Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Bilişim ve Teknoloji
  4. »
  5. Geçmişten Bugüne Fotoğrafın Görünmeyen Yüzü

Geçmişten Bugüne Fotoğrafın Görünmeyen Yüzü

Mağara duvarı ve tabletlere yapılan çizimlerle başlayan kaydetme ve iletme tekniği her geçen gün gelişme kaydetti.  Peki, mağara resimlerinden fotoğraf makinesine kadar ulaşan bu gelişim serüveninin sırrı neydi?

Arada elbette sürekliliği devem eden bir ilerleme söz konusu ancak biz en nihayetinde fotoğraf makinesinin icadına gelecek olursak karşımıza sihirli bir sözcük olan “ışık” kelimesi çıkıyor. Fotoğraf makinelerinin gelişimine holistik açıdan baktığımızda pek çok faktör bizi karşılasa da bunların içinde en önemli etmen ışık olmuştur. Işığın etkisini anlamak için önce fotoğraf kelimesinin anlamını irdelemek ve ardından da makinenin icat edilme sürecini ele almak gerek.

Fotoğraf kelimesini incelediğimizde, “ışıkla iz bırakmak” ve “ışıkla yazmak” gibi Yunanca kökenli ifadelerin kaynaklarda yer aldığını görürüz. Osmanlı tarihine baktığımızda da bu anlamdan pek de kopuk olmayan “ateş yazması” isimlendirmesiyle karşılaşırız. Bu tanımlamalar ve daha nicesinden de anlaşılacağı gibi fotoğraf makinesinin buluşunda ışığın etkisi yadsınamaz derecede önem taşır.

Bir fotoğraf elde etmek için iki unsura ihtiyaç duyuyoruz; ışık ve ışığa duyarlı bir yüzey. Biraz daha detaylı söz edecek olursak fotoğraf oluşturmak, ışığa duyarlı bir cisim, levha üzerinde kalıcı görüntüler oluşturmak ve dolayısıyla üç boyutlu bir ortamın iki boyutlu bir ortamda kayda alınarak ölümsüzleşmesini sağlamaktır.

Karanlık Kutunun Doğuşu

Evrenin tüm işleyişinde olduğu gibi burada da Hegel’in diyalektiği karşımıza çıkar. Bir fotoğraf elde etmek için ışıktan sonra gerekli olan diğer unsur karanlık. Öyle ki üretilen ilk fotoğraf makinelerinin ismi “camera obscura” yani karanlık kutu…

Makinenin tarihi buluşunda da diğer buluşlarda olduğu gibi birden fazla bilim insanının adı geçiyor. İran asıllı Ebu Ali El Hasan, Fransız fizikçi Joseph Nicephore Niepce gibi isimlerle birlikte fotoğraf makinesinin gelişim süreci boyunca pek çok kişi, bu icadın ilerlemesine katkı sağlıyor. Sonuç olarak kaynaklarda 1820’li yıllarda hayatımıza girdiği ifade edilen fotoğraf makinesinin bugüne kadar gelen serüveni başlamış oluyor.

Tüm teknolojik icatlarda olduğu gibi fotoğraf makinesinin de ilk üretimine baktığımızda ergonomik olarak büyük bir forma sahipken gelişimi ilerledikçe küçük bir form kazandığını görürüz. Makinenin ergonomisinin yanı sıra işleyişi de önemli evrimler geçirmiştir. Bu gelişim sürecine büyük ivme kazandıran olaylardan biri de dijital fotoğraf makinesinin geliştirilmesi ve üretimidir. Ancak makinenin gelişimine bütünsel baktığımızda sinema sektörüne katkısını da unutmamak gerek. Gittikçe küçülen bu cihazın işleyiş gücü büyüdükçe tüm gelişmiş sistemlerde karşımıza çıkan hız unsuru, burada da devreye girer. Artık devasa fotoğraf makinelerini cebimizde taşıyoruz. Ulaşılan bu noktanın teknolojik yönünden oldukça kaba hatlarıyla bahsettik ancak bunun teknolojik yansıması kadar sosyolojik yansıması da değerlendirilmeli. Bu noktada karşımıza Walter Benjamin ve onun çok değerli kuramları çıkar.

İnsan, sürekli daha ileriye giden ve gelişen bir varlık olmuştur. Bilimsel çalışmalar neticesinde yaşanan teknolojik gelişmeleri sadece kendi ekseni içinde değerlendiremeyiz. Tüm bu ilerlemenin sonucunda ortaya çıkan buluşlar, yaşamın her alanına etki etme gücüne sahip. Bunu en iyi ifade eden kişilerden biri de Alvin Toffler olmuştur. Toffler “Üçüncü Dalga” isimli kitabında uygarlıkları, yaşanılan devrim niteliğinde gelişmeler doğrultusunda üç döneme ayırarak inceler. Tarım toplumu, sanayi toplumu ve sanayi sonrası toplum şeklinde üç dalgaya ayırarak oluşturduğu kuramında, kitlelerin üretim biçimlerinde yaşanan büyük yeniliklerin; sanata, aile yapısına, sosyolojiye ve kısaca insanla ilgili olan tüm alanlara nasıl etki ettiğini anlatır. Dolayısıyla teknolojik alanda önemli bir buluş olan fotoğraf makinesinin sosyal yaşam üzerinde olan yansımaları da incelenmeye değer niteliktedir.

Pozlama Süresi Kısaldıkça Bakışlar Yapaylaştı

Konu fotoğraf olduğunda, fotoğraf makinesinin parçaları, teknik işleyişi, türleri, fotoğrafçılık sanatı, önemli fotoğrafçılar ve eserler gibi konular ilk olarak akla gelse de Walter Benjamin fotoğraf makinesi buluşuna bambaşka bir gözden bakar. “Pasajlar” isimli başyapıtıyla tanınan Benjamin’in kent sosyolojisiyle ilgili kuramları yadsınamaz derecede kıymetlidir. Ancak onun “Fotografinin Küçük Tarihi” isimli çalışması da fotoğraf sanatı ve sosyolojinin buluştuğu bir hazinenin anahtarı gibidir. Benjamin bu eserinde fotoğraf makinesinin icadından sonra çekilen ilk fotoğraflardan bahseder. Devasa bir makinedir ve bu makineyle fotoğraf çektirebilme şansı o dönem sadece seçkin ailelerin olur. Makinenin tarihteki ilk versiyonlarının ergonomik açıdan büyük olmasının yanı sıra bahsedilmesi gereken bir diğer özelliği de pozlama süresidir. Üretilen ilk cihazlarda pozlama süresi oldukça uzundu. Fotoğrafı çekilecek kişilerin neredeyse dakikaya varacak kadar uzun saniyeler boyunca objektife bakması gerekliydi. Süre öyle uzundu ki insanların poz verme kabiliyeti bu süre ile ters orantılıdır. Şöyle ki Benjamin’e göre pozlama süresinin uzun olması insanların uzun süre poz verememesi yani bir süre sonra kadraja bakmaktan yorularak bakışlarının normale yani doğal haline dönmesi anlamına geliyor. Bu sebeple tarihte yer alan ilk fotoğrafların görüntü kalitesi düşük olsa dahi fotoğrafta yer alan kişilerin bakışlarının çok gerçek olduğunu ileri sürer Benjamin. İlerleyen teknolojiyle birlikte gelişen fotoğraf makinelerinde ise pozlama süresi kısaldıkça aslında bir bakıma bakışlar yapaylaşıyor.

Fotografinin Küçük Tarihi Kitabından Filozof Schelling, Yaklaşık 1850’ler                               

Walter Benjamin’in gözünden fotoğraf makinesinin gelişimini izlediğimizde, bugünün tartışma konusu olan ve yaşamın her alanına nüfuz eden hız sorunsalı akıllara gelir. Teknolojide, iletişimde, yemek sektöründe, üretimde, ulaşımda, tarımda ve akla gelebilecek her şeyde hızla artış gösteren “hız” nedeniyle yapaylaşan dünya düzeni bir fotoğraf karesi gibi belirir. Aslında Benjamin’in fikirlerini bütünsel olarak değerlendirirsek “aura” kavramını devreye sokmamız gerekir. Sanayi devriminin ardından ürünlerin tek tipleşmesiyle başlayan metalaşma sorunu, yeni bir soru doğurur. “Özgün sanat kavramı” sorgulanmaya başlanmıştır çünkü sayısız ve tek tip olan üretim biçimi, çoğaltma-kopyalama imkânı insan emeğini dolayısıyla oluşturduğu eserin özgünlüğünü diğer bir deyişle biricikliğini ortadan kaldırır. Benjamin’in aura kavramı ve fotoğraflara bakış açısını bir araya getirdiğimizde cihazlar geliştikçe fotoğrafların da diğer eserler gibi biricikliğini yitirmeye başladığını görüyoruz.

Walter Benjamin’in Kuramından Öz Çekime

Şimdi bir de Toffler’ın bahsettiği sanayi sonrası dönemin dahi neredeyse ilerisi olan, içinde bulunduğumuz çağa bakalım. Teknoloji ve bilginin hakim olduğu yeni dünya düzeninde artık fotoğraf makinesini cebimizde taşıyoruz. Aynı pozdan defalarca kez çekerek, onu anında değerlendirme şansına sahibiz. İyinin iyisini hatta onun bile daha iyisini elde edebiliriz. Pozlama süresi diye bir unsurun bugün hayatımızda pek yer almamasının yanı sıra daha da önemli bir nokta var. Uzun saniyeler boyu, objektife bakan insanlar artık kendi fotoğrafını kendini görerek dolayısıyla kontrol ederek çekiyor. Öz çekimin hayatımıza girmesi eğlenceli bir kolaylık gibi görünse de sosyolojik temeli oldukça derin. Çünkü artık “kontrol” devrede ve pozlama süresinin kısalmasıyla oluşan yapay bakışlardan çok daha fazlası söz konusu. Günümüzün bu gerçeğinin değerlendirilmesini Walter Benjamin’den dinlemek şu an imkansız olsa da akıllara teknolojinin getireceği yeniliklerle birlikte fotoğraf karelerini ve bakışları nelerin beklediği sorusu geliyor.

Gökçe Öztürk

Kaynaklar

Alvın Toffler – Üçüncü Dalga – Altın Kitaplar Yayınevi

Walter Benjamin – Fotografinin Küçük Tarihi – Altıkırkbeş Yayın

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir