Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. İnternetin Felsefesi: Kierkegaard’çı Bir Analiz

İnternetin Felsefesi: Kierkegaard’çı Bir Analiz

Dreyfus, “İnternetin vaadi ve tehlikesi nedir?” diye soruyor. Kendi internet felsefesini, büyük bir filozofun kamusal alana dair görüşlerinin gölgesinde ve Kierkegaard’tan hareketle tesis ediyor. Bir yerde “Net-sörfçüleri, internet gezginlerini bu kadar heyecanlandıran şey nedir?” sorusuna da değiniyor.

Hubert Dreyfus

İnternetin felsefesi adlı bu metin, Berkeley UCLA’da Felsefe Profesörü olan Hubert Dreyfus’un 22 Mart 2000’de Tazmanya Üniversitesindeki Stanley Burbury Tiyatrosu’nda gerçekleşen konuşmasının içeriğini yansıtmaktadır.

Hubert Dreyfus, bir felsefe profesörü prototipi gibi görünüyordu. Sarışın saçı, ona Andy Warhol’a şaşırtıcı bir benzerlik kazandırmıştı. Her nedense o saç bana anlattıkları konusunda  güven verdi.

Konuşmaya davet kartında Dreyfus, “Bilgisayarların yapamadıkları (1972)” ve “Bilgisayarların Hâlâ Yapamadıkları (1992)” adlı çok bilinen iki kitabın yazarı ve Çağdaş Amerikan filozofların en seçkinlerinden biri olarak tanıtılmıştı. Konuşmasına “İnternetin vaadi ve tehlikesi nedir?” diyerek doğrudan bir giriş yaptı.

Aslında çıkış noktası, internet kullanımıyla ilgili iki ana çalışmanın sonucundan hareketle ABD’de hissedilen aciliyetti. Bu çalışmalara göre internet, şimdiye kadar olduğundan daha fazla insanı birbirine bağlamasına rağmen bir insan internette ne kadar zaman harcarsa o kadar depresyon eğilimli ve içinde bulunduğu toplumdan o derece izole oluyordu.

Dreyfus, konuyla ilgili eski bir filozofun bu meseleye ışık tutabileceğini öne sürdü. Bu noktadan hareketle Kierkegaard’ın kamusal alanla ilgili görüşlerinden bahsetti. Kierkegaard, Dreyfus’un tehlikeli olarak gördüğü iki kurum hakkında önceden uyarıda bulunmuştu. Kierkegaard’ı endişelendiren şey, bunların her iki ayrımı da dengeleyerek aslında kopuşu teşvik etmesiydi. (Kendisinden sonraki filozof Nietzsche, bu durum için Nihilizm kavramını kullanacaktı.)

Yaklaşık bir yüzyıl önce Alman Filozof Jürgen Habermas, gittikçe toplumsallaşan bir kamusal alandan bahsetti.  Buna göre kamusal alan, 18. yüzyılın ortasında kahvehanelerde ve halka açık tartışma ortamlarında icat edilmişti.

Modern kamusal alan ise kendini dış siyasi güç olarak görmektedir. Ancak bu ekstra-politik statü, siyasi bir gücü olmadığı için sadece olumsuz değil aynı zamanda akılcı ve yansıtıcı olduğu için olumlu özellikleri de bir arada barındırır.

19. yüzyıl medyası, kamusal alanla ilgili bu siyasi tartışmayı genişletti. Edmund Burke, bununla ilgili “Her insan bu alandayken kendinin bir fikri olduğunu düşünür” demişti. Habermas, bunu demokrasi olarak görür. Ancak Kierkegaard, bu arenada konuşmak için hiç kimsenin herhangi bir bilgiye ihtiyaç duymamasına içerliyordu. Tartışmalarda, politikanın dışında olduğu için insanlar eleştirebilir ve sonsuza dek fikirlerini ifade edebilir ama asla harekete geçmezlerdi.

Basın ve medya halka konuşur fakat halk bunların arkasında durmaz. Kamuoyunda hiç kimse kamuoyuna ait değildir veya kamuoyu içinde değildir.

Dreyfus, her yerde grupları olan ve katılmak için belli niteliklere ihtiyaç duyulmayan internetin, herkese ve herhangi bir kişiye, her konuda fikir sahibi olabilme ve aynı zamanda isimsiz olarak aynı anda birkaç yerde bulunma olanağı tanıdığını ileri sürüyor. Bu alanda herhangi bir yerel direnç önemsizdir, uzmanlıklar baltalanmaktadır; tam da bizim post modern çağımıza benzemektedir.

Kierkegaard, başarı ve başarısızlıkları insanın kalbinde taşımadan, riske girmeden kimsenin “tam bir insan” olarak yetişemeyeceğini hissetmişti. Sonuçlar önemli olmadıkça ya da umursanmadıkça, öğrenme sıradan olur yahut da gerçekleşmez. Tutkulu bağlantılar kurmaktan kaçınan insanlar, asla ciddi hatalar yapmazlar ve bu nedenle asla gelişemezler.

Kierkegaard’ın Çözümü

Kierkegaard’ın buna çözümü, eylem ve etkinliklerin içine doğru riskli atılımlar yapmayı göze almaktır. “Sığ sularda oyalanma! Derin sulara dal!” tavsiyesinde bulunurken bu atılımın 3 aşamasından bahseder: Estetik, etik ve dini alan.

1) Estetik Alan: Medya ve internetin sonsuz olanaklarının keyfini çıkarmaktır. Bu aşama, her şeyi merak eden, neyin yeni neyin klasik olduğu hakkında bilgi sahibi olan “net-sörfçüler” ile simgelenmektedir. Bu aktivitenin anlamı, neyin ilginç olduğuna karşın neyin sıkıcı olduğudur. İnternet gezginlerini bu kadar heyecanlandıran şey nedir? Ne tür bir merak tutkulu bir bağlantıyı teşvik eder? Cevap anonimliktir. Çünkü bu alan gerçek olmayan sanal bir bağlantıdır.

İnternette kimliğimizi değiştirebilir, sohbet odalarında kendimizi sınırsız ve akıcı olarak düşünebiliriz: Tıpkı post-modern yaşam gibi. İnternet sürekli yinelenen deneyimlemeye teşvik eden bir ortamdır. Çünkü sonuçları yoktur. Ancak bu durum zamanla sıkıcı olur ve yıkıcı bir hal almaya başlar. Mümkün olan her şeyi bilmenin sonucu olarak büyük bir çelişkinin içine sürükleniriz. Karakter dediğimiz şey denge, istikrar ve kararlılık gerektirir. Dolayısıyla bu yeni alanlarda zaman geçirirken önemli olanı önemsiz olanda ayırmamız gerekir.

Estetik alanda herkes umutsuz durumda görülebilir ancak artık bunu fark etttiğinize göre 2. evre için hazırsınız demektir: Etik alan.

2) Etik Alan: Burada istikrarlı bir kimlik ve amaçlı bağlantılar vardır. İnternet değerli bir kaynak hâline getirilebilir. Hedefler belirlenir ve artık kararlılıkla yapılacak hareketler gerçekleştirilebilir. İnterneti kendi amaçları için kullanan çıkar gruplarının çok fazla olduğunu düşünürsek – Haftalık 1 milyarı aşkın web sitesinden bahsediliyor- bu çokluğun zamanla etik alanı parçalayabileceğini tahmin edebiliriz.

Etik hevesler seçimleri daraltır. Etiğe önem veren insan, önemli olanı ve olmayanı seçen özerk bir insandır. Yalnızca her şeyin seçilebilir olduğu durumda seçim keyfi, öznel ve değişken olabilir. Sonuç olarak hiçbir tedbir ciddi bir fark yaratmaz. Asıl çözüm, ciddi ve özel bir sözleşme yapmaktır.

3) Dini Alan: Kierkegaard, koşulsuz bağlılık ve sonsuz bir tutkudan bahseder. Güçlü bir kimlik, koşulsuz bir bağlılık üzerine kurulu olabilir ve bu şekilde nihilizm engellenebilir. Bu bağlılıklar, insanların bocalaması açısından risklidir. Âşıklar bile birbirini terk edebilir, kilise bile hayal kırıklığına uğrayabilir. Fakat insanların, biri uğruna ölmek için bir nedene ihtiyaçları vardır.

Dreyfus, bu kayıtsız şartsız bağlılığı teşvik etmek için “İnternetin ne türden rolleri olabilir?” diye soruyor.

İnternetten öğrenilenlerin gerçek dünyaya aktarılması gerekir. Bağlılık gerçek dünyada da işe yaramalıdır. Sadece bağlanılan bir hayatın bize anlam verebilmesinden dolayı medya ve internet, dini bağlılığın nihai düşmanları olabilir.

Yalnızca bağlılık; kamusal alan, medya ve internet tarafından genişletilen ve Aydınlanma ile başlayan umutsuzluktan bizi kurtarabilir.

Ve sonuç

Dreyfus’un açıklamalarını biraz perçinleşmiş buldum. Ancak yine de internetin diğer özelliklerini sormak istedim: Siber uzay, “uzay” hakkındaki görüşümüzü nasıl değiştirdi? İnternetin maddi olmayan yönleri nelerdir ve hangi yollarla Ortaçağ dünyasına benzetilebilir? İnternet yazı dilimizi değiştirdi mi? Bu kadar çok konuşulmayan düşünceyle iletişim kurmak bizi daha fazla içsel bir varlık haline getirdi mi? Daha birçok yönü var ama burada kesmem gerekiyor…

Harika bir konuşmaydı.

 M. M. Brandl

Çeviren: Dilan Eser

Kaynak: EarthLink Sitesi/Mar 3, 2000.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir