Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Kadın Güzelliği ve Evlilik Üzerine Wollstonecraft Ne Söyledi?

Kadın Güzelliği ve Evlilik Üzerine Wollstonecraft Ne Söyledi?

Wollstonecraft kadın güzelliği ifadesini ahlaksızca bulur. Çünkü kadın güzellik için kendinden, potansiyelinden, fiziksel ve zihinsel gücünden feda eder; erkeğin hazzı uğruna kendisini arzu nesnesi hâline getirebilmek için uğraşır.

İrem Şimşek yazdı. 

Bu yazıda Deniz Soysal’ın yazmış olduğu, Doğu Batı dergisinin 2013 Şubat sayısında yayımlanan “Wollstonecraft ve Kadın Güzelliği Üzerine” yazısını, Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi kitabından da faydalanarak analiz edeceğim.

Deniz Soysal yazıya kadın sorunu, feminizm çalışmaları gibi kavramsallaştırmaların anlamını –özelde Türkiye’de anlamını- sorgulayarak başlıyor. Kadın sorunu ifadesinin ne kadar makul olduğu meseleye dair literatürdeki tanımlamalar feministler arasında da hâlâ ihtilaflı. Ülke nüfusunun yarısını kadınlar ve bu kadınların hatırı sayılır bir kısmını eğitimli kadınlar oluştururken neden kadınların toplumsal duyarlılık geliştirmediğini ve yetkilerinin, sorumluluklarının, yönetimin erkek eline geçmesinden rahatsızlık duymadıklarını sorguluyor. Soysal, Wollstonecraft’ın kitabından şu alıntıyı temel alarak kadın güzelliği ve evlilik kavramlarını, ikisi arasındaki bağlantıyı tartışmaya sokuyor:

“[Kadınların] bedensel ve zihinsel güçleri, ahlaksız bir güzellik nosyonuna feda edilir çünkü amaçları evlilik yoluyla -bu dünyada kadınların yükselmelerini sağlayacak tek yolla- kendilerine bir gelecek hazırlamaktır.”

Kadın Güzelliği İfadesi

Wollstonecraft kadın güzelliği ifadesini ahlaksızca bulur. Çünkü kadın güzellik için kendinden, potansiyelinden, fiziksel ve zihinsel gücünden feda eder; erkeğin hazzı için/uğruna kendisini arzu nesnesi hâline getirebilmek için uğraşır.

Soysal, bu konuda bedensel hazzın hangi cinsiyet olursa olsun tek başına ahlaksız olarak nitelendirilebilecek bir şey olmadığını, ahlaksızlığı başlatanın, bir cinsiyetin bedenini bir getiri karşılığında başka birisinin hazzı için düzenlemesi, belli bir forma sokması olduğunu söylüyor.

Güzelliğin Etkisi

Güzellik kadınların hayatında her zaman neredeyse elle tutulacak derecede kesin, somut ve katı, dayatılmış bir şey oldu, hâlâ da öyle. Her ne kadar son yıllarda beden olumlama, kendini sevme gibi akımlar ortaya çıkmış ve toplumun dayattığı gerçekçi olmayan güzellik algısına karşı maddi manevi bir savaş başlatılmış olsa da aynı zamanda/oranda artan estetik ameliyatları, yeme bozuklukları, güzellik, kozmetik, diyet sektöründe dönen para bize güzelliğin ve “ideal kadın” profilinin hâlâ güncelliğini koruduğunu hatta daha tehlikeli bir hâl aldığını gösteriyor.

Hem toplum hem erkek ve kadın; kadını seyredilen, erkeği seyirci, kadını arzulanan-arzu nesnesi, erkeği arzulayan, hazzı arayan olarak kodluyor. Erkeğin hazzına hitap eden arzulayacağı kadın(ı) olmak için de en büyük araç/silah güzellik oluyor. Soysal, kadının arzusunun bu noktada güzel olmak, güzelliğiyle haz vermek, haz verdiği kişiyle evlenmek olduğunu söylüyor.

Ben bu tespiti biraz sıkıntılı buluyorum. Çünkü hem kadını sadece tek bir ilişki formu (erkek-kadın) içinde ele alması bakımından hem de artık evliliğe bakış hatırı sayılır ölçüde değiştiğinden pek güncel bir yorum gibi durmuyor.

Kölelik Ortadan Kalkmadı, Farklı Bir Forma Büründü

“İki yüz yirmi yıl önce İngiltere’deki kadının kimliğinin ve varlığının evlilikle belirlendiğini ve artık günümüzde böylesi bir kaderin kadınların yaşamından çıktığını düşünmek isteriz ya da düşünmeye yönlendiriliriz; evet kadının durumu çokça dönüşmüştür ancak ataerkil düzen, tıpkı kapitalizm gibi o kadar esnek ve krizleri atlatmakta o kadar başarılı bir toplumsal düzendir ki kadın eğitim, seçme, seçilme ve çalışma hakkı ya da ekonomik özgürlük kazanmış olmasına rağmen hem ruhunun derinliklerinde hem de toplumsal olarak köleliği büyük ölçüde yaşamayı ve yaşatmayı sürdürmektedir.”

Bu alıntı evlilik konusuyla birlikte bahsettiğimiz güzellik mevzusu ile de birebir uyuşuyor. Çeşitli akımlarla ve değişimlerle kadının daha özgürleştiği yanılgısı, kapitalizmin o yeni ve yapay özgürlüğü de alıp meta haline getirmesiyle çelişiyor. Kendini ve vücudunu sevmek, dayatılan toplumsal normlara uymamak isteyen; erkek-erk için yaşamak istemeyen kadın güzellik sektörünün bunu da bir pazar hâline getirdiğini ve tabiri caizse artık boyunda zincirsiz bir köleliğin başlatıldığını fark etmiyor, fark etse bile pratikte kolektif bir karşılığı olmuyor.

Türkiye’de Feminizm İvme Kazandı

Soysal’ın eleştirilerini incelerken yazıyı on yıl öncesinde yazmış olmasını da dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum. Zira Türkiye’de feminizm geçtiğimiz on yılda önceki on yıla kıyasla farklı bir ivme kazandı. Kadın cinayetleri, cinsel şiddet ve istismar gibi kritik konularda pratikte bir gelişme kaydedilemese de özellikle genç kuşakta toplumsal cinsiyete yönelik bir reddetme/sorgulama çabası oluştu; cinselliğe, cinsiyete ve toplumsal rollere yönelik yeni tartışmalar, yeni kazanımlar ortaya çıktı. Artık genç kadınların, özellikle eğitimli genç kadınların birçoğu evliliği olabildiğince geç, kendi “özgürlüklerini” doyasıya yaşadıktan sonra yapmak istiyor. Evlilik kavramının kurumsal değil daha romantik bir imajı var. Daha baskıcı bir ailede yaşamış kadınlar ise evliliği özgürleşmenin bir aracı olarak kullanıyorlar. Evlilikteki sorumluluklar ise büyük oranda tartışmaya döküldü. Ev içi emek paylaşımındaki mevcut eşitsizlik artık daha gözle görülür.

Bu bağlamda düşününce, her ne kadar kendisi de bazı alanlardaki gelişmelerin farkında olduğunu belirtse de yazarın bazı yorumlarının tabiri caizse geride kaldığını, tamamen karşılık bulmadığını düşünüyorum. Yine de -bir öz eleştiri olarak- sadece belirli bir kitleyi tahayyül ederek büyük bir değişim yaşandı diyemeyiz zira tespit yaparken taşrada yaşayan insanları ve nüfusun çoğunu kapsayan yaşlı-yetişkin nüfusu da ele almak gerekir.

Özetle

Soysal, yazının sonunda üç madde hâlinde tespitler yapıyor. Birincisi kadının nihai hedefi evlenmektir çünkü toplum ancak onu evlendiğinde tam olarak kabul eder. Bu noktada kadının yegâne hedefi evlenmektir. Bu tespitin toplumumuzun çoğunluğunda gerçekliğini koruduğunu düşünüyorum. İkincisi güzel olmak ve haz vermek kadının yaşamının esas belirleyicisi hâline gelir. Yalnızca güzellik hedefiyle çalıştırılan beden gerçek bir gelişim gösteremez. Üçüncüsü  ve Wollstonecraft’ın savunusu da kadının zihinsel gelişimi hep ikinci planda kaldığı hatta genellikle kadının yaşamında hiçbir yer edinmediğinden kadının zihninin çoğunlukla gelişmemiş olarak kaldığı yönünde.

Nasıl Özgürleşeceğiz?

Bütün bu evliliğin ve güzellik algısına hizmet etmenin kadın için bir köleleştirme süreci olduğu iddiasından sonra Soysal “Nasıl özgürleşeceğiz?” sorusuna cevap ararken eğitimi işaret ediyor. Elbette kendisi de bütün değişimin sadece eğitimle gerçekleştirilebileceğinin saf, anlamsız bir iyimserlik olduğunun farkında. Fakat yine de bu konuya çözüm ararken eğitime fazla ümit bağlanıldığını düşünüyorum. Bence eğitim öncesi dönem, çocuğun aile içerisinde ve dışında, bireyi-aileyi-toplumu, kadını ve erkeği zihninde bir şemaya oturttuğu süreç daha fazla odaklanılması gereken bir dönem.

Eğitimin önemini ve bireyler üzerindeki etkisini reddetmemekle birlikte eğitimin her şeyi değiştirebileceği algısının Kemalist feminizmin bir tahayyülü -belki de bir kompleksi- olduğunu düşünüyorum. Öyle ki eğitimin bir çözüm olduğunu düşünüyorsak, umut ediyorsak bunun sınıfsallığını da konuşmalıyız. Hangi eğitim, kime, nasıl uygulanacak? Yazının başında da bahsedilen ve hâlâ yüksek bir sayıda olan eğitime ulaşamayan, eğitim hakkı elinden alınmış çocuklara ne olacak? Sadece orta sınıfın ya da üst sınıfın kalifiye çocukları mı feminist bir bilincin muhatabı olacak? Zihnimde ve yazıda bunlara cevap bulamıyorum.

İrem ŞİMŞEK

 

Kaynakça

  • (1)Opie, J. (1797). Mary Wollstonecraft. DeA Picture Library/age fotostock. National Portrait Gallery, Londra.
  • (2)Soysal, D. (2013). Wollstonecraft ve Kadın Güzelliği Üzerine. Doğu Batı, 261-271.
  • (3)Wollstonecraft, M. (2007). Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi. (D. Hakyemez, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası.

 

 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir