Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Aristoteles ve İbn-i Sina’ya Göre Kadın

Aristoteles ve İbn-i Sina’ya Göre Kadın

Kadının kimliği problemi, Antik Yunan felsefesinden Orta Çağ İslam Rönesansı’na, aydınlanmadan modern zamanlara kadar hep var oldu. Bin yıllar boyunca çözülemeyen kadının ne olduğu tartışmasına, Aristoteles ve İbn-i Sina’nın kadın konusundaki görüşlerinin olumlu bir katısı olabilir mi?

Kadın sorunu, yüzyıllardır farklı şekillerde tezahür etse de aslında sorunun özü hep aynıdır: Kadının statüsü. Günümüzde de bu konu hala toplumsal tabakalaşmada çözüme kavuşturulmuş değildir. Bugünkü düşünce sistemlerimizin altında, Yunanlı filozof Aristoteles ve onların eserlerini Arapçaya tercüme edip ayrıntılı şerhler yazan  Müslüman filozof İbn-i Sina vardır.

Aristoteles: Eksik Bir Varlık

Aristoteles pek çok bilimin bugün dahi kullandığı bilimsel dilin kurucusu, birçok bilimi kurup düzenleyen bir filozoftur. Çağının aşağı yukarı bütün bilim dallarında yapıtlar vermiş olan Aristoteles’in ortaya koyduğu kesin gözlem ve sınıflama kuralları, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’ün yapıtlarının çevirileri aracılığıyla Ortaçağ’da bütün Batı kültürüne damgasını vurmuştur[1]

Aristoteles’e göre kadında bir şey eksiktir. Şöyle diyordu Aristoteles: “Kadın eksik bir erkektir. Üreme olayında erkek etkin ve verici iken kadın edilgen ve alıcıdır. Çünkü çocuk erkeğin özelliklerini alır… Erkekler, koşullar büsbütün doğaya aykırı olmadıkça yönetmeye dişilerden daha yeteneklidir; yaşlılar da gençlerden”.[1]

Devlet yönetiminde yöneten ile yönetilen yer değiştirebilir. Çünkü yurttaşlar arasında doğadan bir ayrılık yoktur. Zaten belli bir doğaya sahip olanlar yurttaştır. Ancak erkek ile kadın arsındaki üstünlük, aşağılık ilişkisi süreklidir. Çünkü ikisi doğadan farklıdır. Aristoteles; çocuk, köle ve kadınları düşünme yetenekleri ve ahlaki seviyeleri bakımından erkeklerden ayırır:

“Ruhun düşünme yetisi kölede hiç yoktur, kadında vardır ama işlemez, çocukta ise henüz gelişmemiştir… Örneğin erdemden hepsi pay alır ama payları aynı ölçüde değildir; biri yönetenin diğeri yönetilenin erdemidir nicelik değil nitelik farkı vardır. Örneğin susmak kadının şanındandır, oysa erkek için böyle değildir. Özgür bir ev halkının yönetimi monarşidir çünkü her evin bir tek yöneticisi vardır. Bir adamın karısı üstündeki yönetimi devlet adamının yönetimi gibidir. Çocukları üstündeki yönetimi ise bir kralın yönetimi gibidir, kralca bir yönetimdir”.[2]

Aristoteles, bütün-parça ilişkisine dayanarak çocukların ve kadınların erdeminin ve eğitilmesinin devletin iyiliğine bir etkisi olacağını savunur. Çünkü ona göre kadınlar ergin özgür bireylerin yanını meydana getirirler; çocuklar da geleceğin yurttaşları olacaklar ve siyasal yaşama katılacaklardır.

Burada, ataerkil sistemin (patriyarki) anlamı üzerinde durmak gerekir. Ataerkil sistem, bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi sonucunu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel olarak kullanıldığında erkek iktidarını ifade eder. Ancak bu ataerkil sistemin örgütlenmesinin ve uygulanmasının tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ataerkil aile biçimi, baba/erkek soyuna dayalı ve esas olarak mülkiyetin babadan meşru oğula geçmesini güvence altına alan bir aile biçimidir (Berktay, 2009,24).

İbni Sina: Hilekar, Davetkar, Pek Az İtaatkar

Aristoteles’in etkisinde kalan İbn-i Sina, Metafizik adlı eserinde, kadının statüsünü kadının doğası ve bu doğaya uygun ödevleri bağlamında tanımlar.

“Kadının ödevi, iffetli olmaktır çünkü kadın şehvetinde ortak olunandır ve nefsine oldukça davetkârdır. Bununla birlikte kadın, çok hilekâr ve akla pek az itaat edendir.”

Kadında ortaklık, büyük bir nefret ve utanca yol açar ki bu, meşhur zararlardandır. Erkekte ortaklık ise, utanca değil kıskançlığa yol açar. Kıskançlık ise dikkate alınmaz çünkü kıskançlık şeytana itaattir. Şu halde kadında örtünme ve ağır başlılığın yasa olması uygundur. Bu nedenle kadının erkek gibi çalışanlardan olmaması gerekir. Bu bakımdan kadının geçiminin erkek tarafından karşılanması yasa olmalıdır. Dolayısıyla kadının geçiminin erkek tarafından karşılanması gerekir. Fakat erkek de bunun karşılığında bir bedel almalıdır. Bu bedel;

“Erkeğin kadına sahip olması, kadının ise erkeğe sahip olmamasıdır.”[3]

İbn-i Sina’ya göre dolayısıyla kadının erkekten başkasıyla evlenme hakkı yoktur. Erkek ise fazlasının hoşnut edemeyeceği ve geçimini sağlayamayacağı belirli bir sayıyı aşmak yasaklansa bile bu konuda engellenmez. Böylelikle kadından sahip olunan kısım bunun karşılığıdır. Burada sahip olunan ifadesi ile cinsel birleşme kastedilmez. Çünkü İbn-i Sina’ya göre cinsel ilişkiden yararlanmak, kadın ve erkek arasında ortaktır ve kadının payı erkeğinkinden daha çoktur. Çocuk ile sevinmek ve mutlu olmakta böyledir. Tam olarak şunu kasteder:

“Kadının başkası tarafından kullanılmasının mümkün olmamasını kastetmekteyim”.

İbn-i Sina’ya göre çocukta ise yasa, ebeveynden her birisinin onun terbiyesini üstlenmesidir. Anne kendine özgü konuları üzerine alırken baba çocuğun nafakasını temin eder. Çocuğun da ana-babasına hizmet, onlara itaat, saygı ve hürmet etmesi yasadır. Çünkü ana-baba, çocuğun varlık sebebidir. Üstelik çocuğun sıkıntısını da ana-baba yüklenmişlerdir ki açıklığı nedeniyle buna izaha gerek yoktur, diye düşünür. [3]

İki Filozof, Tek Bir Bakış Açısı

İbn-i Sina gibi filozoflar yüzünden yüzyıllardır, yanlış algılar yüzünden “İslam’da kadının adı yoktur” denilmeye çalışılmıştır. Bunun sebebini kültürel kodlarda aramamız gerekir. Kültürel gelenekten kaynaklı kolektif hafızada kadın; şeytan, şer sarmalında tanımlanır. Metalaştırılan kadın olgusundan da anlaşılacağı üzere geçmiş filozofların da günümüz insanının da kadına bakış açısında farklı bir durum söz konusu değildir. Hint kültüründe, Yahudi ve Hristiyanlıkta da durum aynıdır. Bu açıdan ne Aristoteles’in ne de İbn-i Sina’nın bugünkü toplumlarda kadın sorununa çözüm olabilecek fikirlere sahip olabileceklerini düşünemiyoruz. Aksine, bugünkü kadının statüsü ve kimliği etrafında şekillen kadın sorununun kökenindeki isimler olduklarını bile düşünebiliriz.

Bu bağlamda feminist akımların ortaya çıkmasına değil, çıkmamasına şaşırmak gerekir. Kadın – erkek eşitliğine dayanan feminist bilincin şekillendirdiği günümüz kadınının, eski bakış açılarıyla şekillenen kimlik bunalımını aşıp köklü çözümlere ulaşması şart görünüyor.

Mürüvvet Çalışkan

Kaynaklar

  • [1]http://www.ezberim.biz/egitim/33697-aristo-ve-felsefesi/, Erişim Tarihi:22.4.2016.
  • [2]http://www.girgin.org/ansiklopedi/yunandakadin.htm. Erişim Tarihi:22.4.2016.
  • [3]Dördüncü Fasıl, 932-933-İbn-i Sina Metafizik/Litera Yayıncılık.)
  • [4]Anadolu Üniversitesi Yayınları / Feminist Teoride Açılımlar- Prof. Dr. Fatmagül Berkay

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir