Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Farklı Dinler, Farklı Hayvan Etiği Anlamına mı Gelir?

Farklı Dinler, Farklı Hayvan Etiği Anlamına mı Gelir?

Hayvan etiğine olan ilgi son zamanlarda oldukça arttı. Bu artış; teknolojik ilerleme, insan nüfusundaki artış ve buna bağlı olarak küresel ekoloji üzerindeki yükselen baskı gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor.

Bu alanda geleneksel dinlerin sunabileceği bir şey var mı? Dinin, bireysel ve toplumsal yaşamın pek çok alanında iyi veya kötü hala önemli bir rol oynadığı açıktır. Hayvanlar söz konusu olduğunda, dini gelenekler milyarlarca insanın bilinçaltı vicdanını ve ahlaki eğilimlerini etkiler. Bu makale bu etkiyi üç bölümde inceliyor.

İlk bölüm din, ikinci bölüm kavramsal açıklama ve üçüncü bölüm ahlak hakkında olacak. Ancak en başta, önemli bir genel noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Makalenin başlığı, genel argümanın bir tür göreceliliği savunacağı izlenimini verebilir. Fakat nihai sonuç, bunun aksi yönünde olacaktır. Birden çok bakış açısının doğruluğunu kabul etmek, göreciliği benimsemekle aynı şey değildir. Bu araştırmada benimsenen yöntem, küresel, karmaşık kültürel manzara içinde her bireyin her şeyi kendi özel konumundan gördüğünü kabul eder. Bununla birlikte, konumlandırılmış olmanın araştırmacıyı nesnel hakikatten alıkoymadığını da kabul eder. Farklı kültürel bakış açılarının alaka ve önemini kabul edenler, yine de nesnel gerçeklere ulaşabilirler, tıpkı gözlemcilerin farklı yerlerde oturmalarına rağmen oturdukları oda hakkında bazı gerçeklere varabilmeleri gibi.

Dinler ve Hayvanlar

En eski geleneklerden başlayıp kronolojik olarak ilerleyen aşağıdaki seçici genel bakış, ilk olarak Doğu Asya’ya yayılmadan önce Hindistan’da ortaya çıkan büyük dinler olan Hinduizm, Budizm ve Jainizm’i; daha sonra İbrahim’i kurucuları olarak kabul eden İbrahimi dinleri ele alacaktır. Çoğu dini gelenekte hayvanlar sembolik bir rol oynar fakat bu makalenin odak noktası bu tür bir sembolizm değildir. Makalede, tartışmayı hayvan dostu öğretilerle sınırlandırmadan ve de bazı sorunlu veya olumsuz yönlerden de bahsederek daha çok ahlaki konulara odaklanılmaktadır.

Hinduizm‘de, hayvanlarla ilgili çoğunluk görüşü iki temel fikri vurgular: En yüksek statüye sahip insanların olduğu canlılar hiyerarşisi fikrini ve reenkarnasyon fikrini (Krishna, 2010; Kemmerer, 2012). Her hayvanın yaşam hiyerarşisindeki konumu, rastgele değil, sabit karma yasası tarafından belirlenir. İyi işler, müminin hiyerarşi içerisinde yükselmesine, kötü işler ise alçalmasına katkıda bulunur. Hiyerarşi fikri, insanlık içindeki çeşitli etnik grupları bile farklılaştıran, tüm biyolojik türleri farklılaştıran bir tür kutsal eşitsizliği belirler.

Bu fikir, Hinduizm’de iyi davranışı teşvik etmek için iyi işlev görür ancak hayvanların en düşük insan kastıyla karşılaştırıldığında önemli ölçüde daha düşük bir seviyede konumlandığını varsayar. Hayvanlara yönelik bu değersizleştirme, pek çok kutsal metinle dengelenir, örneğin hayvanlara karşı duyarlılık gösteren herkesi övdüğümüz Rig Veda ve Atharva Veda ile. Hindu tanrılarının hayvan olarak, özellikle maymun ve inek olarak, örneğin Rama ve Krishna olarak reenkarne oldukları inancıyla da dengelenir. Aslında, ayrıntılı araştırmalar, Hint dinlerinin hayvanlara gösterdiği saygının, çeşitli hayvan türleri ve çeşitli tanrılar arasında kurulan güçlü sembolik bağ tarafından desteklendiğini göstermektedir (Krishna, 2010). Nanditha Krishna’ya göre, ineğe saygı Vedik dönemde ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi ineğin Hinduizm’de bugün bile özel bir yeri vardır. Bize süt veren belenme kaynağımızı temsil eder: Annemiz veya Toprak Anamız’ı. Nispeten yakın tarihli bir metin olan ve MÖ 800 civarında ortaya çıkan Chandogya Upanishad, şiddetsizliğin veya ahimsa’nın sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda tüm varlıklara gösterilmesi gerektiğini söyler.

Eski tapınak kemerinde kutsal Hint ineği silueti

Budist geleneklerle ilgili olarak çok genel bir noktanın altını çizerek başlanabilir. Çoğu yoruma göre, Budizm’in amacı acının üstesinden gelmek ve kişinin ölüm ve yeniden doğuş döngüsünden kurtulmaktır. Bu nedenle, Budizm’in varlıklara ilişkin hiyerarşik görüşü ve ayrıca reenkarnasyon fikrini Hinduizm’den aldığı fark edilir. Bununla birlikte aydınlanma yoluyla kişisel kurtuluş fikrini de ekler. İnsanlığın temel amacı, yeniden doğuştan kaynaklanan acıyı sona erdirmek için doğru manevi uygulamayı bulmaktır. Daha sonraki Budist yorumları, yeniden doğuşun sancılı döngüsünün altı varoluş aleminde meydana geldiğini savunur: göksel, yarı tanrı, insan, hayvan, aç hayalet ve cehennem aleminde. Hayvanlar alemi dahil olmak üzere bu alemlerin son üçü kötüdür.

Budizm bir yaratıcıyı kabul ediyor mu?  Bu, bugün bile tartışmalı bir sorudur. Bir okul, tüm fenomenlerin diğer fenomenlerden kaynaklandığını ve bağımlılıktan kaynaklanan döngünün kendi içinde kapalı olduğunu savunur. Dolayısıyla evrenin bir ilk nedene ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte Budizm’in diğer biçimleri, nihai gerçekliği her şeyin kaynağı olarak kabul eder. Örneğin Mahayana Budizmi, nihai gerçekliği tüm Budaların Rahmi veya İlk Buda olarak tanımlar. Hayvanların statüsü ile ilgili olarak Budizm, görünüşe göre farklı yönlere çekilebilen eğilimlere sahiptir. Öte yandan Sekiz Katlı Yüce Yol’un özdeyişlerinden biri, tüm Budistlerin öldürmekten kaçınması gerektiğini söyler. Geniş bir yorumla bu özdeyiş, tüm duyarlı yaşamı kapsar (Kemmerer, 2012). Sonuç olarak vejeteryanlık oldukça saygı duyulan bir idealdir. Budizm yalnızca yaşam hiyerarşisini değil, aynı zamanda insanların erdemli hayatlar yaşamak için kaçınması gereken bir alan olması anlamında hayvanlar aleminin kötü olduğu fikrini de korur.

Jainizm başka bir eski Hint dinidir. Şiddetsizlik, çok yönlülük, bağlanmama ve çilecilik olmak üzere dört ana fikir üzerine kuruludur. Jain yaşam tarzı, vejeteryanlık ve insanlara ve hayvanlara herhangi bir zarar vermekten kaçınma ile temsil edilir. Hayvanlara zarar vermemek konusunda en katı dindir. Bütün canlılar birbirine yardım etmek için yaratılmıştır. Meşru müdafaa halinde bile öldürmeye izin verilmez. Hinduizm ve Budizm’den daha ileri giden Jainizm, şiddetsizliği en yüksek ahlaki görev olarak görür. Arka plan kozmolojisi ise Hinduizm ve Budizm’de gördüğümüze benzer yani insanların kurtulması gereken canlılar hiyerarşisi ve yeniden doğuş döngüsüne.

Bazı Jain geleneklerine göre, canlıların doğasında var olan değer nedeniyle değil, kişinin ruhunu saf tutmak ve böylece daha iyi bir yeniden doğuş sağlamak için öldürmekten kaçınılmalıdır. Önemli bir dua, tüm canlılardan af dilemeyi içerir. Jiva fikri, Batılı düşünürlerin bilinç veya ruh dediği şeye bir şekilde karşılık gelir ancak Jainizm, Jiva’yı her yerde, tanrılarda, insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde, cehennem varlıklarında ve hatta hareketsiz maddede mevcut olarak görür. Bu nedenle her şeyi bir tür kardeşlik içinde birleştiren ortak, gizli, yaşamsal bir ilkeye vurgu yapılır. Evren, tüm alemlerinde ebedidir ve kendi kendine yeterlidir. Ödüllendiren ve cezalandıran yaratıcı bir Tanrı yoktur. Bunun yerine karma yasası vardır. Bu, ödül ve ceza verme rolünü oynar ve bunu gereklilik yoluyla yapar.

Filler, aslanlar, tanrılar ve masalsı hayvanlar arasında bir tahtta duran Jain’in Khajuraho/Adinath Tapınağı’ndaki heykeli

Şimdi Yahudi geleneklerinden başlayarak İbrahimi dinlere geçiyoruz. Yahudi İncilinde, Tanrı’nın her şeyi yarattığı ve tüm yaratıkların kendi içlerinde iyi olduğu görülür. Hayvanlara karşı bazı belirli ahlaki yükümlülükler de vardır. Örneğin çalışan bir öküzün ağzını bağlama yasağı (Tesniye 25:4) ve düşmanınızın olsa bile aşırı yüklenmiş bir eşeğe yardım etme görevi gibi (Tesniye 22:4).  Peygamber Qohelet, ölümden sonraki olasılıklardan söz ederken “insanın hayvana üstün olmadığını” savunur (Vaiz 3:19 NRSV). Daha da önemlisi hayvanları insan topluluğunun bir parçası olarak tanımladığı pasajlar bulunur. Tanrı, Nuh’u yeni bir dünya düzeni için sadece ailesini değil tüm canlıları kurtarması için görevlendirir. Üstelik tufandan sonra, Tanrı yeni antlaşmayı tüm mahlukatla yapar:

“Seninle ve senden sonraki soyunla, seninle beraber olan bütün canlılarla, kuşlarla, evcil hayvanlarla ve seninle birlikte yeryüzündeki bütün hayvanlarla, gemiden çıkanların hepsiyle ahdimi sabitliyorum” (Yaratılış 9:9).

Yunus kitabında, Kral’ın Tanrı’nın isteği doğrultusunda oruç tutma, tövbe etme ve iyi yaşama çağrısı, evcil hayvanları da içerir (Yunus 3:7–9). İnsanların dinlenme ve övgü konusunda hayvanlarla arkadaşlığından da söz edilebilir:

“Öküzünüz ve eşeğiniz rahat etsin!” (Çıkış 23:12);

“Nefes alan her şey Rabb’e övgüler sunsun!” (Mezmur 150).

Hayvanların helal olarak kesimine izin verilir ancak bu, hayvanın ruhuna saygı göstermek için acıyı en aza indirmeyi ve kanın akıtılmasını içerir (Levililer 17:10–13). Hayvan kurban etme konusuna ilişkin bir tartışma bu metnin kapsamı dışında kalsa da en azından azıcık tartışmalı bir noktadan daha bahsetmek gerekiyor. Yaratılış kitabında, insan otoritesine ve üstünlüğüne açık bir gönderme vardır.

“Ve Allah dedi: [İnsanlar] denizin balıklarına, göklerin kuşlarına, sığırlara, ve yerin bütün yabanıl hayvanlarına ve yer yüzünde sürünen her şeye hakim olsunlar” (Yaratılış 1:26).

Birçok Yahudi yorumcuya göre buradaki fikir, Tanrı tüm yaratılanlara karşı merhametli olduğu için insanların da aynısını yapması gerektiğidir. O’nun rahmetini tüm canlılara yayarak Allah’ı örnek almalıdırlar (Seidenberg, 2008; Kemmerer, 2012).

Hıristiyanlık, Museviliğin neredeyse tüm dindarlığını korudu, onu bir dereceye kadar Yunan felsefesi açısından eklemledi ve ona kendi orijinal unsurlarını ekledi. Yeni Ahit hayvanlarla ilgili çok az doğrudan gönderme içerir. İsa, kuşlar hakkında “Tanrı’nın gözünde hiçbiri unutulmaz!” (Luka 12:6) demişti ancak onun mesajının asıl amacı insanlarla ilgiliydi. Hristiyan Enkarnasyon doktrinine göre İsa hem tanrısal hem de beşerdir, insanları kendisini takip etmeye ve Tanrı’nın çocukları olmaya davet eder. Bu fikir, güçlü bir insan-merkezcilik inancı gerektirir. Bununla birlikte kozmolojik bir yön de içerir. Aziz Paul tarafından açıklandığı gibi, Mesih’in kurtarıcı eylemi sadece insanları değil, hayvanlar da dahil olmak üzere tüm yaratılmışları kapsar. Pavlus şöyle yazar:

“Yaratılışın kendisi çürümenin esaretinden kurtulacak ve Tanrı’nın çocuklarının izzetinin özgürlüğüne kavuşacak. Tüm yaradılışın şimdiye kadar doğum sancıları içinde inlediğini biliyoruz ve sadece yaratılış değil, Ruh’un ilk meyvelerine sahip olan bizler de” (Romalılar 8:21–24).

İnsanlar kesinlikle hayvanlardan daha önemlidir. Bununla birlikte Assisili Francis gibi önde gelen birçok tarihsel Hıristiyan figürü, sevgiyi ve merhameti hak eden hayvanları yakın dostlar olarak kabul etmeleriyle ünlenmişti. Katolikler için resmi doktrin beyanları, hayvanların kendi başına haklara sahip olup olmadığına değil, insanların hayvanlara karşı davranışlarında uygulanan ahlaki kısıtlamalara odaklanır. Mevcut konum, yalnızca insanın tartışılmaz onurunu değil, aynı zamanda hayvanlara karşı ahlaki yükümlülükler gerçeğini de savunuyor. Bir yandan, İkinci Vatikan Konsili belgeleri, insanın “Tanrı’nın yeryüzünde kendi iyiliği için dilediği tek yaratık” olduğunu (Paul VI, 1965, paragraf 24) ve Katolik Kilisesi’nin İlmihalini doğrular ve hayvanların “doğası gereği geçmiş, şimdiki ve gelecekteki insanlığın ortak iyiliği için yazgılı” olduğunu ekler (Catechism, 1994, 2415). Öte yandan aynı İlmihal, insanların “her canlının özel iyiliğine saygı göstermekle” yükümlü olduğunu teyit eder (Catechism, 1994, 339).

Son ansiklopedi Laudato Sì daha açıktır. Papa Francis, “Diğer yaratıkların nihai amacı bizde bulunmaz. Aksine, tüm yaratıklar bizimle ve bizim aracılığımızla ortak bir varış noktasına yani Tanrı’ya doğru ilerler” (Francis, 2015, Bölüm 83) diye yazar ve ekler: “Her insanın Tanrı’nın bir sureti olduğu konusundaki ısrarımız, her yaratığın kendi amacı olduğu gerçeğini gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Hiçbiri boşuna yaratılmadı” (Francis, 2015, Bölüm 84).

Mevcut genel durum, tüm canlılarla acil uzlaşma ihtiyacını vurgulamaktadır. Hristiyanlık vejetaryen bir din değildir. Bununla birlikte Düşüş’ten önceki yaşamın saflığını idrak etmenin ve böylece yeni yaradılışın tam olarak gerçekleşmesine hazırlanmanın bir yolu olarak et yemekten kaçınmanın önemini daima vurgulamıştır (Berkman, 2004).

Nuh, ailesi ve yeryüzündeki tüm hayvanların iki temsilcisi tufandan önce gemiye binerken

Büyük dinlere ilişkin bu hızlı genel bakışın son noktası, İslami geleneklerle ilgilidir. Tıpkı Musevilik ve Hristiyanlık gibi İslam da Tanrı’yı, en tepede insan bulunan bir varlık hiyerarşisinin Yaratıcısı olarak kabul eder. İnsanlar, hayvanlardan çok daha yüksek bir değere, dolayısıyla da daha özel bir statüye sahiptir. Müslümanlara göre Allah, hayvanları insanların faydası için yaratmıştır. Örneğin Kuran şöyle der:

“Binek olarak kullanmanız ve yemeniz icin hayvanları sizin icin yaratan Allah’tır (Kuran 40:79).

“Size davarları, bir kısmını binek, bir kısmını da yemeniz için sağlayan Allah’tır” (Kuran 16:5).

Ancak insanlar, Tanrı’nın yeryüzündeki vekilleridir ve bir bütün olarak yaratılışın yararına kararlar vermekle yükümlüdürler. Bu nedenle İslam için de diğer İbrahimi dinlerde olduğu gibi aynı tür insan-merkezcilik vardır. Yine de Müslümanlar, hayvanları kendi topluluklarından zevk alan canlılar olarak görmektedirler. Hayvanlar, bizim anlamadığımız bir tarzda kendilerine göre Tanrı’yı ​​tesbih ederler, yüceltirler. Kuran, 6:38’de “Yeryüzünde sürünen ve kanatlarıyla uçan tüm canlılar sizin gibi ümmetlerdir” der.

Daha sonraki kutsal yazılar, Kuran’daki bu temel fikirleri destekler. En önemlisi, önemli İslami koleksiyon olan Hadis genellikle Hz. Muhammed’in hayvanlara özel ilgisini anlatır. Sevgi, şefkat, alçakgönüllülük, teslimiyet ve sadaka verme (zekat) şeklindeki merkezi İslami mesaj, yalnızca insanlar için değil, aynı zamanda daha geniş insan-hayvan ilişkileri bağlamında da geçerlidir. Bu nedenle genel resmin iki yüzü vardır: Bir yandan yaratılışın merkezinde olduğu için insanın hayvanları öldürmesine izin verilir. Öte yandan hayvanlara kötü muamelenin yanlış olduğu kabul edilir. Bu nedenle, yiyecek için öldürmenin asgari düzeyde olması ve prosedürün acısını en aza indirmek için dikkatle düzenlenmesi gerekir. Kuran aslında sadece belirli hayvanların yenmesine, ona da sadece belirli bir şekilde kesildiğinde izin verir.

Kavramsal Açıklama

Her din, belirli bir bakış açısı sunarak insan kalbinin huzursuzluğuna yanıt verir. Tarih boyunca dini geleneklerin çeşitli dallanmaları nedeniyle, hayvanlara ilişkin genel duruş her zaman net değildir. Yine de biri tüm canlılar arasındaki karşılıklı bağımlılıkla, diğeri hayvanlık-insanlık-tanrısallık üçlüsünün önemiyle ilgilenen en az iki küresel yakınsama alanı belirleyebiliriz.

Birinci yakınsama alanı, maddi ve manevi tüm yaratıkların karşılıklı bağımlılığı içerir. “Mahlukat-yaratıklar” kelimesinin kullanımı ortak bir akrabalığı yansıtır. Kendi dinamizmi ile yüklü olan evren, çoğu canlının diğer canlıları kullanarak nasıl geliştiğini göstermektedir. Dinler bu nedenle tüm biyosferi birleşik, dinamik bir bütün olarak görür. Bu evrensel yaratık akrabalığı, düz veya kaotik bir manzara değildir. Bu bir hiyerarşidir. Tüm canlılar bu hiyerarşi içinde belirli bir konuma sahiptir. İnsanlar maddi alemde en yüksek seviyede olabilirler fakat kesinlikle en üstün değillerdir. Konumumuz bize sadece güç ve yetki değil, aynı zamanda özel sorumluluklar da yüklüyor. Başlıca dinler, hayvanlara yönelik insan saygısının eksikliğinin, diğer insanlara, özellikle de yoksullara, ayrıcalıklardan yoksun olanlara, fiziksel veya zihinsel engellilere, hastalara ve yaşlılara karşı insani saygı eksikliğine yol açtığını kabul eder.

İkinci yakınsama alanı; hayvanlık, insanlık ve tanrısallık kavramları arasındaki ilişkiyi içerir. Dinler, normalde hayvanlık-insanlık ilişkisine odaklanan hayvan etikçilerinin doğrudan ilgisinin ötesine geçer. Dinler tartışmaya başka bir boyut katıyor. Antik çağların pek çok filozofu, en önemlisi Aristoteles, insanların gerçekten de hayvanlar, özel türden hayvanlar olduğunu doğru bir şekilde kabul etmişti. Yine de “insanlık”tan farklı olarak “hayvanlık” terimini kullanmamız yararlı olmaya devam ediyor. Bu tür bir kullanım, bizimle diğer hayvanlar arasındaki uçurumu vurgular. Hayvanlık bazen insanın entelektüel veya ruhsal doğasından farklı olarak insanların bedensel dürtülerine atıfta bulunmak için kullanılır. Bununla birlikte bundan sonra, metnin odak noktası esas olarak insan-dışı hayvanların jenerik bir özelliği olarak hayvanlık olacaktır. Bu anlamda hayvanlığa gelince, insan önce bunun bir insan yapısı olmadığını fark eder. Hayvanlık verilidir. Hayvanlara bakabilmemize, onları yönetebilmemize, onlara hükmedebilmemize ve onları yiyebilmemize rağmen, onları kendimiz inşa edemeyiz. Bazen gerçekten de “hayvansal üretim” ifadesi kullanılıyor fakat bu kullanım yanıltıcı. Ürettiğimiz masa, sandalye gibi şeyler. Onlara arte-fakte denir. İnsanlar var olmasaydı dünya, masa ve sandalyelerden yoksun kalırdı ancak hayvanlar söz konusu olduğunda ise durum öyle olmaz. Hayvanlar dünyanın verili oluşunun temel bir parçasını oluşturur. Üstelik hayvanlık bir masumiyet âlemi olarak karşımıza çıkar. Ahlaktan arınmış bir bölgedir (morality-free zone). Bazen bu bölge hakkında nostaljik hissedebiliriz. Bu yaşam durumunu özleyebiliriz.

Hayvanlığı paylaşırız fakat başka bir düşünce ve ahlak alanı tarafından yüklendiğimizi söyleyebiliriz. Hayvanlık, bize kendi doğamızdan bir şeyi gösteren bir ayna görevi görür. Boşluk oldukça öğreticidir (Örn. Derrida, 2002). Makine ve insanlık arasındaki boşluktan kesinlikle farklıdır. Hayvanları bizim yararımıza tasarlanmış karmaşık girdi-çıktı yapılarına dahil ettiğimizde, her bir hayvanın temsil ettiği özel bütünlüğü gözden kaçırmış oluyoruz. Fabrikatif çiftçilik, onu makinelerin katılığı içine, yapaylığın kısıtlamaları içine hapsederek hayvanlığı alçaltır. Aslında salt pragmatik ve faydacı terimlerle, fabrikatif çiftçilik, “kârı maksimize etmek için mümkün olan en küçük alanda mümkün olduğu kadar çok hayvan yetiştirme” projesinden başka bir şey değildir (Degrazia, 1998, s. 281).

Bireysel hayvanın bütünlüğü hiçbir şekilde sayılmaz. Buradaki sorun sadece fabrikayı ilgilendirmiyor. Fabrikayı ve genel olarak toplumla olan tüm bağlantılarını ilgilendirir. Bu durumda makine, insan yöneticilerini, hayvan bileşenlerini ve ayrıca insan tüketicileri içerir. Tüketicilerin uzakta olması, söz konusu koşullardan habersiz olması veya öğrenmek istememesi onları sorundan tamamen uzaklaştırmıyor. Tüketiciler, ürünlerini satın alarak aslında malpraktis ile işbirliği yapıyorlar. Fail ile sistem destekçisi arasındaki “sosyal mesafe” hiçbir zaman destekçiyi tamamen masum kılmaya yetmiyor. Bu nedenle bazı araştırmacılar şeffaflık ve boykot talebini haklı olarak desteklemektedir.

Mevcut ampirik araştırmalar, birçok hayvanın temel inanç, arzu ve kişisel farkındalık biçimlerine sahip olduğunu doğrulamıştır (Degrazia, 1998; Lurz, 2009). Bununla birlikte hayvanlara yönelik mevcut işkence seviyeleri kabul edilemeyecek kadar yüksektir. Bazı insanlar için bunun farkındalığı kişisel bir yara, iyileşmeyen bir yara gibidir. Onu bir tür ilk günah gibi nereye giderlerse gitsinler kalplerinde gizli bir yara olarak yanlarında taşırlar (Bkz. Agamben, 2004; Cavell, 2009, s. 128–130). Tanrısallıkla ilgili olarak bazı dinlerin, örneğin Budizm’in, açıkça Tanrı’ya hiç atıfta bulunmadığını kabul etmek gerekir. Bununla birlikte ilahiyat geniş anlamda tüm dinler için ortak bir unsur olarak alınabilir. Geniş anlamda ilahiyat, insanların arzuladığı aşkın bir düzeni ifade eder. Aşkın düzen, nihai hedef ve ahlaki iç görü kaynağıdır. Dinler bu anlamda ilahiyattan çeşitli şekillerde bahsetmektedir.

Dinler, bu anlamda ilahiyattan çeşitli şekillerde bahseder, örneğin sevgi dolu bir Tanrı ile birleşme veya yeniden doğuş döngüsünden kurtulmanın bir sonucu olarak benliğin çözülmesi gibi. Budizm’in temelde ateist olup olmadığı tartışılan bir sorudur ve görünüşe göre çeşitli gelenekler arasında net bir anlaşma yoktur. Örneğin, bir yandan bazıları Budizm’in birlik duygusuna olan derin inancı nedeniyle nihai olarak ateist olduğunu iddia ediyor. kendi öznel deneyimleri, bir yanılsamadır. Bu nedenle, birçok şey olmasına rağmen, herhangi bir gerçek birlik tarafından birbirine bağlı değildir (Hayes, 1988).

Budizm’in temelde ateist olup olmadığı tartışılan bir sorudur ve görünüşe göre çeşitli gelenekler arasında net bir anlaşma yoktur. Örneğin, bir yandan, bazıları, kendi öznel deneyimlerimizde olduğu gibi, farklı yönler veya deneyimler arasındaki birlik duygusunun bir yanılsama olduğuna dair derin inancı nedeniyle Budizm’in nihayetinde ateist olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle birçok şey olmasına rağmen, herhangi bir gerçek birlik tarafından birbirine bağlı değildir (Hayes, 1988). Öte yandan, Udana Nikaya’nın (Pali Kanonu) Nibbana Sutta’sı olarak bilinen Budist yazıtlarında, Buda’nın kendisinin şu şekilde öğrettiği görülür:

“Keşişler! Doğmamış, oluşmamış, yapılmamış, üretilmemiş olan vardır. O doğmamış, oluşmamış, yapılmamış var olmasaydı eğer; doğmuş, olmuş, üretilmiş olandan kaçışın farkına varılmayacaktı. Ama tam da doğmamış, olmamış, yapılmamış, üretilmemiş var olduğu için, doğmuş, olmuş, yapılmış ve üretilmişten kaçışın farkına varılır (Udana Nikaya, 2012).

Böyle bir ifade, İbrahimi dinlerin ve çeşitli felsefelerin işaret ettiğine benzer bir Nihai Bir‘e işaret eder. Bu şekilde anlaşılan tanrısallık, hayvanlık-insanlık kavramsal ilişkisini nasıl etkiler? Kutsallık boyutu, dindarların ufkunu, tüm yaşam için ortak bir kaynak ve ortak bir amaç hakkındaki fikirlere açar. Bu ufuk, düzen ve karşılıklı bağımlılığın ortak bir nihai ilişkisini ortaya koyar. Dindar insanlar hayvanlara bakmakla yükümlü hissederler, yine de kendi üstün akıl ve güçlerinin kendi insani özgüllüklerinin tamamen farkındadırlar.

Hayvanlardan bu kadar farklı, onlardan bu kadar üstün olduğumuz için utanıyor muyuz? Tüm yaşam formlarının verililiği, kendi özgüllüğümüzün verililiğini içerir. Bu, sorumluluğumuzu ve bugünlerde keşfettiğimiz ürkütücü ekolojik zorunluluğu, yani sadece kendimizi değil tüm canlıları önemsemeyi içerir. Bu ilahi bir emirdir, bir emirdir.

Ahlaki Çıkarımlar

Din, insanların eylemlerinin temel kaynağını nasıl etkiler? Tabii ki, eylemler kelimelerden daha yüksek sesle konuşur. Bu nedenle dini doktrin, müzakere ve eylemde somut bir biçim alana kadar etkisiz kalır. Bazı kişisel özellikler veya alışkanlıklar, kişinin bir bütün olarak nitelikleri, o kişinin ahlaki açıdan iyi bir yaşamı için çok önemlidir. Bu özelliklere erdem denir. Çoğu din ve felsefi gelenek, temel erdemlerin kültürel olarak bağımlı olmadığı konusunda hemfikirdir. Kültürleri veya dinleri ne olursa olsun tüm insanlar için aynıdırlar. Sağduyu, ölçülülük, adalet ve metanet gibi erdemler, gerçek insan gelişimi için evrensel olarak vazgeçilmezdir. Bu erdemler hayvanlara nasıl uygulanabilir? Bunları tek tek kısaca ele alalım (Schaefer, 2008). Genel olarak sağduyu, kişinin gerçek ihtiyaçları belirlemesini ve benimsenmesi gereken en iyi araçlar konusunda iyi yargıda bulunmasını sağlar. Kişinin mevcut tüm veriler ışığında yargıda bulunmasını sağlar. Hayvan refahı ile ilgili olarak bu, dindarların korkunç tarım koşulları ve acımasız kesim yöntemleri gibi utanç verici veriler de dahil olmak üzere mevcut tüm verileri toplamaya motive oldukları anlamına gelir.

Dini disiplinle sürdürülen ölçülülük, inananların aşırı et tüketimi gibi aşırı ve aşırı arzulardan kaçınmasına yardımcı olur. Adalet, dindarları herkese hakkını vermeye ve bu zorunluluğu tüm canlılara yaymaya motive eder. Ve son olarak metanet: Din tarafından desteklenen bu erdem, inananların karşı çıkıldığında bile korkusuzca hareket etmelerini sağlar. Cesaretle, ekolojik endişelere etkili bir şekilde yanıt verirler ve köklü uygulamaları gözden geçirmeye hazırdırlar. Kendi inanç sistemleriyle ilgili olarak bile kendi kendini düzeltme prosedürlerine girmeye ve geçmiş hatalardan ders almaya hazırlar.

Sonuç

Bu makalenin başlığı soru şeklindeydi: “Farklı dinler, farklı hayvan ahlakı?” Sunulan argümanların çoğu daha fazla araştırmayı ve analizi hak etse de, genel sonuç yeterince açıktır. Farklılıklarına rağmen dinlerin bazı temel noktalarda birleştiği iddiasına hatırı sayılır destek var; ve bu noktalardan bazıları hayvanlarla ilgilidir. Sonuç iki noktada formüle edilebilir.

İlk olarak, insan üstünlüğü hakkında bir nokta. Başlıca dinler, görünüşte karşıt olan iki iddiayı doğrulamanın gerçekten mümkün olduğuna işaret ediyor: insanların diğer tüm yaratıklardan daha yüksek bir saygınlığa sahip olduğu iddiası ve insanların yaratıklara acı çekmemesi gerektiği şeklindeki görünüşte karşıt iddia. Bu iki tasdiki bir arada tutmanın yolu, insanın yaratılışla ilgilenme noktasında üstünlüğünü görmekten geçer. İnsanlar hayvanlardan daha önemli olsa da hayvanlar da önemlidir. Gerçekten de yüzyıllardır varsaydığımızdan çok daha fazla sayılmalıdırlar.

İkincisi, aciliyet hakkında bir nokta. Zulme tepki göstermenin bir yolu, hayvanların beklemesi gerektiğini söylemektir. Önce insanlara yapılan zulmü nasıl ortadan kaldıracağımızı öğrenmeliyiz ve bunu yaptıktan sonra hayvanlarla olan ilişkimizi düzene sokacağız. Ancak bu tür bir yanıt aldatıcıdır. Tüm ahlaki cepheleri birlikte doğru şekilde ele almalıyız. Fabrikatif çiftçilik, sorumsuz genetik manipülasyon, aşırı et tüketimi, hayvan deneyleri, kozmetik veya eğlence için kullanılması gibi uygulamaların tümü buna göre baştan aşağı gözden geçirilmelidir. Hayvan bakımı hem ahlaki hem de dini bir zorunluluktur.

Kaynaklar

  • Agamben, G. 2004. The Open: Man and Animal. Trans. K. Attell. Stanford, CA: Stanford University Press.
  • Berkman, J. 2004. The Consumption of Animals and the Catholic Tradition. Logos J. Cathol. Thought Cult. 7(1):174–190.
  • Catechism of the Catholic Church. 1994. Latin text (c) Libreria Editrice Vaticana, Citta del Vaticano 1993; English transl. London: Geoffrey Chapman, 1994. Available from http://www.vatican.va/archive/ENG0015/_INDEX.HTM#fonte
  • Cavell, S. 2009. Philosophy and Animal Life. New York (NY): Columbia University Press.
  • Degrazia, D. 1998. Taking Animals Seriously: Mental Life and Moral Status. Cambridge (UK) / New York (NY): Cambridge University Press.
  • Derrida, J. 2002. The Animal That Therefore I Am (More to Follow). Trans. D. Wills. Crit. Inquiry. 28(2):369–418.
  • Francis. 2015. Laudato Sì: Encyclical letter on care for our common home. Vatican City: Libreria Editrice Vaticana, 2015. Available from www.vatican.va Hayes, R. 1988. Principled Atheism in the Buddhist Scholastic Tradition. J. Indian
  • Philos. 16:5–28. Available from https://www.unm.edu/~rhayes/hayes1988.pdf
  • Kemmerer, L. 2012. Animals and World Religions. Oxford (UK): Oxford University Press.
  • Krishna, N. 2010. Sacred Animals of India. New Delhi (India): Penguin Books India.
  • Lurz, R. W. Editor. 2009. Philosophy of Animal Minds. Cambridge (UK) / New York (NY): Cambridge University Press.
  • Paul VI. 1965. Gaudium et Spes, Pastoral constitution on the church in the modern world (Vatican City). Available from www.vatican.va
  • Schaefer, J. 2008. Aquinas, Thomas. In: Bron R. Taylor et al., editors. The Encyclopedia of Religion and Nature. London (UK) / New York (NY): Continuum. Volume 1, p. 102–103.
  • Seidenberg, D. M. 2008. Animal Rights in the Jewish Tradition. In: Bron R. Taylor et al., editors. The Encyclopedia of Religion and Nature. London (UK) / New York (NY): Continuum; Volume 1, p. 64–66.
  • The Quran. 2004. Transl. M. A. S. Abdel Haleem, 2004. New York (NY): Oxford University Press.
  • Udana Nikaya. 2012. Nibbana Sutta. Udana 8.3. Transl. T. Bhikkhu. [accessed July 13, 2019]. Available from https://www.accesstoinsight.org/tipitaka/kn/ ud/ud.8.03.than.html.

Louis Caruana

Çeviren: Şevki IŞIKLI

Kaynak

  • Caruana, Louis (2020). “Different religions, different animal ethics?” Journal of Animal Frontiers, January 2020, Vol. 10, No. 1, doi: 10.1093/af/vfz047

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir