Jordan Peterson ve Slavoj Zizek bu ayın sonunda Toronto’da yüzleşecekler. Çok heyecan verici… Yoksa “Ee n’olmuş yani?” mi?
Peterson ve Zizek arasında bu ayın sonunda Toronto’da gerçekleşecek hesaplaşmaya bilet almak istiyorsanız hızlı davransanız iyi olur. Bu yazıyla birlikte sadece iki bilet kaldı ve tanesi 1500 $. Çok da aşina olmadığımız bu adamlar, Toronto’daki 3 bin koltuklu Sony Center Sahne Sanatları’nda, mutluluğun anahtarının kapitalizmde mi yoksa Marksizmde mi olduğunu tartışacaklar. İkilinin geçmişten süregelen tartışmalarıyla ilgili haberler, kendi hayran kitleleri tarafından “baş döndürücü” olarak, diğer kesimler tarafından ise kızgın göz çevirmelerle karşılandı.
Slate dergisi, iki entelektüelin yüz yüze tartışmalarında kimsenin sesli tezahüratta bulunmayacağını ileri sürerken The Stranger dergisine göre bu tartışma tamamen zaman kaybı olacak. Her ikisi de mümkün olabilir fakat gösterinin merak uyandırıcı tarafını inkar etmek yine de çok güç.
Tartışmanın kapitalizm tarafında; heyecanlı, “kenar” Kanadalı, kendisine göre siyasi doğruya dair eleştiriler yazan ve çığır açmış düşünce yazılarına konu olan Peterson yer alacak. Peterson’ın Twitter’da 1 milyondan fazla takipçisi var ve 2 milyondan fazla satan Hayata Dair 12 Kural: Kaosa Karşı Panzehir isimli kişisel gelişim manifestosu mevcut. Övgünün evrensel olmadığını düşünerek söyleyelim: Öğrenciler, onun görüşlerini “Üniversite ilkelerine karşı olduğu için” protesto edince, Peterson’un Cambridge Üniversitesi’ndeki bursu geçtiğimiz haftalarda iptal edildi.
Marksizm tarafında ise geçmişinde Lenin hakkında 3 kitap, Lacan
hakkında 4 kitap ve seçilmiş espriler (Lenin ve Lacan’a eşlik eden şakalar)
üzerine bir inceleme yazısı bulunan, yerinde duramayan Slovenyalı filozof Zizek yer alacak. Zizek, nam-ı diğer kültür teorisinin Elvis’i birçok belgesele konu oldu. Bunlardan biri 2012 yılında yayınlanan, Leonardo DiCaprio’nun oynadığı karakterin buzlu ölüm sahnesini tekrar canlandırdığı Titanic filminin sınıf politikasını incelemiş olduğu Sapığın
İdeolojiye Giden Yolu isimli belgesel.
56 yaşındaki Peterson, “ortalığı kızıştıran enteller” liginde henüz yeni. 70 yaşına giren Zizek ise eski kurtlardan. The Chronicle dergisi 1992 yılında
kendisini keşfettiğinde, kendisini enerjik başlıklarla donatılmış doğuştan gelecek vaat eden bir kuramcı olarak tanımlamıştı. 2004 yılında yayımlanan kısa bir altın seride ise The Chronicle, az sayıda bulunan en önemli söyleyişlerine atfedilmiş “Zizek Saati”ni yayınladı.
Tartışma, Zizek’in The Independent için kaleme almış olduğu bir yazıda, Peterson’u eleştirmesi ve “gördüklerini yorumlamak için kullandığı paranoyak kurgu” ve kötü marksist güçlerin ilerici sosyal hareketlerin arkasında saklandığına dair “çılgın komplo teorisi” şeklindeki sözleri ile başladı. Fakat söz konusu yazı genel olarak solun Peterson’ın popülaritesini desteklemeye yardımcı olan başarısızlıklarına odaklıydı.
Konu postmodernizme gelince Zizek ve Peterson genelde aynı türküyü söylüyorlar. Peterson yine de paranoyak ve çılgın olarak tanımlanmasına tepkisiz kalmadı ve Zizek’e Twitter’dan seslendi. Fakat bir sorun vardı: Zizek, Twitter kullanmıyordu. Peterson’ın etiketleyerek öfke kustuğu hesap sadece bir fan sayfasıydı. Yine de kılıçlar bir kere çekilmiş oldu; söz hakkı Zizek’e geçti ve meydan okuma kabul edildi. Ve şu an vardığımız noktadayız.
Buluşmaları mutlak bir söyleşiden ziyade dövüş gecesine benzese de Zizek ve Peterson, bizim evrenimizin yaratıkları olmaya devam edecekler. En acımasız şekilde aleyhinde konuşanın en sağlam girişimlerine rağmen Peterson, Toronto Üniversitesi’nde Psikoloji Profesörü olmaya devam ediyor. Zizek’in Avrupa Lisans Üstü Eğitim biriminde Felsefi Psikanaliz rofesörlüğü, Pro Londo Felsefe Üniversitesi adına Birbeck Uluslararası İnsanlık Kurumu Müdürlüğü de dahil olmak üzere bir düzine görevi var. Fakat üniversiteden birçok ve gittikçe çoğalan eleştiriler de mevcut.
Peterson’ın eleştirdiği nokta şuydu: Belirli disiplinlerin solcu aktivizm tarafından istila edildiği (Eğitim fakültelerini ve sosyal hizmetleri suçlayıcı şekilde hedef göstermişti) ve bu akademik birimlerin mezunlarını topluma katkı sağlamaları için hazırlanmak yerine, sürekli mağdur olanların saflarına katılmaları için hazırlandıkları. Peterson, “İnsani bilgeliğin mahzeni ve bunu yayma girişimi olan üniversiteler çoktan üniversitenin dışına çıkmıştır” dedi. Son olarak sağa sola savrulan akademiyi sağlam temellere tekrar oturtmak için ciddi ciddi muhtemelen yıpratıcı bulduğu etkenlerden arındırılmış olan kendi online üniversitesini kurmaktan bahsetti. (Sonrasında hırslı planından geri adım atmış olacak ki bunun yerine yazma dersleri vermek için sınıflar kurmayı önerdi. (Yale güvende… Şimdilik)
Zizek ise üniversitelerin devrimci düşünceleri destekleyen ve kolaylaştıran bir kurum olmaktansa “seri üretim uzmanı” olmasıyla dalga geçiyor. “Sadece histeri yeni bilgiler üretiyor, bunun karşısında üniversite söylemi bilgiyi sadece çoğaltıyor. Üniversiteler hayal alemleri olmalı. Bir şey yapıyorsun ama ne yaptığını bilmiyorsun. Bütün büyük
şeyler bu şekilde gerçekleşir” dedi.
Zizek de günlük profesyonel yükümlülüklere meraklı değil. Örneğin anlatıldığına göre New York’ta bir okulda sınıfı, “Bana sakın b*ktan kağıtlarınızı vermeyin!” diye uyarmış çünkü bu daha düşük not almalarıyla sonuçlanabilirmiş. Bunun yerine sessizce oturup B notu için dua etmek daha iyiymiş. Aynı zamanda öğrencilerine hayata dair nasihat vermeye de çok meraklı değil. Şöyle demiş: “Benim standart çizgim: Bana bakın, tiklerime bakın! Deli olduğumu görmüyor musunuz? Benim gibi
bir deliden kişisel sorunlarınıza yardım etmesini nasıl beklersiniz, söyleyin hadi?”
Sonra yine Zizek’in beyannamelerinden biri, gerçekten ciddiye almak hata olur. Retorik tarzı ironik, hızlı ateşli ve hoşgörüsüz, sanki bir vızıldama sesi başlamadan önce son bir kavrama sıkıştırmaya çalışır
gibi, tahrik etmeye bayıldığı apaçık ortada. Aynısını Peterson da yapıyor.
Keskin ileri gerilerden zevk alıyor ve sözde meydan okuyanlara bağırsaklarını boşaltma konusunda diğerlerinden daha önde. YouTube’de arama yaptığınızda Peterson’un şu rakipleri “yok ettiğini” veya “sildiğini” bulacaksınız: Kendine Aşırı Güvenen Solcu Muhabir, Britanyalı Feminist ve Cinsiyet Değiştiren Zamirler, Tüm Panelleri.
Bu tür performanslar Peterson’ın epey takipçi kazanmasına yol açtı. Bu değer artışından para kazanmaktan çekinmedi ve son olarak ıstakoz desenli tozluklar (Peterson bir keresinde sosyal hiyerarşiyi mukayese etmek için ıstakoz kullanmıştı), çoraplar ve kazaklar içeren kendi ticari çizgisini sahnede sergiledi. 44.99 dolara, sıkça tekrarlanan “OMUZLARINI GERİYE AT VE DİK DUR!” öğüdünü yazdığı kapüşonlu sweatshirt alabilirsiniz.
Zizek, kendi markasının ucuz cicili bicili eşyalarının işportacılığını yapmasa da başkaları yapıyor ve Melville’nin “Katip Bartleby” kitabından üstüne yattığı “Ben Yapmamayı Tercih Ederim” ve en çok bilinen ve rutin olarak yeterince zaman ve dinleyicilerin sabrı olsa sayısız öneri sunabileceği örneğine eklediği “Vesaire, vesaire” cümlesi.
Tartışmanın boşa zaman harcamaya dönüşüp dönüşmeyeceği sizin beklentilerinize bağlı. Mutluluğun yolunun kapitalizmden mi yoksa Marksizmden mi geçtiği sorusuna kesin çözüm bulunamayacak
Dipnot: Zizek mutluluğa önem vermediğini söylerken kayıttaydı, bu da işleri bozabilir. Peterson destekçileri kahramanlarının rakibini hakkında gelmesine şahitlik etmeye istekli olsalar da başka bir tipik liberal, günlük birçok konuda iki tarafın birbirlerine çok da uzak olmadıklarını ve ayrı düştükleri konularda Zizek’in kendi hikayesinin bulunduğunu öğrendiğinde muhtemelen şaşıracak. İster sevin ister sevmeyin ama büyük laflar eden yüksek belgeliler arasında salt bağrış çağırışlı bir müsabaka bekleyenler iki kişinin tarih, felsefe ve toplumun güncel zorlukları üzerine bilim hakkında yorumlarını bulabilirler.
Kim Bilir? Belki gecenin sonunda arkadaş olarak çıkarlar. Zizek’in bir zamanlar dediği gibi: “Gerçek sevginin tek ölçüsü karşındakine hakaret edebilmektir”.
Haber: Reşat Okur