Üniversiteleri birbirleri ile rekabet etmeye zorlamak yerine odaklanılması gereken temel nokta insanların ihtiyaç duyduğu bir mutluluk öğretme sistemi oluşturmaktır.
Tam olarak çözümlemek için ileri düzey bir felsefe alt yapısı gerektiren “Etik Yöntemler” kitabında olaylara faydacılık düzeyinde yaklaşan ahlak kuramcısı Henry Sidwick, filozofların, insanların sadece kendi mutlulukları ve memnuniyetleri uğrunda hareket ettiklerini düşünmelerinin yanlış olduğunu savunmuştu. Sidwick’e göre, insan davranışının ikinci bir kaynağı daha vardı; mükemmelliği kovalamak. Saplantı derecesinde çok çalışan bir şair, filozof veya sporcu mutlu olduğunu düşünse de onlar için en önemli şey aslında elde edebildikleri kadardı.
1900 yılında ölümünden kısa bir süre sonra Sidgwick’in çalışması demode olmuş ancak kendisi profesör olduğu Cambridge Üniversitesi’nde geçmiş zamanların sembolü haline gelmişti. Bertrand Russel ve yakın arkadaşları kendisinden “İhtiyar Sidg” diye bahsederlerdi. Fakat 1980’li yıllarda tekrar popüler hale geldi ve üniversite öğrencileri tarafından tekrar okunmaya başlandı. Günümüzün üniversite eğitimcilerinin onu hiç okuyup okumadıklarını bilmiyorum ama eğer okudularsa da muhtemelen öğrettiklerinin sadece yarısını hatırlıyorlardır.
Elimizde ‘Mükemmellik Sistemi Araştırması’ ve ‘Mükemmellik Sistemi Öğretimi’ bulunuyor. Peki, ‘Mutluluk Sistemi Araştırması’ ve ‘Mutluluk Sistemi Öğretimi’ nerede?
Günümüzde mutlu olmak istiyorsanız yükseköğrenim sektöründen uzak durmanız yararınıza. Zira çoğu akademisyen ve öğrenci için ilerleme anlamına gelen sıkı çalışmaya yatırım yapma durumu aslında çoğu şeyi yanlış yapmanın hüsranıyla sonuçlanıyor. Konuştuğunuz hemen hemen herkes ‘sahtekârlık sendromuna’ yakalanmış olmaktan yakınıyor çünkü ulaştıkları pozisyon ve konumun tamamen yazım hatasının bir sonucu olduklarını düşünüyorlar. Böyle düşünmeyen nadir kişiler ise muhtemelen böyle düşünmek üzere.
Peki, bizim mükemmellikten kastımız nedir? Filozof Harry Frankfurt, eşitlik tezine bir espri ile giriş yapıyor: “Birinci adam sorar: Çocuklar nasıllar? İkinci adam cevap verir: Neye göre?’ Ve bana göre tam da bu durum bizim sorunumuza parmak basıyor. Birinci ebeveyn tipi çocuklarının potansiyellerini açığa çıkarıp, yeteneklerini geliştirerek, kıymetli hedeflere yönelmesi ve memnun edici bir hayat sürmesini isterler. Başka bir ebeveyn tipi çocuklarının sınıf birincisi ve takım lideri olmalarını ister. Bu kazanıp gelişen mükemmelliktir. Üniversiteler gelişme dilini konuşsalar da çeşitli durumlarda bizi rekabete zorluyorlar. Dolayısıyla mükemmelliğimiz mukayeseli.
Peki, üniversiteleri birbirleriyle rekabete zorlamanın amacı nedir?
Kuşkusuz bizleri diken üstünde tutmak. Kalite, yeni icatlar ve arz çeşidini çoğaltmak. Fakat rekabetin başka sonuçları da olabilir. Karl Marx, rekabetin doğal mantığının birinin kazanması olduğunu vurguluyor. ‘Mükemmelik Sistemi Araştırması’ bu süreci kazananları, bir sonraki sefer daha iyi olmaları için kaynaklarla ödüllendirerek hızlandırıyor. Bu, başkalarının kazananları yakalamak için mücadele etmeye ve yeni icatlar aramak yerine, yukarıdakilere göre başarılı olanların stratejilerini taklit etmeye mecbur bırakabilir. Bunu üniversitelerin sırayla dil gibi bölümlere azalan talepten dolayı dersleri azaltmasında ve başka yerlerden – özellikle o an için en çok para kazandırma potansiyeline sahip olan- başarılı programları taklit ettikleri öğrenim alanlarında da görüyoruz.
Serbest piyasa kuramcılarının tersine, ekonomi düzenleyicileri rekabet içindeki bir sistemin, narin bir ekosistem olduğunu bilirler. Aksi takdirde acımasız kazanç arayışı tüm ana caddelerin, küçük ve tuhaf dükkanlardan arındırılmış şekilde aynı görünmesi ve sadece bir perakendecinin tüm çevrimiçi satışları kepçeyle boşaltması anlamına gelir. Farklılığı ödüllendirecek ve her seviyede özgün icatlara yer açacak bir rekabet sistemi kurmak zor. Yüksek eğitim sektöründe bunu deneyip denemediğimizi söylemek bile şu an çok zor.
Sidgwick, bireylerin hem mutluluğu hem mükemmelliği aradığına inansa da belki de mükemmelliğin peşinde olmanın dünyada daha büyük bir genel mutluluğa varmadığı sürece mantıksız olduğu görüşünü meydana çıkarıyordur. Kendisinin yükseköğrenim sektöründe bugün bu hakka sahip olup olmadığımızı araştırmak için aramızda olmaması çok yazık.
Yazar: Reşat OKUR