Bildiğinizi Sandığınız Her Şeyi Unutmaya Hazır mısınız?
Gündelik hayatın koşuşturması içinde gerçeklik, ahlak, özgürlük gibi kavramları sorgulamadan kabul ederiz. Dünyayı olduğu gibi gördüğümüze, ahlaklı olmanın bizi mutlu edeceğine ve özgürlüğün canımızın istediği her şeyi yapmak olduğuna inanırız. Peki ya bu temel varsayımların tamamı bir yanılsamadan ibaretse? İşte bu noktada, modern düşüncenin ufkunda bir deniz feneri gibi duran Immanuel Kant devreye girer. O, bu temel kavramları kökünden sarsarak felsefede bir devrim yaratmış ve kendisinden sonraki tüm düşünceyi şekillendirmiştir. Bu yazının amacı, Kant’ın devasa felsefesinden damıtılmış, en şaşırtıcı ve kışkırtıcı dört fikri herkesin anlayabileceği bir dille sunmaktır. Zihninizi açın, çünkü bildiğiniz dünya değişmek üzere.
Gerçekliği Değil, Zihnimizin Bir Kopyasını Görürüz
Çoğumuz, gözümüzü açtığımızda dünyayı olduğu gibi, tarafsız bir şekilde algıladığımıza inanırız. Ağaç yeşildir, gökyüzü mavidir ve bu nesneler bizden bağımsız olarak oradadır. Kant’a göre bu, en temel yanılgımızdır.
Kant’ın felsefedeki “Kopernikvâri Dönüm Noktası” (kopernikanische Wende) tam da bu fikre dayanır. Tıpkı Kopernik’in evrenin merkezini Dünya’dan Güneş’e kaydırması gibi, Kant da bilginin merkezini nesnelerden özneye, yani insan zihnine kaydırmıştır. Ona göre bilgi, dış dünyadaki nesnelerden pasif bir şekilde bize akmaz. Tam tersine, bizim zihnimiz, ham duyusal verileri aktif olarak şekillendirir ve anlamlı bir deneyime dönüştürür.
Zihnimiz bunu nasıl yapar? Kant’a göre zihnimiz, deneyimden önce gelen, adeta bir işletim sistemi gibi çalışan a priori formlara sahiptir. Uzay ve zaman, dışarıda var olan gerçeklikler değil, zihnimizin deneyimi algılamak için kullandığı temel filtrelerdir. Her şeyi bir “yerde” ve bir “anda” deneyimlememizin nedeni budur. Buna ek olarak, zihnimiz bu verileri “kategoriler” adı verilen saf kavramlarla (nedensellik, birlik, çokluk gibi) organize ederek anlamlı nesnelere dönüştürür. Bu, zihnimizin filtreleri olmadan gerçekliğin özüne, yani Kant’ın “kendinde şey” (Ding an sich) dediği şeye asla ulaşamayacağımız anlamına gelir.
Bu fikir neden bu kadar sarsıcıdır? Çünkü bilgimizin mutlak değil, sınırlı olduğunu kabul etmemizi gerektirir. Gördüğümüz dünya, gerçekliğin kendisi değil, zihnimizin yapılandırdığı bir versiyonudur. Kant, Antik Yunan’ın “kendini bil” deyişine modern bir cevap verir: “haddini bil”. Bu, bilgimizin sınırlarını tanımak ve mutlak hakikat iddialarına karşı derin bir alçakgönüllülük dayatmaktır.
Bu fikir, sosyal medya filtre balonları, yankı odaları ve parçalanmış ortak gerçeklik algısıyla dolu günümüz dünyasında daha da anlam kazanır. Eğer zihinlerimiz gördüğümüz şeyi yapılandırıyorsa, tükettiğimiz siyasi veya sosyal “gerçekliğin” ne kadarı dünyanın bir yansıması, ne kadarı kendi önceden var olan inançlarımızın yapılarının bir yansımasıdır?
Ahlak Mutluluk Arayışı Değil, Bir Ödev Meselesidir
Birçok insan ahlaklı olmayı, iyi sonuçlar elde etmekle, toplumsal fayda sağlamakla veya en nihayetinde mutlu olmakla ilişkilendirir. İyi bir şey yaparız çünkü bu bizi veya başkalarını mutlu eder. Kant ise bu rahatlatıcı yanılsamayı temelden reddeder: Ona göre ahlaklı olmak, mutlu bir hayatın stratejisi değildir; bu, sizi mutluluktan başka her şeye götürebilecek koşulsuz bir görevdir.
Kant’a göre, dünyada ve hatta dünya dışında koşulsuz olarak iyi kabul edilebilecek tek bir şey vardır: “iyi istenç” (gute Wille). Zekâ, zenginlik, cesaret gibi özellikler bile kötü amaçlar için kullanılabilir. Ancak iyi niyet, kendi başına iyidir. Bir eylemin ahlaki değeri, sonuçlarından, getirdiği mutluluktan veya acıdan değil, yalnızca “ödev” bilinciyle yapılmasından kaynaklanır. Başkalarına yardım etmek, takdir edilme veya kendini iyi hissetme arzusuyla yapıldığında ahlaki bir değer taşımaz. Ancak bu eylem, sadece doğru olanın bu olduğu bilinciyle, yani ödevden dolayı yapıldığında ahlaki bir nitelik kazanır.
Bu anlayış, Aristoteles’in ahlakın nihai amacını eudaimonia(mutluluk, yetkin yaşam) olarak gören yaklaşımından veya faydacıların “en çok sayıda insan için en büyük mutluluk” ilkesinden kökten ayrılır. Kant için bir eylemin sonuçlarının iyi ya da kötü olması, onun ahlaki değerini belirlemez. Önemli olan niyettir.
Bu fikrin önemi nedir? Ahlakı, kişisel duygular, kültürel görecelik veya eylemlerin öngörülemeyen sonuçları gibi değişken zeminlerden kurtarıp evrensel ve rasyonel bir temele oturtur. Kant için ahlakın nihai hedefi mutlu olmak değil, mutluluğa layık olmaktır. Ahlak bir mutluluk reçetesi değil, bir onur meselesidir.
Gerçek Özgürlük, Kendi Koyduğun Yasaya Uymaktır
Özgürlük denince aklımıza genellikle “istediğimiz her şeyi yapmak” gelir. Sınırların, kuralların ve engellerin olmadığı bir durum hayal ederiz. Kant, bu popüler tanımın aslında özgürlük değil, arzuların köleliği olduğunu söyler.
Kant’ın özgürlük anlayışının merkezinde “otonomi” (özerklik) kavramı bulunur. Otonomi, kelime anlamıyla “kendi yasasını kendi koymak” demektir. Bunu anlamak için Kant’ın iki irade yetisi arasında yaptığı kritik ayrımı bilmek gerekir: Willkür (keyfîlik veya seçme yetisi) ve Wille (akıl sahibi istenç). Willkür, anlık arzularımıza veya içgüdülerimize göre seçim yapma yetimizdir ve bu, hayvansal bir keyfîlik olabilir. Wille ise aklımızın kendisi için evrensel ahlak yasasını koyduğu saf rasyonel iradedir. Gerçek özgürlük, dışsal baskıların veya Willkür’ümüzün anlık dürtülerinin esiri olmak değil, seçme yetimizin (Willkür) kendi aklımızın yasasına (Wille) kendi iradesiyle uymasıdır.
Bir hayvandan farklı olarak insan, içgüdülerinin ötesine geçebilir ve akıl yoluyla kendine bir yasa dayatabilir. Bu otonomi, insan onurunun ve ahlaki sorumluluğun temelini oluşturur. Bizi sadece “Tabiî Dünya”nın bir parçası olmaktan çıkarıp, rasyonel varlıkların kendi koydukları yasalar altında birleştiği evrensel bir “erekler krallığı”nın (corpus mysticum) üyesi yapar. Bu, her otonom eylemimizin sadece kendimiz için değil, tüm rasyonel varlıklar topluluğu için bir yasa koyma eylemi olduğu anlamına gelir.
Arzuların kölesi olma fikri, günümüzün dijital ve tüketimci dünyasında hiç olmadığı kadar geçerlidir. Bildirimlerin kölesi olup saatlerce ekranda gezinmek (doomscrolling), anlık bir haz için yapılan dürtüsel alışverişler veya bağımlılıklar… Bunların hepsi, Kant’ın Willkür dediği keyfî seçme yetimizin, anlık eğilimlere teslim olmasıdır. Kant’ın sunduğu gerçek özgürlük (Wille), bu dürtülere karşı durup, kendimize verdiğimiz bir ilke doğrultusunda hareket etmenin daha zor ama daha derin tatminidir.
Yorgun argın eve geldiğinizde kanepede uzanıp tembellik yapma arzusu, doğanızdan gelen bir eğilimdir. Bu arzuya teslim olmak (hayvansallığa ilişkin keyfîlik), bir nevi köleliktir. Ancak hasta olan bir yakınınıza yardım etme sözü verdiyseniz ve bu ahlaki sorumluluğu yerine getirmek için yorgunluğunuza direnip harekete geçerseniz, işte o zaman kendi koyduğunuz ahlak yasasına uyarak gerçek özgürlüğü deneyimlemiş olursunuz.
Yalan Söylemek Her ZamanYanlıştır. Evet, İstisnasız.
Çoğumuz, birini kırmamak için söylenen “beyaz yalanları” veya daha büyük bir kötülüğü engellemek için başvurulan iyi niyetli aldatmacaları kabul edilebilir buluruz. Kant için ise bu, ahlaki bir felakettir. Ona göre yalan söylemek, hiçbir koşul altında meşru görülemez.
Kant’ın bu katı tutumu, ahlak yasasının temel ilkesi olan “kategorik imperatif” (kesin buyruk) anlayışından kaynaklanır. Bu, kişisel arzu ve hedeflerden bağımsız, her durumda ve her akıl sahibi varlık için geçerli olan koşulsuz (kategorik) bir emirdir (buyruk). Böyle bir yasayı keşfetmenin yolu ise “evrenselleştirilebilirlik” testidir. Bu test şöyledir: Bir eyleme girişmeden önce kendine şunu sor: “Benim bu eylemin arkasındaki ilkenin evrensel bir yasa olmasını isteyebilir miyim?” Yalan söyleme eylemini bu teste tabi tutalım. Eğer herkesin ihtiyaç duyduğunda yalan söylemesi evrensel bir yasa olsaydı ne olurdu? Kısa sürede “doğru” ve “söz” gibi kavramlar anlamını yitirir, kimse kimseye inanmaz ve böylece her türlü iletişim ve güven imkânsız hale gelirdi. Yalan söyleme eylemi, evrenselleştirildiğinde kendi kendini yok ettiği için ahlaki olamaz.
Kant’ın bu konudaki radikal tutumu, filozof Benjamin Constant ile yaptığı meşhur tartışmada zirveye ulaşır. Constant, “Eğer bir katil, arkadaşınızı öldürmek için kapınıza gelse ve arkadaşınızın evde olup olmadığını sorsa, yalan söylemek bir ödev olmaz mı?” diye sorar. Kant’ın cevabı nettir: Hayır. Doğruyu söylemek mutlak bir ödevdir. Çünkü bir yalan, sadece o anki kişiye değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Yalan, hukukun ve toplumsal güvenin temelini dinamitler.
Bu kural neden bu kadar tavizsiz? Çünkü Kant için mesele, tek bir yalanın iyi ya da kötü sonuçları değildir. Mesele, eylemin arkasındaki ilkenin (maksimin) ahlaki tutarlılığıdır. Ahlak, sonuçlara göre pazarlık yapılabilecek bir alan değildir. Ya evrensel bir yasaya uyarsınız ya da uymazsınız. Bu, ahlakın koşullara göre eğilip bükülemeyeceğine dair radikal ve sarsıcı bir duruştur.
Felsefenin Işığında Kendine Bakmak
Kant’ın bu dört sarsıcı fikri, bize rahat cevaplar sunmaz. Aksine, bizi en temel inançlarımızı sorgulamaya davet eder. Bize bilgimizin sınırlarını, eylemlerimizin ardındaki gerçek niyeti, özgürlüğümüzün bedelini ve ahlakın pazarlığa kapalı doğasını gösterir. Onun felsefesi, konfor alanımızdan çıkıp daha derin düşünmemiz için bir çağrıdır. Yazıyı bitirirken, sizi şu kışkırtıcı soruyla baş başa bırakalım:
“Eğer ahlaki değerimiz sonuçlara değil de yalnızca niyetimizin saflığına ve aklımıza bağlıysa, bu durum gündelik hayatımızdaki kararlarımızda bizden ne talep eder?”
Kaynaklar
Balcı, E. Ç. (2018). İsteme özgürlüğünden eylem özgürlüğüne: Kant’ın özgürlük görüşü. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 35(1), 20-32.
Demir, A. (2020). Hangi Adalet, Kime Göre Neye Göre?. International Journal of Social and Humanities Sciences Research (JSHSR), 7(62), 3470-3486.
Düzgün, O. (2025). Adaletin imkânına dair poetik bir yorum: Kant’la birlikte sonsuza bakmak. Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 24(1), 200-231.
Düzgün, O. (2022). Modern sübjektivite metafiziği bağlamında Kant’ta adaletin imkânı (Doctoral dissertation, Bursa Uludag University (Turkey)).
Kant, I. (2017). Kant: The metaphysics of morals. Cambridge University Press.
Savaş, G. (2021). Kant’in transandantal felsefesinde hukukun ve adaletin ahlak zemininde temellendirilmesi (Master’s thesis, Mimar Sinan Fine Arts University (Turkey)).
Uygun, O. (2021). IMMANUEL KANT VE AHLAKIN TEMEL İLKESİ. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 18(2), 1439-1454.
Yalçın, Ö. (2019). Adaletin Kantçı Zemini. Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 18(1), 276-287.


