Dikkat: Bu yazı Squid Game dizisi hakkında spoiler içerir.
Genel olarak plaza çalışanlarını temsilen kullanılır “beyaz yakalı” tabiri. Daha çok zihinsel güç harcayan, ofis ortamlarında bulunan, kendine has terminoloji kullanan, çoğunlukla tüketim ve haz odaklı yaşayan bir kısım beyin işçileridir, beyaz yakalılar. Bu kavramı yakından tanırım çünkü kendimi hiçbir zaman ait hissetmesem de yıllarca bu ortamlarda çalıştım.
Yayınlanmasıyla birlikte büyük popülarite yakalayan Squid Game dizisi bana birçok yönüyle beyaz yakalı hayatı tasvir ediyor gibi gözüktü. En azından önemli benzerlikler olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle dizide, ilk olarak bir elemeden geçtikten sonra oyuna kabul edilen ve panoptik bir ortamda hareketleri sürekli gözlenen oyuncularla, askıda hazır bekleme modundayken plazaya kabul edilen ve hem fiziksel hem de teknolojik gözetim altında çalışan beyaz yakalılar arasında şüphesiz bir paralellik var.
Yine plazaya girişte kişiliklerini askıya asarak bırakan ve kendilerine biçilmiş plaza karakterine bürünerek orada sadece birer kaynak, birer rakam, birer sayı olmayı kabullenen beyaz yakalılarla, dizide kişilikleri ve isimleri ellerinden alınarak eşofmanlarının üzerinde sadece birer rakam olarak tanımlanan kişiler arasında da bir benzerlik kurmak mümkün.
Bir zamanlar beyaz yakalı olarak çalıştığım uluslararası bir şirketten ayrılmaya karar verdiğimde yöneticimin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Dışarısı kurtlar sofrası. Nasıl ayakta kalabilirsin ki? Burası senin için en güvenli yer.” Esasında kimse beyaz yakalıları zorla plaza hayatına sokmamıştır. Tıpkı dizideki oyuncuları kimsenin zorla oyuna sokmaması gibi. Ancak borçları sebebiyle dizide nasıl ki oyuncular oyundan ayrılamıyorsa, günümüz dünyasında çalışma alternatiflerinin azalması sebebiyle, plaza hayatına alışan ve o kültürü benimseyen kişiler de başka alternatifleri bulamamakta veya düşünememektedir. Bu nedenle her ne kadar küçük bir kafe veya Ege’de butik bir otel sahibi olma hayaliyle yaşasalar da, bir plazadan ayrılan beyaz yakalının alternatifi sadece başka bir plaza olabilmektedir.
Güvenlik, bir beyaz yakalı için çok önemlidir. Güvenlik ihtiyacı karşılığında özgürlüğünü feda etmekten çekinmez. Self-panoptik bir kişiliktir beyaz yakalı. Güvenli plaza, güvenli site, çocuklar için güvenli okul, vs. çok önemlidir onun için. Dizide oyunun oynandığı yerin izole bir ada olması ve oyun alanındaki üst seviye güvenlik sistemleri de bu anlayışa ne kadar paralel değil mi?
Bütün bunların ötesinde dizide beyaz yakalı bir karakter de vardır. 218 numaralı Cho Sang-woo Seul Üniversite’sini birincilikle kazanmış, işletme mezunu, zeki bir beyaz yakalıdır. Bir şekilde iş hayatının dışına atılmıştır. Polis tarafından aranmaktadır ancak yakın çevresi O’nu Amerika’da iyi bir pozisyonda çalışıyor zannetmektedirler. Olanla görünen çok farklıdır. Tıpkı beyaz yakalılarda olduğu gibi. Beyaz yakalı için de olmak değil görünmek önemlidir. İmaj her şeyin önündedir ve dizide işe yaramasa da plaza hayatında genellikle işe yaramaktadır. Çoğu zaman bilenin, hak edenin değil de, görünenin, rol yapanın yükselmesi bu yüzdendir. Bir zamanlar çalıştığım bir şirkette, ortada sürekli dosyalarla koşturan biri vardı. Bu kişinin esasında ürettiği bir şey de yoktu ama sürekli koşuşturan görüntüsü ona çalışkan bir imaj kazandırıyordu. Sonradan tiyatro eğitimi almaya başladığını da öğrenmiştim. Nitekim kariyer yolculuğunda çok hızlı yükseldi çünkü rol yapma kabiliyeti plaza hayatında çok önemliydi.
Geçmişte ArGe biriminde çalıştığım bir kurumda, yapılan işin ayrıntılarını ve nedenlerini irdelediğimde, Birim Yöneticisi bana, “Sana söyleneni yap. Beynini çalıştırma, kendini boş yere yorma” demişti. Tıpkı dizideki kırmızı ışık-yeşil ışık oyununda ne zaman yürüyüp ne zaman duracağımıza karar verenin mekanik bir oyuncak olması gibi. Plazada beynimizi çalıştırmamız değil, komutlara uygun hareket etmemiz beklenir. Tehlike anlarında, organizasyonel değişimlerde, gerekirse başkaları siper alınabilir. Dizideki numara 218 gibi uyanıklar, başkalarının arkasına gizlenerek de olsa bir şekilde hayatta kalmayı başarır.
Hırslıdır beyaz yakalı. Hedefi ilerlemektir. Yükselmek için en yakın arkadaşını satmaktan hatta onun omzuna basarak yukarı çıkmaktan çekinmez. Herkes onun için rakiptir. Nitekim kurabiyeden şekil çıkarma oyununda numara 218, oyunu tahmin etmesine rağmen çocukluk arkadaşı Seong Gi-hun’a yani numara 456’ya oyunun ne olduğunu ve neyi seçmemesi gerektiğini söylemez. Yine halat çekme oyununda kazanmak için gerekli ayak oyununu tavsiye eden numara 218’dir.
İş hayatında sırf onun yerine geçebilmek için çeşitli ayak oyunlarıyla en yakın arkadaşının ayağını kaydıranlara da çokça şahit olmuşumdur. Beyaz yakalı bir kere çarkın içerisine girdi mi, kendisini sisteme kaptırdı mı, artık kazanmak için her şey mubahtır. Onu kısıtlayacak ahlak, inanç, değer, vb. şeyler çoğu zaman yoktur. Gerektiğinde kişileri bertaraf etmesini bilmelidir. Tıpkı numara 218’in dizideki misket oyununu kaybettiği anda yaptığı vicdansız planla, tek suçu kendisine güvenmek olan iyi niyetli, saf karakterli numara 199 Ali’yi bertaraf etmesi gibi. Zira ne oyunda ne de plazada saflara yer yoktur.
Plazada insan, kullanılacak nesne durumuna indirgenmiştir. Yeri geldiğinde kullanılacak, işine yaramadığındaysa atılabilecek basit bir nesne. Numara 218’in cam köprü oyununda önce doğru yolu belirlemede faydalandığı cam işçisini, işine yaramadığında bizzat kendisinin aşağıya atması da bu anlayışa çok paraleldir.
Bütün görevlerini tam olarak yerine getirse de, plazada yaşamın devamını garanti edemez beyaz yakalı. Bazen bir organizasyona bazen bir ayak oyununa kurban gitmesi işten bile değildir. Aynen oyunun sonuna gelmesine rağmen patlatılan camlarla yaralanan numara 067 Kang Sae Byeok gibi.
Plaza eğitimlerinde sosyal Darwinist anlayışın uzantısı olarak sıklıkla örnek verilen, ormanda peşinden gelen aslandan değil yanındaki arkadaşından hızlı koşulması gerektiği anlatılan hikayedeki gibi dizideki oyunların ana temasında da hayatta kalmak için bencil ve egoist olunması gerektiği vurgulanır.
Pek çok anlamda irdelenen bu dizinin plaza çalışma hayatı ve beyaz yakalı kavramı üzerine de önemli okumalar içerdiğine inanıyorum. Ne dersiniz? Bu yönüyle de irdelenmeye değmez mi?
Hasan Yükselten