Eğer modernite hastalığının kökenlerini bir filozofun görüşlerinde aramak isterseniz, bazı filozofların modernite konusunun gelişmesinde de parmakları olduğunu görebilirsiniz. Bu konudaki potansiyel şüpheliler arasında Bacon, Hobbes, Locke, Occam, Duns Scotus hatta Parmenides gibi isimleri gösterebiliriz. Çünkü bu isimler kendilerini şu veya bu şekilde modernite iskelesinde bulmuşlardır. Fakat suç mahallinin her yerinde ayak izleri bulunan kişi ise çok tanıdıktır. Bu kişinin parmak izleri, cinayet silahının her yerinde vardır. Modernite silahının ateşlenmesinde onun rolü büyüktür. Bu filozof tabii ki René Descartes’ten başkası değildir. Yalıtılmış bireysel öznenin, zihin ve beden ikiliğinin, saf bir aklın yükselişinin ve dünyanın çok fazla ölçülebilir bir yere dönüşmesinin mantığında Decartes’in rolü vardır. Bunların hepsinin suçu Descartes’e aittir. Niteliğin ve özdeş olmayanın, sezginin, duygunun ve bedenin içinin boşaltılmasının da suçlusu yine Descartes’tir.
Filozoflar çok eski zamanlardan bu yana şairlerle ve şiirleriyle çekişme içerisinde olmuştur. Platon, şairlerden kendi ideal dünyası içerisinde bahsetmemiştir. Platon’un şairleri ideal olarak oluşturulmuş karakterlerdir. Descartes ise şiiri, felsefeyi bıçaklamakla suçlanmıştır. 18. yüzyılda Jean-Baptiste Rousseau, eleştirmen ve şair Nicolas Boileau’un Descartes hakkındaki yargısını şu cümlelerle aktarır:
“Boileau’nun, Descartes’ın felsefesinin şiirin boğazını kestiğini söylediğini sık sık duydum ve şiirin matematikten ödünç aldığı şey ile onun ruhunu kuruttuğunu söyleyebilirim. Geometri ve şiirin ayrı kuralları vardır. Homeros’u Öklid’e göre yargılamak isteyenler, Öklid’i Homeros’a göre yargılamak isteyenlerden daha az küstah değildir.”
Burada ağırlığını “katı disiplin sınırlarına yönelik modernleştirici bir baskı”nın arkasına koyan Rousseau’dur. Öklid’in Homerik okuması ilgi çekicidir ama Boileau ve Rousseau’nun iddialarındaki eksikliklere rağmen Descartes, Gadberry’nin ifade ettiği gibi “en sevdiğimiz” filozoflardan birisi olmaya devam etmektedir. Saman adam kitabının amacı, Descartes’in samandan daha fazlasını yaptığını göstermektir. Özellikle, uyumsuz gibi görünen başlığının da gösterdiği gibi Gadberry, Descartes’ın boğazını kesmek şöyle dursun, yalnızca onun şiirden etkilenmediğini aynı zamanda Descartes’in düşüncelerinden, fikirlerinden ve şiirlerinden çok etkilendiğini ifade etmiştir. Ayrıca Descartes’in görüşlerinin kendi görüşlerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynadığını ifade etmiştir.
Zengin bilgilendirici bölümlerden oluşan bir dizide, bilmecenin, aşk liriğinin, ağıtın ve anagramın sırasıyla Descartes’ın sağduyu ve dil konusundaki düşünceleriyle ve kötü deha üzerine düşüncesinin nasıl derinden iç içe olduğunu gösterir. Bizi dış dünyaya inanmaya, yanılgı ve diğer zihinlerle boğuşmasına ve ölümlü beden ile ölümsüz zihin arasındaki ilişkiyi anlama konusunda kandırır.
Çoğu okuyucu, Gadberry’nin okumalarını göz kamaştırıcı derecede yenilikçi bulurken daha az dikkatli ve açık fikirli okuyucular onları tuhaf görebilir. Örneğin anagramlarla ilgili kapanış bölümünün unsurları, bulmaca meraklıları için bir Descartes sunuyor gibi görünse de, Gadberry’nin açıklamasının yeniliği ve özgünlüğü, titiz tarihsel bağlamsallaştırması ve hafifçe sergilenen Descartes’ın düşüncelerinin özenli analiziyle desteklenmektedir. Latince ve Fransızca metinler Descartes’ın bir rasyonalist olarak resmini karmaşık hale getirmek için zemin hazırlayan çalışmalar olarak kabul edilebilir. Bazı entelektüel tarihçilerle aynı fikirleri paylaşan Gadberry, Rönesans hümanizminin, neo-klasik retorik ve poetika gelenekleri ve Cizvit maneviyatının tuhaf teknikleri ile dolu olduğunu ifade etmektedir. O aynı zamanda tam bir dilbilimcidir. Descartes’ın kullandığı terimlerin anlamlarını oldukça iyi açıklayabilmektedir ve Latinceden Fransızcaya yaptığı Descartes çevirileri de gayet başarılıdır.
Çeviren: Halil İbrahim İşbilici
Kaynak: lareviewofbooks.org/article/descartess-evil-genius