Tarihte insanın nasıl bir hayvan/canlı olduğu konusunda çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Birçok düşünür insanı tanımlarken, insanı diğer hayvanlardan ayıran özellikleri üzerinde durmuş ve insanı diğer canlılardan farklı kılan yapısı üzerinden, insanı betimlemek ve diğer canlı türlerinden ayıran bir özellik atfetmek için sıklıkla yeni kavramlar üretmişlerdir.
Bu gidişle üretmeye devam edeceklerdir. Örneğin, Aristoteles’e göre insan düşünen bir hayvanken Descartes’a göre insan konuşan bir hayvandır. İnsanın düşünebilen ve konuşan bir varlık olması gerçektir. İnsanın konuştuğu dil ve konuşurken çıkardığı ses, sesindeki frekans ve ton farklılığı, tıpkı parmak izi gibi kişiye ait özellikler taşır. “Dil, sonsuz sayıda anlamlı cümle yaratmak için kullanılan sembolleri (kelimeler ve ifadeler) oluşturup değiştirmek için kullanılan karmaşık kuralları öğrenip kullandığımız özel bir iletişim yöntemidir.” Dil kullanma becerimiz, yaradılıştan var olan en büyük özelliklerimizden bir tanesidir. Düşünmek ve dil kullanmak hayvanlardan çok daha iyi yapabildiğimiz iki şeydir. Düşünce üzerine düşünebilme yeteneği de sadece insanda vardır, diğer canlılarda yoktur.
Çağlar boyu olgu ve olaylara farklı yaklaşan düşünürler, insanın evrimleşerek mi geliştiği yoksa Tanrı tarafından mı böyle yaratıldığı konusunda ikiye ayrılarak farklı tez ve antitezler ileri sürmüşlerdir. Tez ve antitezler üretirken, düşünsel faaliyetlerini bir lisan içinde yapıyor oluşları, Tanrı tarafından yaratılmış olduğumuz delilini savunmama sebebiyet vermektedir. Sebebine gelince; goril ve şempanzelerden evrildiğimizi düşünürsek hala goril ve şempanzenin çıkardığı sesler gibi ses çıkartmamız, aynı davranış örüntüleri sergilememiz hala onlar gibi iletişim kurmamız gerekecekti.
Bu yüzden insanın dilsel gelişim evresini takip ederek evrim teorisyenlerinin aksini savunacağım. Yaratılıştan gelen fizyolojik özelliklerimiz sayesinde ses çıkarmamız ve kelimeleri şekillendirmemize imkân sağlayan özel bir ses aracımızın olduğu artık bilinen bir gerçektir. Uzmanlar, goril ve şempanzelerin ses araçlarının şekli, kelime oluşturmak için gereken çeşitli sesleri çıkarmalarına engel olduğunu ve özel ses aracımız olmadan biz insanlar da hayvan sesleri çıkartmaya mahkûm olurduk demektedirler. Ayrıca “İlk olarak, araştırmalar henüz bir aylık bebeklerin ‘pa’ ve ‘ba’ gibi konuşma seslerini bir birinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Bebeklerin konuşma seslerindeki, üstelik yalnızca sözcüklerin başlarında değil, diğer ses konumlarındaki oldukça ince ses farklılıklarını da algıladığını gösteren veriler gerçekten dikkat çekici niteliktedir. Bebeklerin bazı konuşma seslerini aslında yetişkinlerden daha iyi ayırt edebildiğini gösteren bulgular daha da hayret verici niteliktedir.” Araştırmalar bebeklerin doğduklarında tüm ses frekanslarını ayırt edebilecek potansiyelde yaratıldıklarını ancak ailede kullanılan dil çerçevesinde konuşma kabiliyetlerinin şekillendiğini ve diğer algılama ses frekanslarını, bir çeşit sinaptik budama örüntüsü yaptıklarını fakat yeni bir dil öğrenmeye başladıklarında sinapsların tekrar devreye girdiğini söylemektedirler.
“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın ayetlerindendir. Bunda, bilenler için ayetler vardır.”(Rum/22)
Bilimsel araştırmalardan da anlaşılacağı gibi, yeni doğan bebeklerin konuşma yeteneği, ebeveynlerinin kullandığı dile göre şekillenmektedir. Bu da şu demektir; yeni doğan bir bebek hayvanlar arasında yetişseydi asla konuşma kabiliyetini geliştiremeyecekti. Tıpkı Vahşi Çocuk adlı gerçek hayat hikâyesinden alınmış kısa filmde, babası tarafından 13 yıl bir odaya hapsedilen bir kız çocuğu vakasında olduğu gibi. Jane, insanlarla iletişime geçmediği için konuşma yetisi körelmiş sadece garip sesler çıkaran dört ayak üzerindeki tavşanlar gibi yürüyen bir kız çocuğuna dönüşmüş. Sosyal hizmet görevlileri tarafından bulunduktan sonra uzmanların gözetiminde Jane, yavaş yavaş birkaç kelime konuşabilmiş fakat gramer açısından anlamlı cümleler kurmayı başaramamıştır. Zamanla iki ayak üzerinde yürümeyi başarmış olmasına rağmen 4,5 yaşın üstünde bir çocuğun mental ve sosyal beceri seviyesine geçememiştir.
İnsan bulunduğu çevreden etkilenen ortama göre şekillenebilen bir varlıktır. Sırf bu sebepten dolayı yaratılışı savunan, kutsal kitaplarda anlatılan ilk örnek çiftin bulunmuş olması şarttır. Kur’an’da bulunan Âdemle, Havva kıssası bu durumu desteklemektedir.
“İnsan (ile dünyanın kuruluşu) üzerinden uzun bir zaman geçti değil mi? Bu süre içinde o, hakkında bilgi olan bir şey değildi.” (İnsan/1)
“Sahibin (Rabbin) bir gün meleklere, “Yeryüzünde bir muhalif varlık yaratıyorum.” dedi. Melekler, “Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı yaratıyorsun? Ama sen yaptığını güzel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Senden dolayı onu temiz sayarız.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi.(Bakara/30)
“Âdem’e her varlığın ismini (neye yaradığını) öğretti, sonra onları meleklere gösterdi: “İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini söyleyin!” dedi.(Bakara/31)
Melekler, “Biz sana içten boyun eğeriz, bizde senin öğrettiğin dışında bilgi olmaz. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan Sensin.” dediler.(Bakara/32)
Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini (neye yaradıklarını) söyle!” dedi. Âdem onlara o isimleri söyleyince, “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını (gizlisini, saklısını) bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu, içinizde neyi sakladığınızı da bilirim.” dedi.(Bakara/33)
Konuya bir de maymunlar üzerinden bakmakta fayda vardır. Sosyal izolasyon deneyini maymunlar üzerinde gerçekleştiren Psikolog Harry Hanlow, 1070’li yıllarda hayvan severler tarafından eleştirilmiştir. Etik açıdan çok fazla eleştirilmesinin sebeplerinden biri de sosyal izolasyon deneylerinde, izole ettiği maymunların pek çoğunun depresyona girmeleri, kendilerini dış dünyaya kapatmaları ve normal gelişim evrelerini tamamlayamadıkları içindir. Hanlow, yeni doğmuş ve doğumdan sonra annesinden ayrılmış bebek maymunlar üzerinde bir sürü deney gerçekleştirmiştir. Deneylere maruz kalan bebek maymunlar ergenliğe girdiklerinde diğer maymunlarla çiftleşmeyi reddetmiş ve anti-sosyal davranışlar sergilemeye başlamışlardır.
Nadiren ve zorla da olsa çiftleşip doğum yapan anneler ise ya bebeklerini öldürmüş ya da düzgün bir şekilde bakım sağlayamadıkları için bebeklerin kendiliğinden öldükleri gözlenmiştir.
Sosyal izolasyona maruz kalan tarihe geçmiş 10 çocuk vakasında da benzer olaylar yaşanmıştır. Bir şekilde sosyal ortamlarından uzaklaştırılan ve hayvanlarla yaşamak zorunda kalan çocuklar tıpkı hayvanlar gibi davranmış, normal gelişim evrelerini tamamlayamamışlardır. Yaradılış amaçlarının dışında yani fıtratlarının dışında davranmaya zorlandıklarında canlılar mental ve sosyal beceri geliştirememekte, yaşamlarını normal bir şekilde sürdürememektedirler.
Her canlı kendine has özelliklerde yaratıldığı için, insanın konuşma kabiliyeti hayvanların yanında köreldiği gibi doğduktan sonra maymunlarda bir insan tarafından yetiştirilmiş olsa da asla konuşma becerisi kazanamamıştır. Beyin yapıları buna müsait değildir. Uzmanlar ayrıca goril ve şempanzelerin ses araçlarının şekli, kelime oluşturmak için gereken çeşitli sesleri çıkarmalarına engel olduğunu ve özel ses aracımız olmadan biz insanlar da hayvan sesleri çıkartmaya mahkûm olurduk demektedirler.
Benzerliklerden yola çıkılarak genellemeler yapmak bizi çıkmaza iten bir sürü mantık hatalarına sebebiyet vermektedir. Farklılıklardır, bizi farklı kılan şeyler. Hepimize okullarda maymunlardan insana olan evrim tarihçesi hem görsel hem işitsel olarak öğretildi. Kendimizi maymunlara gorillere benzettik. İnsanda bulunan taklit kabiliyeti, kafatası yapısı vs. gibi benzerliklerinden yola çıkıp genellemeler yapılması sayesinde evrim teorisini ürettik.
Maymunlardan, gorillerden, şempanzelerden evrimleştiğimiz tezi sadece dil kullanma becerimiz sayesinde çürütülmektedir. Psikolog Harry Hanlow tarafından yapılan deneylerden ve gözlemlenen diğer olaylardan da anlaşılacağı gibi evrim süreci okullarda anlatıldığı gibi gerçekleşmiş olsaydı maymunlar, goriller ve şempanzelerin bilişsel ve sosyal becerilerinin değişmiş olması hatta tarih sahnesinden çekilmiş olmaları gerekecekti.
Ya da insanlar, herhangi bir mental ve sosyal gelişim göstermeyerek, hayvanlar gibi yaşamaya devam ederek
konuşma kabiliyetlerini de asla geliştiremeyeceklerdi.
“Gökleri ve yeri, örneksiz yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi onun için sadece “Oluş!” der, o şey oluşur.(Bakara/117) Bir şeyi irade ettiğinde yaptığı tek şey ‘Ol!’ demesidir sonra o şey oluşur.” (Yasin/82)
“Allah dilerse bizi de giderir yerimize yepyeni bir tür yaratır.” (Halkin cedid)8 Fatır/16 ve Kaf/15)
“İnsanı yarattı. Ona kendini ifade etmeyi öğretti.” (Rahman/3-4)
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye oymaklara ve boylara ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, Allah’tan en çok çekineninizdir. Her şeyin iç yüzünü bilen Allah’tır.” (Hucurrat/13)
“Dönüp topluca huzuruna varacağınız O’dur. Bu, Allah’ın verdiği sözdür; gerçekleşecektir. O, ilk önce yaratır, sonra yaratmayı tekrarlar. Bu, inanıp güvenen ve iyi iş yapanlara çalışmalarının karşılığını hakka uygun şekilde vermek içindir. Ayetleri görmezlikten gelenler de bu kâfirliklerine karşılık kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap ile karşılanacaklardır.” (Yunus/4)
“Yaratmayı başlatan, sonra da tekrarlayan odur. Tekrar yaratmak onun için daha da basittir. Göklerde ve yerde en üstün örnekler O’na aittir. Onunkilerdir.
O güçlüdür, doğru karar verir.” ( Rum/27)
“Sizi topraktan yarattık, yine toprağa çevireceğiz ve bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız. ” (Taha/55)
“Kimileri şöyle der: Yani toprağın içinde kaybolduğumuzda yeniden yaratılacağız öyle mi?” Aslında göze alamadıkları Rableriyle yüzleşmektir.” (Secde/10)
Kısacası maymundan türemediğimiz aşikâr!
Yazar: Mürüvvet Çalışkan