin pratik bulmasıyla, hem yeni hem de eski üretim dallarından daha yeni yüksek bir aşamaya, otomasyona geçilmiştir. Giderek daha büyük bir adım anlamına gelen ve canlı doğa süreçlerinin özlü biçimde incelenmesi temeli üzerinde, makine yapım ve teknoloji sorunlarının çözümünü gerektiren fizik, kimya, biyoloji bilimlerinin bütünleşmesi anlamına gelen “bionik” doğmuştur.

Teknolojinin, sermayenin ve üretimin küreselleşme sürecini hızlandırmasının başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: ABD’de gerekli teknolojinin geliştirilmesi için yeterli sermayeye sahip olan ya da bu sermayeyi bulabilecek ve diğer ülkelerde bu alandaki boşluktan yararlanabilecek şirketler vardır. ABD şirketleri, devletin önemli boyutlardaki AR-GE bağışlarından yararlanmaktadır. Bu şirketler, uluslararası ilişkilerde ya kendi başlarına ya da ABD’nin askeri programları ve bir denetim aracı olan yardım programları sayesinde önemli oranda deneyim kazanmışlardır.

Büyük şirketlerde, cömert hükümet yardımlarıyla bilimsel araştırma ve teknolojik gelişme bütünleşmiş, böylelikle bilimsel olanaklar, üretim sürecini kısaltmanın önemli bir unsuru olarak kullanılmıştır. Bu da uluslararası şirketlere, kendisinden daha büyük ve daha az güçlü olan rakipleri üzerinde bir üstünlük sağlamıştır. Ulaşım olanaklarının artması, ulaşımın kolaylaşması, yabancı ülkelerdeki ucuz emeği kullanabilmeyi olanaklı kılmıştır. Böylece, çeşitli ülkelerde kolları olan, birbirleriyle bağlantılı alanlara yayılan çok uluslu şirketlerin güçlenmesinin koşulları oluşmuştur.

Bilimsel teknolojik devrimin bir sonucu olarak kömür, petrol, tekstil, demiryolu vb. sanayi dallarının yerlerini giderek yoğunlaşan biçimde teknolojiye dayanan elektronik ve nükleer sanayinin almaya başlamasının koşulları oluşmuştur.

1950 sonrası teknolojileri

1950-68 döneminde kapitalist dünyada, her sanayi dalında istihdam ve sermaye yatırımlarından çok, bilimsel personel ve araştırmaların daha geniş biçimde kullanımı ve teknolojik ilerlemeler, üretimin karakterini de önemli oranda değiştirmektedir. Örneğin bilimsel ve teknolojik devrim öncesinde, mikroorganizmalar, yalnızca özel besin ve kimya sanayileri girişimlerinde uygulama bulmuştur. Sonrasında ise bunlar suni protein üretiminde, madenlerin işletilmesinde ve daha başka alanlarda petro-kimya sanayi tarafından kullanılır olmuştur.

ABD, Batı Avrupa ve Japonya için “Bilimsel ve Teknoloji Devrimi”ni ve uluslararası tekelleri güçlendiren bir işlev yüklenmiştir. Bu ülkelerdeki şirketlerin bilimsel çalışmaların yönelimini belirlemeleriyle edinilen avantaj çokuluslu tekellere muazzam bir güç kazandırmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında 1957’den 1975’e kadar süren bu resmî olmayan rekabet, uzaya uydu yollayarak ve insan göndererek orayı keşfetme, Ay’a insan indirme gibi çabaları içermektedir. Kısaca Uzay Yarışı, Soğuk Savaş’ın bir parçasıdır.

Yarışın başlangıcı, 2.Dünya Savaşı’ndan kalma roket teknolojisine, savaştan sonra ortaya çıkan uluslararası gerginliğe ve Sovyetlerin 4 Ekim 1957’de Sputnik 1 adlı ilk yapay uyduyu fırlatmasına dayanmaktadır. Uzay Yarışı, Soğuk Savaş döneminde SSCB ve ABD arasındaki kültürel ve teknolojik rekabetin önemli bir parçası haline gelmiştir. İki ülkenin birbirini olası bir sıcak savaştan önce moral olarak çökertme çabalarında, uzay teknolojisi araç olarak kullanılmıştır.

4 Ekim 1957’de SSCB Sputnik 1’i başarıyla fırlatıp yörüngesine yerleştirmiştir ve böylece Uzay Savaşı başlamıştır. Askerî ve ekonomik suçlamalar yüzünden Sputnik Amerika’da korkuya ve politik tartışmalara sebep olmuştur. Diğer yandan Sputnik’in fırlatılışı Sovyetler tarafından bilim ve mühendislik alanlarındaki gelişimin bir simgesi olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği’nde, Sputnik’in fırlatılışı ve sonrasındaki uzay programları halkın büyük ilgisini çekmiştir. Ülkenin teknoloji alanında kazandığı bu başarılar, savaştan sonra yavaş yavaş yaralarını sarmakta olan halk için büyük cesaret kaynağıdır.

Sputnik’in başarısından önce ABD kendi teknolojisinin her alanda üstün olduğunu varsaymıştır. ABD, Sputnik’in başarısının ardından, teknoloji alanında kaybetmiş olduğu üstünlüğü tekrar kazanmak için büyük çaba sarf etmiştir. Başkan Kennedy halkı motive etmek ve kuşkuya düşen halkın uzay programlarını desteklemesini sağlamak amacıyla konuşmalar yapmaya başlamıştır. Başkan John F. Kennedy’nin yardımcısı Lyndon B. Johnson, ABD’nin çabalarını ve konuyu şöyle anlatmıştır:

“Dünyanın gözünde, uzayda birinci gelen birincidir, nokta. Uzayda ikinci olan her şeyde ikincidir.”

Sputnik’in fırlatılışından yaklaşık 4 ay sonra, ABD ilk uydusu olan Explorer 1’i fırlatmıştır. Fırlatılan ilk uyduların çoğu bilimsel amaçlıdır. Sputnik ve Explorer 1, ülkelerinin Uluslararası Jeofizik Yılı’na (International Geophysical Year) katkı amacıyla fırlatılmıştır. Sputnik atmosferin üst tabakasının yoğunluğunun belirlenmesinde, Explorer 1 ise uçuş verileri sayesinde James Van Allen’in “Van Allen Radyasyon Kemeri”nin keşfinde kullanılmıştır.

İlk iletişim uydusu olan Project SCORE, 18 Kasım 1958 tarihinde Başkan Eisenhower’ın yılbaşı mesajı olarak fırlatılmıştır. Uzay Yarışı sırasında, iletişim uydularıyla ilgili gerçekleştirilen diğer önemli projeler ise şöyledir: 1962’de ilk “aktif” iletişim uydusu olan Telstar, 1972’de Kanada’da ilk yerel iletişim uydusu olan Anik 1, 1974 yılında ABD’nin ilk yerel iletişim uydusu olan WESTAR ve 1976 senesinde ilk mobil iletişim uydusu olan MARISAT’tır.

Birleşik Devletlerin ele geçirdiği Alman V-2 roketleriyle fırlattığı meyve sinekleri, 1946’da uzaya hayvan gönderen ilk bilimsel çalışma olarak kayda geçmiştir. 1957’de SSCB’nin Sputnik 2 uçuşu ile yörüngeye gönderilen ilk canlıysa Laika adında bir köpek olmuştur. Amerika Afrika’dan ithal ettiği şempanzelerle uzaya insan göndermeden önce çalışmalarda bulunmuştur. Yine Sovyetler, 1968 yılında Zond 5’le uzaya kaplumbağalar göndermiş, ayın etrafını dolaşan ilk canlı uçuşunu gerçekleştirmiştir.

Sovyetler Birliği, Vostok serisi uzay araçları ile uzaya ilk insanı göndermeyi başarmıştır. Yuri Gagarin 12 Nisan 1961’de Vostok 1 aracıyla yaptığı uçuşla Dünya yörüngesine başarıyla ulaşan ilk insan olmuştur. Bu olayın yıldönümü Rusya’da ve birçok ülkede hâlâ kutlanmaktadır. Şüphesiz ki insanlı Sovyet uzay programı insanlık tarihinin en önemli ve cesur girişimlerinden biridir.

ABD, Sovyetlerin bu atağı karşısında kendi projesini hızlandırmıştır ve 25 Nisan 1961’de  Mercury-Redstone 3’ü uzaya göndermişir. Ancak bu araç yörüngeye girememiş, atmosferin dışına çıktıktan hemen sonra geri dönüştür. ABD’nin yörüngeye girebilen ilk insanlı uçuşu, 20 Şubat 1962 tarihinde ancak bir yıl sonra, John Glenn yönetimindeki Mercury 4 aracı ile gerçekleşmiştir.

Sovyetler, kazandıkları bu ivme ile uzay yarışında başka ilklere de imza atmıştır. Valentina Tereşkova 16 Haziran 1963’te Vostok 6’yla uzaya gönderilen ilk kadın olmuştur. SSCB’nin Voskhod 2 programında Aleksei Leonov, 18 Mart 1965’te ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirmiştir. Bu başlangıcın ardından gerek Sovyetler, gerekse ABD’liler uzaya insanlı uçuşlar yapmayı sürdürmüşlerdir. Uzay yarışının bu ilk döneminde Sovyetler Birliğini üstünlüğünü devam ettirmiştir. Sovyetler bu başarıları gerçekleştirirken ABD de uzay teknolojisini geliştirmiştir. Sovyet uzayinsanları, otomatik işleyen kendi araçlarının yolcusu durumunda iken, ABD’li uzayinsnaları, araçlarını idare eden pilotlardır. Bu tecrübe ve teknoloji farkı, Ay’a iniş projesinde ABD’ye üstünlük sağlamıştır.

Ay’a iniş

“Bir insan için küçük, fakat insanlık için büyük bir adım.” (Neil Armstrong)

Uzay Yarışı’nın başlangıcında Sovyetlerin sağlamış olduğu açık üstünlüğe karşı, ABD bir karşılık verme arayışına girmiştir. Ay’a insan indirme ve geri getirme hedefine ulaşmak için başlatılan projeye Apollo adı verilmiştir.

Sovyetlerin insansız uzay roketlerinin Ay’a daha önce ulaşmış olmasına rağmen, 21 Temmuz 1969’da Ay’a adım atan ilk insan ABD’li Neil Armstrong olmuştur. Apollo 11 görevinin komutanı olan Armstrong bu tarihî anda yaklaşık 500 milyon kişi tarafından izlenmiştir. Bu olay kuşkusuz 20. yüzyılın en önemli olaylarından biri kabul edilmektedir. ABD’nin aksine, SSCB’de uzay çalışmalarını yöneten merkezî bir organizasyon yoktur. Sovyetler bazı denemelerden sonra yaşanan başarısızlıktan sonra Ay programlarının varlığını uzun süre inkâr etmişlerdir. Hatta Ay’a insan indirmenin çok riskli ve pahalı olduğunu, uzayinsanlarının hayatını böyle gereksiz bir macera için riske atamayacaklarını ve kaynaklarını halklarının refahı için harcamayı tercih ettiklerini açıklayarak bir karşı-propaganda yapmışlardır. Buna göre, Sovyetler, robotlar kullanarak Apollo Programı’nın sonuçlarına daha ucuza ve uzayinsanlarını riske atmadan ulaşabileceklerdir. Bu iddialar doğrultusunda, Ay’a gerçekten robotlar göndererek toprak örnekleri almayı da başarmışlardır.

Ay’a iniş, uzay yarışının en önemli kilometre taşıdır. Bu aşamada ABD, Kennedy’nin “1960’lı yıllar bitmeden Ay’a insan indirme” hedefini gerçekleştirerek Sovyetler’e karşı kesin bir zafer kazanmıştır. Ay yarışını kaybeden Sovyetler daha ucuz ve mütevazı seçenek olan uzay istasyonlarını tercih etmişlerdir. Bu konudaki çalışmalar 1960’ların ortasında başlamıştır.

Ay’a insanlı inişin ardından ABD de uzay istasyonu projesiyle ilgilenmeye başlamıştır. Böylece Sovyetler’in uzay istasyonu projesine cevap verilmiş olacaktır. ABD’nin ilk (ve halen tek) uzay istasyonu olan Skylab(İng.uzay laboratuvarı) 14 Mayıs 1973’te uzaya gönderilmiştir. İstasyona ilki 25 Mayıs 1973’te olmak üzere üç seferde toplam dokuz uzayinsanı gönderilmiştir. Skylab’ın çalışmaları, ismine uygun olarak bilimsel konularda yoğunlaşmıştır. İstasyonda 2.000 saatten fazla bilimsel deney çalışması yapılmıştır.

1975 Sonrası Teknolojiler

1974-75’den sonra, hemen göze çarpan iki özellik bulunmaktadır: Birincisi Japonya’nın, başta ABD olmak üzere, dünyadaki yüksek gelirli pazarlara karşı atağa geçmesi ve ikinci olarak otomasyon, bilgisayar kontrollü tasarım ve üretim, bilgi yönetimine yönelik sanayi ve hizmet ve ürünlerin üretim süreçlerinde gerekli olması ve aynı zamanda bugün Üçüncü Teknoloji Devrimi olarak nitelendirilen büyük çaplı değişikliğin dünya çapında hızlanmasını sağlayan sermayenin Batı ekonomilerinde yeşermeye başlamasıdır. Bu hareket, dünya ekonomisinde sadece yeni mal ve hizmetlerin değil, bunları üretecek yeni araç, gereç ve kuruluşların, yeni üretim süreçlerinin ve bütün bunların finansmanının düzenlenebilecek bir kurumsallaşmaya doğru yönelmesini sağlamıştır.

1980’li yıllar, bu hareketin ivme kazandığı ve dünya ekonomisinin hızla bütünleşmeye yöneldiği dönem oldu. Sadece ABD, Japonya ve Batı Avrupa’dan değil, bazı yeni sanayileşen ülkelerden de kaynaklanmak üzere uluslararası yatırım hacmi, teknoloji yaygınlaştı, ticaret canlandı ve bütün bunlar dünya sermaye piyasalarının 1980’lerin ortasında birbirine kenetlenmesi ile hızlandı. Ayrıca, Kuzey Amerika’da, Batı Avrupa’da ve Asya-Pasifik ekseninde bölgesel bütünleşmelerin pekişmesi, dünya çapındaki piyasa kenetlenmelerini de kolaylaştırdı.

Sonuç

20. yüzyılın ortalarına doğru patlak veren İkinci Dünya Savaşı ile birlikte devletlerin barışçıl amaçlarla kolay kolay destek vermeyeceği bilimsel araştırmalar, savaş zamanında ve sonrasındaki Soğuk Savaş döneminde kıymetli olmuştur. Belki de daha bir kaç nesil araştırılması akla dahi gelmeyecek konular araştırılarak birçok teknolojik gelişme yaşanmıştır. Öncelikle askeri ve güvenlik ihtiyaçlarından kaynaklanan bu ilerlemeler, dönemin taraflarının birbirlerine üstün gelme çabalarında aktif rol oynamıştır. Aynı zamanda günümüz iletişim yapısının da temelini oluşturan bu gelişmeler genel olarak bir rekabetin sonuçlarından meydana gelmiştir.

Savunma amaçlı olarak geliştirilen tonlarca ağırlıkta olup, çok fazla enerjiyle az veri işleyebilen bilgisayarlardan, maliyeti düşük, yüksek işlemcili akıllı telefonlara sahip olma imkanının bulunduğu günümüzde dahi bu olayın etkilerini açıkça görmek mümkündür. İletişim açısından bakılacak olursa, yine aynı dönemde adeta “uzay yarışı”na dönüşen tarafların çabalarının bugün uydu üzerinden internet hizmetinin alınmasına kadar öncülük ettiği düşünülebilir. Ayrıca savaş sırasında ve sonrasında tıbbi gelişmelerin de bugünkü modern tıp için büyük bir kaynak olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü söz konusu dönemlerde asıl hesaplanan, daha fazla düşmanın nasıl öldürülebileceği ile ilgilidir. Ama durum düşünülenden farklı olmuş; savaş zamanı buluşları gerçekleştirenlerin dahi düşünmediği bir şey gerçekleşmiştir. Öldürmek için yapılan keşif ve icatlar yaşatmak için kullanılır olmuştur.

Nisa Burcu Yağmur

Kaynakça

  • Başaran, Mehmet. Özgürleşme Eylemi Köy Enstitüleri, Eğit-Der Yayınları, Ankara: 1990.
  • Candoğan, Galip. Köy Enstitüleri Sistemi ve Çağdaş Eğitimi Dikili Belediyesi Yayınları,  1993.
  • Kanar, Haşim. Köy Enstitüleri Eğitimde Atılım, Ankara: Selvi Yayınları, 1990.
  • Özsoy, Yahya. Köy Enstitüleri Programları, Ankara: Egit-Der Yayınları, 1990.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir