Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Dindarlığın Doğası: Sokrates ve Euthyphron Diyalogları Üzerine Felsefi Bir Sorgulama

Dindarlığın Doğası: Sokrates ve Euthyphron Diyalogları Üzerine Felsefi Bir Sorgulama

Bu yazıda, Sokrates ve Euthyphron arasındaki diyalog üzerinden dindarlık kavramının tanrılara olan saygı ve hizmet ilişkisi bağlamında sorgulanmasını ele alacağız. Sokrates’in sorgulayıcı yaklaşımıyla, dindarlığın tanrılara sadece bir saygı gösterisi mi olduğu yoksa daha derin ahlaki ve felsefi bir anlam taşıyıp taşımadığı sorunsallaştırılmaktadır. Euthyphron’un “tanrılara hoş görünme” anlayışı karşısında, Sokrates’in dindarlığın özünü anlamaya yönelik eleştirileri, ibadet ve hizmetin tanrılar için gerçek bir anlamı olup olmadığını araştırmaktadır. Bu tartışmada, tanrı-insan ilişkileri bağlamında dindarlığın işlevi ve sınırları detaylı bir şekilde ele alınacaktır

 

Platon’un Euthyphro diyaloğu, Sokrates’in dindarlık (eusebeia) kavramını sorguladığı kısa ama önemli bir diyalogdur. Bu eserde, Sokrates ve Euthyphron, dindarlığın ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Platon bu diyalogda Sokrates’in Meletos’un suçlamalarından kurtulmak için ve Euthyphro’nun babasını mahkemeye vermesinin altında yatan sebebi öğrenmek için şu soruyu sormuştur; dine uygun ve uygun olmayan şeyler nelerdir?

“SOKRATES: O halde, dine uygun ve uygun olmayan Şeyler nelerdir?” 5d

Euthyphron da Sokrates’e aşağıda verilen diyalog ile cevap verir. Euthyphron’un Sokrates’e verdiği bu yanıt, onun dindarlık ve adalet anlayışını derinlemesine ortaya koyar. Euthyphron, babası aleyhine dava açtığı için toplumun tepkisini çekmiş olsa da, bunu doğru ve dindar bir davranış olarak gördüğünü ifade eder. Ona göre, dine uygun olan, kim olursa olsun – anne, baba ya da bir başka yakın – haksızlık yapmış bir kişiye karşı çekinmeden adaletin peşine düşmektir. Euthyphron, bu tutumu savunurken mitolojik örnekler üzerinden bir meşruiyet sağlar: Yunan mitolojisinde en yüce ve adil tanrı olarak kabul edilen Zeus, kendi babası Kronos’u haksızlık ettiği için cezalandırmıştır.

Burada Euthyphron’un Zeus örneğini kullanması dikkat çekicidir. Kronos, çocuklarını yutarak büyük bir haksızlık yapmış ve bu yüzden Zeus tarafından zincire vurulmuştur. Euthyphron, bu hikâyeyi anlatarak, tanrıların bile aile içi haksızlıklara göz yummadığına dikkat çeker. Bu, onun kendi davranışını haklı gösterme çabasıdır: Eğer Zeus gibi bir tanrı, babasına karşı adaleti sağlama cesaretini göstermişse, Euthyphron da kendi babasının bir suç işlediğini düşündüğünde, onu yargılamakta haklıdır. Bu, onun dini ve ahlaki bir zorunluluk olarak gördüğü bir eylemdir.

Ancak toplum, Euthyphron’un bu tutumunu eleştirmektedir. Ona göre, insanlar Zeus’un bile babasına karşı adalet arayışını kabul ederken, kendisinin benzer bir eylemde bulunmasına karşı çıkmaları büyük bir çelişkidir. Yani Euthyphron, kendi durumunu mitolojik bir zemine dayandırarak, toplumsal normlar ile tanrısal adalet anlayışını bir arada eleştirir. Ona göre, tanrılar için suç olmayan bir şeyin insanlar tarafından suç olarak kabul edilmesi, insanların dindarlık ve adalet konusunda çelişkili bir yaklaşım içinde olduklarını gösterir.

Euthyphron, bu açıklamasıyla dine uygun olanın, taraf tutmadan, suçlu kim olursa olsun adaleti savunmak olduğunu savunur. Tanrılar bile adaletin yanında dururken, insanların adaleti göz ardı etmesi ve haksızlığı affetmeleri Euthyphron’a göre hem dindarlığa hem de ahlaka aykırıdır.

“EUTHYPHRON: Bence dine uygun olan şimdi başlayacağım şeydir. Yani bir cinayet işleyen, kutsal bir eşyayı çalan ya da buna benzer bir kötülük yapan kişi hakkında, o, anne, baba ya da her kim olursa olsun, en ufacık bir kuşku duymadan takibatta bulunulmasıdır. Bunları yapmamak ise dine uygun davranmamaktır. Dine göre bunun böyle olduğuna yönelik bir delilim var. Dikkatli ol! Bunu, suçlu kim olursa olsun yumuşamamak gerektiğini göstermek istediğimde hep anlatırım. İnsanlar tanrıların en iyi, doğru ve yücesinin Zeus olduğuna inanırlar. İnsanlar aynı zamanda Zeus’un oğullarını haksız bir şekilde yiyen babasını zincire vurduğunu, Zeus’un babasının da kendi babasını benzer nedenlerden dolayı sakatladığını da bilirler. Ama aynı insanlar babam haksızlık ettiği için onu dava ettiğimden dolayı bana kızıyorlar. Tanrılar için suç olmayan bir şeyi benim için suç sayarak nasıl bir çelişkiye düştüklerini görüyorsun.” 5e, 6a

Aşağıda yer alan iki diyalogda Sokrates, Euthyphron’un dine uygun eylemler ile dine aykırı eylemleri net bir şekilde ayırdığını iddia etmesine rağmen, bu kavramların özünde ne olduğunu açıklayamadığını fark eder. Euthyphron, dine uygun olanın tanrılara hoş gelen, dine aykırı olanın ise onlara hoş gelmeyen şeyler olduğunu söylemiştir, ancak Sokrates bu tanımı yeterli bulmaz. Euthyphron, dine uygun olanın tanrılara hoş gelen, dine aykırı olanın ise onlara hoş gelmeyen şeyler olduğunu söylemiştir, ancak Sokrates bu tanımı yeterli bulmaz.

Bu noktada Sokrates, dine uygun olanın tek ve değişmez bir özü olup olmadığını sormaktadır. Sokrates’in amacı, dindarlık kavramını yalnızca dışsal örneklerle açıklamak yerine, özsel bir tanıma ulaşmaktır. Ona göre, her dine uygun eylem ya da her dine aykırı davranış, bu eylemlerin arkasında yatan ortak bir öz üzerinden anlaşılmalıdır. Eğer dine uygun eylemler gerçekten bir tek “öz”e sahipse, bu özün ne olduğunu bilmek, doğru ve yanlış ayrımını netleştirecektir. Sokrates’in sorgulaması, bir şeyin dindar olmasının yalnızca tanrılar için hoş ya da uygun olmasıyla mı alakalı olduğu yoksa daha evrensel ve soyut bir ilke üzerinden mi tanımlanabileceği sorusunu gündeme getirir. Yani Sokrates, dine uygun olanın özünün tanrılar tarafından belirlenen bir keyfilik mi, yoksa daha derin bir ahlaki ya da felsefi ilke mi olduğunu anlamak ister. Bu yaklaşım, ahlaki kavramların salt bir otoriteye mi dayalı olduğu, yoksa kendi içlerinde evrensel ve değişmez bir yapıları olup olmadığı tartışmasını doğurur. Euthyphron ise bu sorulara net bir yanıt veremez. Onun tanımı daha çok tanrılara dayalı, onların beğenilerine göre şekillenen bir anlayış üzerine kuruludur. Ancak Sokrates, bu tanımın yetersiz olduğunu göstermek için sorgulamalarına devam eder. Eğer dine uygun olanın tek bir özü varsa, Euthyphron’un onu netleştirmesi gerekmektedir. Aksi halde, dine uygun olanın özünün ne olduğu tam olarak belirlenemez, bu da dindarlığın tanımlanamaz bir kavram olmasına yol açar.

“SOKRATES: Senden dine uygun şeylerin özlerinin ne olduğunu öğrenmek istedim. Çünkü dine uygun olmayan eylemlerin dine aykırı, dine uygun eylemlerin de dine uygun bir tek özünün olduğunu söylüyordun.” 6e

“EUTHYPHRON: Tanrıların hoşuna giden dine uygun, hoşuna gitmeyen dine aykırıdır”. 7a

Sokrates burada, Euthyphron’un dine uygun olan şeyin tanrılara hoş gelen şey olduğu iddiasını ele alır. Euthyphron, dindar insanın tanrılar tarafından beğenildiğini, dine aykırı insanın ise tanrılar tarafından sevilmediğini söylemektedir. Ancak Sokrates, bu noktada bir ayrım yapar: Dindarlık ya da dinsizlik, tanrıların beğenisinden bağımsız olarak değerlendirilebilir. Ona göre, tanrıların hoşuna giden şeylerin tümü her zaman “dindar” kabul edilemez, çünkü tanrıların beğenisinin kendisi bir ölçüt olmayabilir.

Sokrates’in bu argümanı, ahlak ve dindarlığın salt tanrıların keyfine dayalı olup olmadığını sorgular. Eğer bir şey sadece tanrılar beğendiği için dindar kabul ediliyorsa, bu durumda ahlak ve dindarlık tanrıların öznel tercihlerine göre değişebilir. Ancak Sokrates, dindarlığın tanrılardan bağımsız, özünde evrensel bir ölçütü olup olmadığını araştırmak istemektedir. Böylece, dine uygunluk ile tanrıların beğenisi arasında bir fark olabileceğini ima eder. Yani Sokrates’e göre, bir eylemin dindar olup olmadığını belirleyen şey, tanrıların hoşuna gidip gitmemesi değil, daha derin ve evrensel bir ahlaki temele dayanıyor olabilir. Sokrates, insanları birbirine düşman eden temel konuların ne olduğunu sorgular. Haklılık, haksızlık, güzellik, çirkinlik, iyilik ve kötülük gibi ahlaki kavramlar hakkında insanların ortak bir karar verme aracı olmadığında, aralarında çatışma çıkabileceğini öne sürer. Sokrates, bu noktada ahlaki yargılar ve değerlerin mutlak mı yoksa göreli mi olduğunu tartışmaya açar.

Eğer insanlar, ahlaki kavramlar konusunda objektif bir ölçüte sahip olamazlarsa, bu, kaçınılmaz olarak birbirlerine karşı düşmanlık duymalarına yol açar. Çünkü herkes farklı bir doğru ya da yanlış anlayışına sahip olur ve bu farklılıklar anlaşmazlık yaratır. Sokrates’in burada sormak istediği şey, insanların ahlaki kararlarını vermelerinde onlara rehberlik edecek ortak, evrensel bir ölçütün olup olmadığıdır. Bu argüman, Sokrates’in dindarlık ve ahlak konusundaki temel felsefi sorusunu da destekler. Eğer dindarlık (ya da ahlak) tanrıların beğenisine göre şekilleniyorsa, bu durumda insanlar arasında bir uzlaşmazlık ve kaos doğabilir. Çünkü farklı insanlar farklı tanrıların beğenisine göre hareket edebilirler. Ancak Sokrates, ahlaki ve dini eylemler hakkında objektif, evrensel bir ölçüt olursa, insanların bu tür anlaşmazlıklar yaşamayacağını ima eder. Bu diyaloglarda Sokrates, hem dindarlığın tanımlanmasında tanrıların beğenisine dayalı bir ölçütün yetersizliğini sorgular hem de ahlaki kararların evrensel bir temele dayanmaması durumunda toplumda ortaya çıkabilecek çatışmaları göz önüne serer.

“SOKRATES: Şimdi konuyu daha ayrıntılı inceleyelim. Tanrıların hoşuna giden şey, tanrıların beğendiği insandır, yani dindar insan. Tanrıların hoşlanmadığı şey ise dine aykırı, tanrıların sevmediği dinsiz insandır. Ayrıca dindarlık ya da dinsizlik, dine uygunluk ya da aykırılık aynı şey değildir.” 7b

“SOKRA TES: Peki hangi konularda bir karara varamasaydık birbirimize düşman olabilirdik? Haklı, haksız, güzel, çirkin, iyi, kötü konusunda karar vermek için elimizde belirleyici bir araç olmadığından sen, ben ya da diğer insanlar arasında düşmanlıklar doğar, değil mi?” 7d

“SOKRATES: Bütün tanrıların hoşlandıkları şeyler dine uygun, hoşlanmadıkları işler dine aykırı, kimisinin hoşlanmadıkları ise ne dine uygun ne de dine aykırıdır.” 9d

“EUTHYPHRON:. Bence dine uygun şey tüm tanrıların hoşlandıkları şeydir. Tüm tanrıların hoşlanmadıkları şey ise dine uygun olmayandır.” 9e

Sokrates’in “Tanrılar, dine uygun olanı, dine uygun olduğundan dolayı mı severler, yoksa sevdikleri için mi dine uygun bulurlar?” sorusu, Euthyphron İkilemi olarak bilinen ünlü bir felsefi sorunun merkezindedir. Sokrates, burada dine uygunluk kavramının tanrılar tarafından mı belirlendiğini, yoksa dine uygun olan şeylerin zaten özlerinde mi bu niteliğe sahip olduklarını sorgular. Sokrates burada, dine uygunluk gibi ahlaki kavramların tanrılar tarafından yaratılmadığını, aksine özlerinde var olan bir nitelik olduğunu ima eder. Yani tanrılar, ahlakı belirleyen varlıklar değil, ahlakın kendisini gözlemleyen ve ona göre hareket eden varlıklardır. Bu sorgulama, ahlakın evrensel ve bağımsız olup olmadığını, yoksa otoritelere mi bağlı olduğunu tartışır.

Sokrates burada, nesnelerin ya da kavramların sadece var olmalarıyla değil, aynı zamanda nasıl var olduklarıyla ilgili düşünmemizi istemektedir. Bu, ahlaki ya da dini kavramların da basitçe tanrılar tarafından belirlenemeyeceği, bu kavramların özlerinde var olma süreçleriyle ilgili olduğunu vurgular. Aynı şekilde, dine uygun olan bir şey, sadece tanrıların onu sevmesiyle değil, özünde varlık göstermesiyle “dine uygun” hale gelir. Bu iki soru ve açıklama, Sokrates’in varlık, ahlak ve dindarlık üzerine olan derin felsefi sorgulamalarını yansıtır ve bu kavramların temelinde ne olduğunu anlamaya yönelik bir çaba olarak görülür.

Sokrates’in son açıklaması, bir şeyin tanrıların hoşuna gitmesinin, onların onu sevmesinden kaynaklandığını vurgular. Bu, dine uygun olanın tanrılar tarafından sadece hoş görüldüğü ya da keyfi olarak seçildiği anlamına gelmez. Tanrılar bir şeyi sevdiklerinde, onu dine uygun hale getirmezler; o şey zaten dine uygun olduğu için tanrıların hoşuna gider.

Bu bakış açısı, ahlaki eylemlerin tanrılar ya da herhangi bir otorite tarafından belirlenmediği, aksine tanrıların bile evrensel ahlaki ilkeleri takip ettiği fikrini destekler. Tanrıların beğenisi, dine uygunluk ölçütü olamaz; dine uygunluk zaten tanrılar tarafından sevilen bir niteliği taşır çünkü özünde ahlaki açıdan doğru ve dindardır.

“SOKRATES: Yani dine uygun olduğu için sevilir, tanrılar tarafından sevildiği için dine uygun olmaz.” 10d

“SOKRATES: Euthyphron! Bu durumda tanrıların hoşuna giden şeyin dine uygun olan şey olmadığını söyleyeceğiz. Senin de söylediğin gibi, dine uygun olan şey tanrıların hoşuna giden şeydir. Bunlar birbirinden farklı şeylerdir”. 11a

Sokrates burada şunu söylüyor: Eğer dine uygun olan şey, sırf dine uygun olduğu için tanrılar tarafından sevilseydi, bu durumda tanrıların hoşlandıkları şeyler de aynı mantıkla onlara hoş gelirdi. Yani Sokrates, tanrıların hoşuna giden şeylerin, sadece hoşlandıkları için değil, o şeylerin doğası gereği hoşlarına gittiğini ifade eder. Bu durumda dine uygun olan şeyin doğası, tanrılar tarafından sevilmesinden bağımsızdır.

Ancak Sokrates’in bu argümanı, Euthyphron’un dine uygunluğun tanrıların beğenisiyle tanımlanabileceği yönündeki iddiasına bir eleştiridir. Sokrates’e göre dine uygun olan şeyin özü, sadece tanrıların onu sevmesiyle belirlenemez. Dine uygun olan, zaten kendi doğası gereği dindardır ve tanrılar bu nedenle onu sever. Yani Sokrates, dine uygunluğun sadece dışsal bir beğeniye dayandırılamayacağını, bu kavramın özünde evrensel ve değişmez bir nitelik taşıdığını savunur.

Daha net bir ifadeyle:

  • Tanrıların hoşuna giden şey: Tanrılar tarafından hoşlanıldığı için sevilen bir şeydir.
  • Dine uygun olan şey: Doğası gereği dindar olan, yani özünde iyi ve ahlaki olan bir şeydir ve bu yüzden sevilir.

Bu iki kavram birbirinden farklıdır çünkü birincisi tanrıların hoşlanması sonucu sevilen bir şeyken, ikincisi zaten özünde doğru olduğu için tanrılar tarafından sevilen bir şeydir. Bu ayrım, Sokrates’in dine uygunluk ile tanrıların hoşuna giden şeyler arasındaki farkı açıklamak için yaptığı kritik bir noktadır.

Sokrates, Euthyphron’a dine uygun olanın ne olduğunu sormaya devam eder. Ancak Euthyphron, dine uygunluğun özünü açıklamaktansa, sadece tanrılar tarafından sevilmesinden bahsediyor ve bu da yeterli bir açıklama değil. Sokrates, dine uygun olan şeyin özünde ne olduğunu açıklamak için daha derin bir anlayış talep eder. Tanrıların bir şeyi sevmesinden ziyade, o şeyin neden dine uygun olduğunu, özünde ne taşıdığını sormaktadır.

SOKRATES: Tanrıların hoşuna giden ile dine uygun olanın aynı olduğunu kabul edelim. Dine uygun olan bir şey sırf dine uygun olduğundan dolayı tanrılar tarafından sevilseydi hoşlandıkları şey, onlar bundan hoşlandıkları için tanrılar tarafından sevilmiş olacaktı. Ayrıca tanrıların hoşlandıkları şey onlar tarafından sevildiği için hoşlarına gitseydi, bu durumda dine uygun olan da tanrılarca sevildiğinden dolayı dine uygun olurdu. Ancak bunun böyle olmadığını söyledik. Tanrıların hoşlandıkları şeyler ve dine uygun olan şey birbirinden farklıdır, hatta zıt şeylerdir. Birisi sevildiği için sevilecek türden, diğeri ise sevilecek türden olduğu için sevilir. Şimdi sen dine uygun olan şeyin özü nü belirtmek yerine sadece dine uygun olana dışarıdan yüklenen bir niteliği, yani onun tanrılar tarafından sevilmesini öne çıkarıyorsun. Ancak halen bu özü anlatmıyorsun. Senden bunu benden esirgememeni istiyorum. Konuyu baştan inceleyerek bana dine uygun olanın ne olduğunu söyle. Dine uygun olan şey tanrılar tarafından sevilse de başka bir etkide kalsa da tartışma gerektirmez. Şimdi sadece dine uygun ve uygun olmayanın ne olduğunu söylemeye çalış.” 11b

Sokrates, doğruluğun dine uygunluk ile örtüşüp örtüşmediğini sorgular. Ona göre, her doğru eylem dine uygun mu kabul edilmelidir, yoksa doğrular arasında dine uygun olanlar ve olmayanlar şeklinde bir ayrım yapılabilir mi? Bu soru, ahlaki doğruluk ile dini doğruluk arasında bir fark olup olmadığını anlamak için ortaya atılır. Sokrates, ahlaki bir eylemin doğru olup olmadığı ve bu doğrunun dine uygun sayılıp sayılmayacağı üzerine düşünmeyi teşvik eder.

Bu sorgu, dine uygunluğun doğrulukla eşdeğer olup olmadığını ve doğruluk ile dine uygunluk arasında nasıl bir ilişki olduğunu irdeleyen bir sorudur. Sokrates, her doğru eylemin otomatik olarak dine uygun olup olmadığını sorgulayarak, ahlakın ve doğruluğun daha geniş bir çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini ima eder.

Euthyphron, Sokrates’in bu sorusuna doğruluğu iki farklı şekilde cevaplar, Euthyphron’a göre, doğruluğun tanrılarla ilgili olan kısmı, tanrılara borçlu olduğumuz hizmet ve bakım anlamına gelir. Yani dine uygun olan doğrular, tanrılara yönelik yapılan ibadet, kurban verme, dualar gibi eylemleri içerir. Bu eylemler, tanrılara karşı bir görev ve sorumluluk olarak kabul edilir. Euthyphron, doğruluğun ikinci parçasını ise insanlara karşı yapılması gereken doğru eylemler olarak açıklar. Bu da insan ilişkilerinde adalet, dürüstlük, erdem gibi konularla ilgilidir. Euthyphron’a göre, bu doğruluklar dine uygunluk kategorisine girmeyebilir, çünkü doğrudan tanrılarla ilişkili değildirler.

Bu açıklamayla Euthyphron, dini doğruluk ile etik doğruluk arasında bir ayrım yapar. Tanrılara karşı yapılan doğru işler dine uygun kabul edilirken, insanlar arasındaki doğrular, daha çok ahlaki ya da sosyal bir görev olarak değerlendirilir.

Sokrates bu kez aşağıdaki diyalogda daha çok detaylandırarak her doğrunun dine uygun olup olmadığını sorgular. “SOKRATES: Peki her doğru dine uygun mudur? Yani dine uygun olan şey her zaman doğrudur ama doğruların hepsi dine uygun olmayıp, bazılarının dine uygun bazılarınınsa dine uygun olmadıklarını söyleyebilir miyiz?” EUTHYPH RON: Bence doğrunun dine uygun olan parçası tanrılara borçlu olduğumuz hizmettir, bakımdır. Diğer bakımlar, yani insanlarla ilgili olanlar doğrunun bir başka parçasını oluşturur. 12e

Sokrates burada, Euthyphron’a dindarlığın bir tanımını sormaktadır. Ancak daha spesifik bir soru sorarak, dua etme ve kurban sunma gibi geleneksel dini eylemleri gündeme getirir. Sokrates, bu eylemlerin gerçekten “dine uygun” eylemler olup olmadığını sorgular. Başka bir deyişle, dini eylemler sadece ritüeller ve ibadetler mi olmalıdır, yoksa daha derin bir anlam taşır mı? Bu sorusuyla Sokrates, dini eylemlerin özünü ve amacını sorgulamaktadır.

Sokrates’in ikinci yorumu, dini eylemlerle ilgili önemli bir sorgulama yapar. Burada dua etmek, kurban sunmak ya da hediyeler vermek gibi eylemlerin, esasen tanrılardan bir şey talep etme amacı taşıdığına dikkat çeker. Sokrates, bu eylemlerin kendiliğinden dini bir nitelik taşıyıp taşımadığını ve eğer taşırsa, bunun sadece tanrılara bir şey verme anlamına gelip gelmediğini sorgular. Tanrılara yapılan bu tür “ibadetler” aslında karşılık bekleyen bir alışverişten başka bir şey midir? Bu, dini eylemlerle ilgili önemli bir felsefi sorudur çünkü bu tür eylemler, tanrılara sevgi, saygı veya tapınma göstermekten çok, kendi kişisel çıkarlarımıza yönelik bir şeyler istemek gibi gözükebilir. Euthyphron, dini eylemleri alışveriş olarak tanımlarken, Sokrates bunun daha derin, daha evrensel bir anlam taşıması gerektiğini ima eder. Dindarlık, sadece karşılık almak için yapılan bir eylem olmamalıdır; o, aynı zamanda bir insanın içsel doğruyu takip etmesi, tanrılara olan sevgisini ve bağlılığını ifade etmesi anlamına gelmelidir. Bu, dini eylemlerin sadece dışsal bir ritüel olarak değil, insanın manevi bir yolu ve ahlaki bir sorumluluğu olarak anlaşılmasını gerektirir.

SOKRATES: Dine uygun olan şey nedir? Dua etme ve kurban sunma sanatı mı? 14d

SOKRATES: Dua etmek, kurban sunmak ya da tanrılara hediyeler vermek, aslında onlardan bir şey istemektir SOKRA TES: Yani dindarlık, tanrılara bir şey verip onlardan bir şey isteme sanatıdır.

Aşağıdaki diyalog üçlüsünde de Sokrates yine tümevarımsal bir şekilde; Bir şey istemenin en doğru yolu ihtiyacımız olanı bilmektir olduğunu, bir şey vermenin doğru yolu da tanrıların ihtiyacı olanı bilmektir olduğunu söyler sonuç olarak dindarlığın, tanrılar ve insanlar arasındaki alışveriş sanatı olduğu çıkarımını yapar Sokrates burada, doğru bir şekilde talepte bulunmanın, önce ihtiyacımız olan şeyi bilmekle başladığını ifade eder. Bu, bir insanın tanrılardan doğru bir şey talep edebilmesi için öncelikle neye gerçekten ihtiyacı olduğunu bilmesi gerektiği anlamına gelir. Yani, bir şey istemenin sanatı, gereksinimlerin farkında olmayı ve bilinçli taleplerde bulunmayı gerektirir. Aksi takdirde, istenen şeyin gereksiz veya anlamsız olabileceği ima edilir. Diğer sorgulamada, tanrılara yapılan ibadetlerin veya sunulan hediyelerin sembolik mi yoksa gerçekten tanrılar için anlamlı mı olduğuna dair önemli bir eleştiriyi içerir. Sokrates, insanın sadece tanrılara bir şeyler sunmakla yetinmemesi gerektiğini, bu sunuların veya ibadetlerin anlamlı ve doğru bir amaca hizmet etmesi gerektiğini savunur.

Sokrates, Euthyphron’un dine bakış açısına dayanarak, dindarlığın tanrılarla insanlar arasındaki bir “alışveriş sanatı” olup olmadığını sorgular. Burada, tanrılara bir şey verip onlardan bir şey talep etmenin, iki taraf arasında bir alışveriş ilişkisine dönüşüp dönüşmediğini ortaya koyar. Sokrates’in bu yorumuyla birlikte, dindarlık, bir tür karşılıklı kazanç ya da fayda sağlayan bir ilişki olarak tanımlanmış gibi görünür. İnsanlar tanrılardan bir şey talep eder, karşılığında ise ibadet, kurban ve sunular gibi eylemlerle tanrılara hizmet eder. Ancak Sokrates’in bu yaklaşımı, bu tür bir dini anlayışın yüzeysel olup olmadığını ve dindarlığın özünde bu tür bir “alışveriş” ilişkisine indirgenip indirgenemeyeceğini eleştirel bir şekilde sorgular. Sokrates’in bu diyalogda Euthyphron’un dindarlık anlayışını sınadığı açıktır. Dindarlığın yalnızca tanrılara hizmet etmek ve karşılığında onlardan bir şey almak anlamına gelip gelmediğini araştırır.

SOKRATES: Bir şey istemenin en doğru yolu ihtiyacımız olanı bilmektir, değil mi?

SOKRATES: Bir şey vermenin doğru yolu da tanrıların ihtiyacı olanı bilmektir. Bir kimseye ihtiyacı olmayan bir şeyi vermek sanata uygun düşmez,

SOKRATES: O halde sevgili Euthyphron dindarlık demek, tanrılar ve insanlar arasındaki alışveriş sanatıdır. 14e

Bu diyalogda Sokrates, dindarlık kavramının gerçekten ne anlama geldiğini ve tanrılar açısından nasıl bir değer taşıdığını sorgular. Euthyphron’un iddiasına göre, dindarlık sadece tanrılara saygı göstermek ve onların hoşuna giden şeyleri yapmaktır. Ancak Sokrates, bu tür bir dindarlığın yüzeysel olabileceğini öne sürer. Eğer tanrılar bu tür hizmetlerden bir yarar sağlamıyorsa, dindarlığın işlevini daha derin bir şekilde ele almak gerekir.

Sokrates’in eleştirisi, dindarlığın sadece bir sembolik eylem değil, aynı zamanda daha anlamlı ve derin bir bağlamda değerlendirilmesi gerektiği düşüncesine dayanır. Tanrılara saygı göstermek önemli olabilir, ancak bu saygının yalnızca hoşnutluk yaratmakla sınırlı olup olmadığı sorgulanmalıdır. Dindarlık, ahlaki bir değer taşır mı, yoksa sadece ritüel ve sembolik bir eylem midir? Bu sorular, Sokrates’in Euthyphron ile olan diyalogunun temelini oluşturur.

Sonuç olarak, Sokrates, dindarlığın tanrılara yönelik bir borç ya da hizmet olmaktan öte, ahlaki ve manevi bir anlam taşıması gerektiğini vurgular. Bu sorgulama, dindarlığın sadece tanrılara hoş görünmekten ibaret olmadığını, daha derin bir anlayış gerektirdiğini ima eder.

SOKRATES: Sağlamıyorlarsa bizden aldıkları ne işe yarar?

Bunlar nelerdir?

EUTHYPHRON: Bunlar yalnızca saygı belgeleridir, onların hizmetinde olduğumuzu gösteren şeylerdir. Daha önce de söylediğim gibi tanrıların hoşlarına giden bazı işlerdir.

SOKRATES: Euthyphron! Bu durumda dine uygun şey tanrıların hoşuna giden şeydir. Yani tanrılara yararlı ya da onların sevdiği şey değildir. 15b

Sonuç olarak, Sokrates ve Euthyphron arasındaki diyaloglar, dindarlık kavramının yüzeysel bir tanımın ötesine geçerek felsefi derinlikte incelenmesi gerektiğini ortaya koyar. Sokrates, Euthyphron’un dine uygunluğu tanrılara hoş görünmek ve onlara hizmet etmekle sınırlayan görüşünü sorgulayarak, dindarlığın özünde ne yattığını araştırır. Bu tartışmalar, dindarlığın sadece tanrılara sunulan ritüel eylemler ya da saygı göstergeleri olmadığını, aynı zamanda insanın ahlaki tutumu ve etik doğruluğuyla da bağlantılı olduğunu vurgular. Sokrates’in soruları, dine uygun olan ile tanrıların hoşuna giden arasındaki farkı belirginleştirerek, dine uygunluğun gerçek doğasını bulmaya çalışır. Böylece bu diyaloglar, dindarlık, doğruluk ve tanrı-insan ilişkilerinin sınırlarını sorgularken, ritüel eylemlerden daha derin ve anlamlı bir ahlaki anlayışa ulaşmanın önemini vurgulayan felsefi bir bakış sunar. Tanrılara hizmet etmek mi, yoksa ahlaki doğruluğu aramak mı daha önemli sorusu, bu felsefi incelemenin merkezinde yer alır ve dindarlığın yeniden tanımlanmasını gerektirir.

Kaynak

Anderson, A., “Socratic Reasoning in Euthyphro”, Review of Metaphysics, 1969, s. 461-469.

Cevizci, A., Sokratik Diyaloglarda Yöntem (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara, 1984.

Platon. Euthyphron, çev. Güvenç Şar. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011.

Platon. Sokrates’in Savunması, çev. Erman Gören. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2006.

Farabȋ. “Eflatun Felsefesi”. Farabȋ’nin Üç Eseri içinde, ed. Hüseyin Atay, 65-87. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1974.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir