2019 yılına kadar Dünya’da yaşamış toplam insan sayısı yaklaşık 108 milyar; günümüzde halen yaşayan insan sayısı ise 7.6 milyardır (www.prb.org). İnsan türünün şu ana kadarki toplam sayısının %7’sini günümüzde yaşayan insanlar oluşturuyor. Şüphesiz ki tarihte hiçbir dönemde aynı anda yaşayan insan sayısı bu kadar yüksek olmamıştır.
İnsan popülasyonunun sürekli artışı gözden kaçırılamayacak bir durum haline gelmiştir. Bundan dolayı devletlerin çoğu nüfus politikaları oluşturmuşlar ve ülke sınırlarındaki nüfusu bu politikalar ile kontrol altına almaya çalışmışlardır. Bazı devletlerde nüfusu arttırmak, bazılarında ise azaltmak üzere planlanmalar düzenlenmiştir. Bu durum doğal olarak nüfusun ürediği aile içine devletin müdahale etmesine de yol açmıştır.
Nüfus üzerine yapılan bilimsel araştırmalarda öne çıkan isimlerden biri İngiliz nüfus bilimci Thomas Malthus’tur. Malthus, nüfusun geometrik (1, 2, 4, 8, 16, 32…) arttığını; besin maddelerinin ise aritmetik (1, 2, 3, 4, 5, 6…) arttığını, 1789 yılında yayınladığı Nüfus Artışı Hakkında Araştırma adlı çalışmasında dile getirmiştir. Bu araştırmanın bir kısmında, toplu ölümleri artıran vebanın gelişini kolaylaştırmak için Malthus şöyle der:
“Nüfustaki artışın, geçim araçlarının oranındaki olabilecek artışla, en azından yiyecek maddeleri yaşamı destekleyecek en küçük paya bölündükten sonra, sınırlaması gerektiği açık bir gerçektir. Nüfusu bu noktada tutmak için gereken düzeyin ötesinde doğan bütün çocuklar, yetişkinlerin ölüleriyle onlara yer açılmadığı sürece, yok olmaya mahkumdurlar…
Bu nedenle, tutarlı davranmak adına, doğanın bu ölümlülük üretme faaliyetini aptalca ve boş yere engellemeye çalışmak yerine kolaylaştırmalıyız. Ve kıtlığın iğrenç yüzünü çok sık görünmesinden korkarsak doğayı kullanmaya zorladığımız diğer yok etme yöntemleri için gayretle teşvik etmemiz gerekir. Yoksullara temizlik tavsiye etmek yerine aykırı alışkanlıkları teşvik etmeliyiz. Kentlerimizde sokakları daha dar yapmalı, evleri kalabalıklaştırmalı ve vebanın dönüşüne yol açmalıyız. Kırsal bölgede, köylerimizi durgun suların yanına inşa etmeli ve bütün bataklık ve sağlıksız konumdaki yerleşimleri özellikle teşvik etmeliyiz.
Fakat en önemlisi, hastalıkları yok etmek için özel çareleri ve yardımseverleri ancak belli düzensizliklerin kökünü toptan kazımak için planlar tasarlayarak insanlığa hizmet ettiğini düşünen oldukça yanlış fikirli kişileri hoş görmemeliyiz. Eğer yıllık ölüm oranı bu ve benzeri araçlarla artarsa muhtemelen her birimiz ergenlik çağında evlenebiliriz ve yine de çok az kişi kesinlikle açlığa mahkûm olur.”
Malthus’a göre nüfusu kontrol altına almak ve kıtlığı engellemek için insanlar geç yaşta evlenmeli, doğumlar kontrol altına alınmalı, hiçbir faydası olmayan yaşlılar ölüme terkedilmeli (bu duruma farklı kültürlerde birer ritüel olarak gerçekleştirilmiştir, senicide terminolojideki karşılığıdır.) ve yoksullara herhangi bir sosyal yardımda bulunulmamalı.
Malthus’un bu teorisine benzer başka bir yaklaşım ise sosyal darwinizm kavramıdır. Sosyal darwinizme göre evrimsel süreçte yok olması gereken alt sınıf sosyal yardımlar sayesinde hayatta tutulmaktadır. Bu yalnızca alt sınıfın çektiği acıyı uzatmaktadır. Sosyal darwinizmin öncülerinden Herbert Spencer bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Devlet müdahalesi, ıstırabı azaltmak yerine sonuçta onu artırır. Hayatta kalmaya hiç uygun olmayanların sayısını çoğaltır ve sonuç olarak hayatta kalmaya en uygun olanların çoğalmasını önler ve onlar için gerekli olan alanı daraltır.”
Bu yaklaşımların günümüzün neo-liberal dünyasında (teknolojinin de gelişmesiyle besin üretimindeki verim artmış ve kıtlık olabildiğince indirgenmiştir) geçerliliği yoktur. Neo-liberal politikalar pazarda kullanılan araçsal aklı diğer tüm alanlara yaymıştır. Bu durumda neo-liberal politikalar, toplumsal hayatın nüfus da dahil olmak üzere tüm alanında ekonominin belirleyici olmasına neden olmuştur. Bu sistem iş gücüne katılabilecek (hatta iş gücüne katılmak için can atacak), üretimi ve tüketimi gerçekleştirecek genç nüfusa ihtiyaç duymaktadır.
Mevcut devletlerinin (özellikle gelişmiş devletlerin) yaşlı nüfusu artmış, genç nüfusu ise azalmıştır. Birçok doğuma teşvik edici ve genç iş gücü göçüne neden olan politikalar gelişmiş devletler tarafından yürütülmektedir. 20 yy. ile gelişen hümanizm, etik gibi kavramlar ise devletlerin yaşlı nüfusunu azaltmak için herhangi bir politika geliştirmelerine kesin surette engel olmuştur. Aynı zamanda modern dünyada yalnızlaşan ve mutsuzlaşan bazı insanlar sisteme yararlı birey olma özelliğini kaybetmiş hatta ötenazi ve intihar gibi eylemlerde bulunmuşlardır.
Kısaca geçmişten bu yana yapılan bütün nüfus araştırmalarında politikalarında yaşlı nüfus sorun arz eden bir unsur olarak dile getirilmiştir. Şu sıralarda ise tüm dünyanın etkisi altına alan Covid-19 virüsü birçok insanın ölümüne yol açmıştır ve açmaya devam etmektedir. Özellikle yaşlı insanların ölümüne yol açan bu virüse karşı yaşlı nüfustan mustarip olan birçok devlet geç önlem alınmıştır. Yöneticiler toplum bağışıklığı gibi konulara değinerek sosyal darwinizme atıfta bulunmuşlardır. Bu durumun yaşlı nüfus sorunundan kurtulmak isteyen devlet yöneticileri tarafından nasıl ele alındığı soru işareti oluşturmaktadır.
Yazan: Mustafa ÇEĞİNDİR