“Sanal” kavramı genelde internet teknolojileri ve sosyal medya iş birliği içinde algılanmaktadır. Fakat Castells, hem bu kavrama dayandırarak yeni bir kültürün tanımını yapmaktadır hem de duyusal iletişimin başlangıcına kadar tarihsel bir derinlik vererek yeni bir perspektif sunmaktadır. Gerçek ile sanalın bir potada eritildiği ve zamansız bir zamana ulaşıldığı bu düşünce serüveninde “sanal” ve “gerçek ile ilgili tezlerin alfabe üzerinden kanıtlanmaya çalışılması bir hayli ikna edici görülmektedir.
Toplumun geniş kesiminde “gerçek ile “sanal” kavramlarına dair eksik bir algılama söz konusudur. İletişim teknolojilerindeki gelişmelerden dolayı sürekli ekseninden kayan bu kavramların, nerede başlayıp nerede bittiğinin netleşmesi açısından, tanımlarının güncel tutulması bir zorunluluk. Konu ile ilgili literatüre bakıldığında, özellikle Baudrillard’ın “gerçek”e dair açıklamalarına, uygun düşüncelerin yaygınlığı göze çarpmaktadır: Bir simülasyonunu gördüğümüz “gerçek”in yerini yeni bir “gerçeklik” almıştır.
Bu açıklama, Manuel Castells’in, “Gerçek artık sanal olarak algılanmaktadır” düşüncesi ile örtüşmektedir. Bu durum, 1980’lerden sonra iletişim teknolojilerinde yaşanan güçlü dönüşümle birlikte ortaya çıkan yeni kültürün ürünüdür. İletişim teknolojilerinin kültür ve toplumsal davranış kalıplarıyla etkileşimini inceleyen Castells de zaten, 1990’larda yeni bir multi-medya sistemi ve ardından gelişen merkezsiz ve çok yönlü “yeni medya”nın kültürel ifadelerin büyük bölümünü, bütün farklılıklarını koruyarak kendi alanına hapsettiğini savunmaktadır. Böylece, görsel-işitsel medya ile yazılı basın, popüler kültür ile öğrenilen kültür, eğlence ile bilgilenme, eğitim ile kanaat arasındaki ayrım sona ermiştir. En kötüsünden en iyisine, en elitistinden en popülerine her kültürel ifade devasa, tarih dışı bir dijital hipertext’te birleştirilmiştir. Bu yeni sembolik ortam, Castells’e göre sanallığı gerçekliğimiz haline getirmiştir.
Konu ile ilgili olarak başvurulabilecek en önemli kaynaklardan biri olan Castells’in Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür adlı kapsamlı eserinde bu görüşe rasyonel dayanaklar da bulmak mümkündür: Bütün toplumlarda, insanoğlu sembolik bir ortam içinde var olmuş, bu sembolik ortam aracılığıyla hareket etmiştir. Dolayısıyla tipografik iletişimden, çok duyulu iletişime dek bütün iletişim biçimlerinin elektronik olarak bütünleşmesi etrafında örgütlenen yeni iletişim sisteminin tarihsel özgüllüğü, sanal gerçekliği başlatmış olması değil, gerçek sanallığı inşa etmesidir. Buna göre gerçeklik, deneyimlediğimiz biçimiyle hep sanal olmuştur. Çünkü pratik, her zaman doğru semantik sembollerle algılanmaktadır.
Bir takım simge veya sembollerin bir araya getirilmesi ile oluşturulan algoritmalardan oluşan, bizim algıladığımız anlamda sanal olan ile Castells’sin “gerçeği” burada buluşmaktadır. Çünkü “gerçeğin ifade edilmesi de bir dizi sembol olan alfabe ile mümkün olmaktadır. Dolayısıyla “gerçek” olarak ifade ettiğimiz şey aslında baştan beri “sanal”dır. Kültürü oluşturan dil, alfabe üzerinden somut hale gelmektedir. Gerçeklik ile sembolik arasındaki benzeşimi dilin, belirsizliğin şifresini çözme ve farklı yorumların kapısını aralama becerisidir. Alfabenin bu kabiliyeti şimdi interaktif iletişimde ortaya çıkmaktadır fakat küçük bir farkla; ortamdan bağımsız olarak, bütün semboller kendilerine atfedilen semantik anlamla ilişkili olarak biraz yerlerinden kaymıştır. İşte burada artık bütün gerçeklik, sanal olarak algılanmaktadır.
Diğer yandan uzam ve zamanın, sanal ile olan ilişkisini de açıklayan Castells, yeni iletişim sistemi ile ilgili olarak, insanların maddi ve sembolik varlığıyla ilgili gerçekliğin burada tümüyle yakalanmakta olduğu ve bu görüntülerin yalnızca deneyimlerin iletildiği ekran üzerinde kalmayıp, bizzat deneyim haline geldiği bir farz etme dünyasında eridiğini bildirmektedir. Buna göre her tür mesaj bu iletişim ortamının içine kapatılmaktadır. Çünkü bu ortamın kendisi olarak zaten kapsayıcı, çeşitliliğe açık ve bir o kadar kolay uyum sağlayabildiği için aynı multi-medya metninin içine geçmiş, bugün ve gelecek insanlık tecrübesinin tamamına yedirilebilmektedir.
Böyle bir sistemin, uzamı ve zamanının, insan hayatının temel boyutlarını kökten bir dönüşüme uğrattığını belirten Castells; yerelliklerin de kültürel, tarihsel ve coğrafi anlamlarından koparak işlevsel ağlar ya da imaj kolajları halinde yeniden birleştirildiğini; böylece mekânların uzamının yerini bir akışlar uzamı aldığını ifade etmektedir. Burada geçmiş, şimdi ve gelecek aynı mesaj içinde birbirleriyle etkileşim içinde olabilecek şekilde programlandığında silinmektedir. Akışların uzamı ve zamansız zaman tarihsel olarak aktarılmış temsil sistemlerinin çeşitliliğini kapsayan ve aşan yeni bir kültürün maddi temellerini oluşturur. Bu kurgunun, kurmaya duyulan inanç olarak algılandığı gerçek sanallık kültürüdür.
Akışlar uzamında zaman kaybolur!
Castells’in, sosyal kuramın bakış açısına göre açıkladığı uzam, zamanı paylaşan sosyal pratiklerin maddi desteğidir. Ağ ise toplumu şekillendiren, ona hâkim olan toplumsal pratiklerin ayırıcı özelliği olan yeni bir uzamsal biçim, akış üzerinden işleyen, aynı zamanda gerçekleşen toplumsal pratiklerin maddi örgütlenmesidir. Buradaki örgütlenmelerden kasıt ekonomik, siyasi ve sembolik yapılardaki toplumsal aktörlerin sahip olduğu birbirinden fiziksel olarak ayrı konumlar arasındaki amaçlı, tekrarlanan ve programlanabilir teati ve etkileşim dizileridir.
Akışlar uzamının anlaşılması için Castells, üç maddi destek katmanını bir araya getirmektedir: İlk katman, elektronik bağlantılar devresinden müteşekkildir. Bu, gerçekten de eş zamanlı pratiklerin maddi bir desteğidir. Hâkim işlevlerin uzamsal olarak eklemlenmesi, toplumlarımızda, enformasyon teknolojisi aygıtlarının mümkün kıldığı bir etkileşim ağı içinde gerçekleşir. Bu ağ içinde, hiçbir yer kendi başına var olmaz, çünkü konumlar ağ içindeki görüşmeler, alışveriş, değiş tokuşlarla tanımlanır. Dolayısıyla iletişim ağı temel uzamsal yapıdır: Mekânlar ortadan kaybolmazlar, ama mantıkları ve anlamları ağ tarafından hazmedilir. Ağı oluşturan teknolojik altyapı yeni uzamı tanımlar, tıpkı demiryollarının sınaî ekonomisinde “ekonomik bölgeleri” ve “ulusal piyasaları” tanımlaması ya da yurttaşlığa ilişkin, sınırlara dayalı kurumsal kuralların kapitalizm ve demokrasinin ticarete dayalı kökenlerinde “kentleri” tanımlaması gibi. Bu teknolojik altyapı, kendi başına mimarisi ve içeriğiyle dünyamızdaki güçler tarafından belirlenen akışların ağının bir ifadesidir.
Akışların uzamının ikinci katmanını, düğüm noktaları, merkezleri, limanları oluşturur. Akışların uzamı mekânsız değildir, ama yapısal mantığı mekânsızdır. Akışlar uzamı, gayet iyi tanımlanmış sosyal, kültürel, fiziksel ve işlevsel özelliklere sahip belli mekânları bağlar. Bazı mekânlar değiş tokuş yapan, ağ dâhilindeki bütün unsurların rahat iletişimi için bir tür iletişim limanı rolü üstlenmektedir. Diğer yerler, ağın merkezleridir; yani ağdaki belli bir kilit işlevin çevresinde yerelliğe dayalı bir dizi faaliyet ve örgütlenme kuran, stratejik açıdan önemli işlevlerin bulunduğu yerlerdir. Bir düğümdeki konum, o konumu bütün ağla bağlantılandırır. Merkezler de limanlar da ağ içindeki göreli ağırlıkları itibarıyla hiyerarşik olarak örgütlenmişlerdir. Ancak bu hiyerarşi, ağ tarafından işlenen faaliyetlerin gelişimine bağlı olarak değişebilir. İnsanlar hâlâ mekânlarda yaşıyorlar. Ancak toplumlarımızda işlev ve iktidar, akışlar uzamı etrafında örgütlendiğinden, mantığının yapısal egemenliği, mekânların anlamını ve dinamiğini temelden değiştiriyor.
Akışların uzamının üçüncü önemli katmanı, bu uzamın çevresinde örgütlendiği yönetsel işlevleri icra eden hâkim, yönetici seçkinlerin uzamsal örgütlenmesiyle ilgilidir. Öyle görünüyor ki toplumlarımızda seçkinlerin bir araya toplanması, birbiriyle eklemlenmesiyle kitlelerin parçalanması, bölünmesi toplumsal hâkimiyetin ikiz mekanizmalarıdır. Uzam bu mekanizmada, temel bir rol oynar. Kısacası, elitler kozmopolittir, halklar yereldir. İktidarın ve zenginliğin uzamı, dünya çapına yayılmıştır, insanları hayatı ve deneyimleri ise mekânlara, kendi kültürlerine, kendi tarihlerine kök salmıştır. Dolayısıyla bir toplumsal örgütlenme, belirli bir mekânın mantığını aşan tarih dışı akışlara ne denli fazla da dayanırsa, küresel iktidarın mantığı da tarihsel bakımdan özgül yerel/ulusal toplumların sosyo/politik kontrolünden o kadar kurtulacaktır.
Sonuç olarak elektronik biçimde bütünleşmiş bir multi-medya sistemiyle bağlantılı gerçek sanallık kültürü, toplumlarımızda zamanı iki biçimde dönüştürmektedir: Eşzamanlılık ve zamansızlık. Yani, bir yanda, bütün bir çevreden yapılan naklen yayınlarla iç içe geçmiş olan dünya çapında hızlı bilgilenme toplumsal olaylara, kültürel ifadelere daha önce görülmemiş bir zamansal yakınlık kazandırır. Bu ancak yeni iletişim teknolojilerinin mümkün kıldığı bir hızdır. Zamanı sınıra dek sıkıştırmak, zaman sırasının, dolayısıyla zamanın ortadan kaybolmasına yol açacaktır. Bu zamansız zaman, akışlar uzamına aittir; Akışlar zamansız zamanı tetikler, mekânlar ise zamana bağlıdır. Akışlar uzamı, olayların sıralamasını bozup onları eş zamanlı hale getirip ebedi geçiciliği toplumda hâkim kılarak zamanı çözerek gerçek sanallık kültürü içinde kilit bir rol üstlenmektedir.
Abdulkadir Büyükbingöl
Bu yazı, “Enformasyonel Toplum Paradigması ve İletişimsel Kültür” başlıklı yazının devamı niteliğindedir.