Eylemlerimizde gerçekten özgür müyüz yoksa her şeyin belirleyicisi Allah mı? İmadaldın Al-Jubouri Müslüman filozofları karşı karşıya getiren bir ihtilaf üzerine konuşuyor.
Orta çağda yaşayan Müslüman filozofları, o zamanlar sıklıkla meşgul eden sorulardan birisi insan davranışlarının tercihen mi yoksa dış bir güç tarafından mı belirlendiğiydi. Determinizmin savunucuları insan iradesini zayıf ve güçsüz buluyorlardı çünkü hiç şüphesiz hareketlerimiz ve seçimlerimiz Tanrı tarafından belirleniyordu. Müslüman deterministlerin babası, Jahm ibn Safwan şöyle der:
“İnsan rüzgârda uçuşan bir tüy gibidir. İradesi, seçimi ve kudreti yoktur. Tüm olaylar ve insan eylemleri Allah tarafından belirlenir. İnsanın eylemlerini kendisinin belirlediğini söylemek yanlıştır zira insan sadece metaforik olarak bu eylemler için birer araçtır. Mesela ağaç meyve verir, su akar, yağmur yağar dediğimizde aslında tüm bu yağma, akma ve meyve verme eylemleri arka planda Allah tarafından gerçekleştirilmektedir. Fakat tüm bunlara rağmen, diğer yaratıklardan farklı olarak, Allah insanı sadece arzulayan, dileyen ve isteyen değil aynı zamanda eyleme geçme gücüne sahip olacak şekilde yaratmıştır. Allahtan başka yaratıcı yoktur. Eğer eylemlerini insanların kendisinin belirlediğini söyleyecek olursak bu bizi şirke götürür.”
Jahm için iman, Allah’ı bilmek; imansızlık, inanmamak ise Allah’ı bilmemek demektir. Kıyametten sonra “cennet” ve “cehennem” yok olacaktır. Geriye sadece Allah kalacaktır. Bu kavramların hepsi Jahm’ın Allah ile insan arasında bir benzerlik kurmaktan kaçınmak için Allah’a atfedilen şeyleri inkâr etmesine yol açmıştır. Jahm’ın Allah’a atfedilenler ile ilgili görüşü her ne kadar Pagan filozof Plotinus’unkine (204 -270) çok yakın olsa da özellikle Emevi (661 – 750) yöneticiler tarafından kendi baskıcı politikalarını haklı çıkarmak için oldukça desteklenmiştir.
Doğal olarak birçok düşünür ve alim Jahm’ın fikirlerine karşıdır. Bunlar arasında iki akım özellikle ön plana çıkmaktadır: Al-Safa Kardeşliği ve Kaderciler. Bu İslami kaderciler içinde Mabad Al-Juhni (702), Damascus Ghaylan (743) ve Wasil ibn Ata (699 – 749) gibi filozoflar bulunmaktadır. Allah’ın insana iyi ya da kötüyü seçme konusunda kudret, özgürlük ve özgür irade verdiğini ve böylece kıyamette insanı ödüllendirebileceğini ya da cezalandırabileceğini savunmaktadırlar. Diğer bir deyişle, eğer insan edimleri Allah tarafından kesin olarak belirleniyorsa, kıyamet günü niçin insanları cezalandırsın ki? Eğer Allah insanlara emretmiş olsaydı ve insanların da bundan farklı davranma kudreti olmasaydı, insanlığın tüm ediminden Allah’ın sorumlu olduğu çok açık olurdu. Fakat eğer kıyamet günü diye bir şey var ise o zaman insanların özgür iradesi, iyiliği ya da kötülüğü seçme gibi bir edimi olmalı.
Bu sebeple İslamcı kaderciler Jahm’ın determinizmine karşı çıktılar ve onu, adaletsiz yöneticileri destekleyerek Müslümanlığın şartlarını lağvetmekle suçladılar. Dahası Jahm’ın Kuran’ın ayetlerini yanlış yorumladığını, olayların karşısında Müslümanları pasif olarak yanlış konumlandırdığını ve her şeyi Allah’ın iradesine bağladığını söylediler. Wasil ise “Allah’ın kendisinin yapamayacağı ya da yapmak istemediği bir şeyi kuluna emretmesi tasavvur dahi edilemez. Kim ki insanın iradesini inkâr ederse Allah’a itaatin gerekliliğini inkâr etmiş sayılır” dedi.
Bu kadercilik anlayışı zamanla yeni bir okul olan Mutezilelik içerisinde yok oldu gitti. Mütezileler için en önemli konu insanın özgürlüğüydü. Mutezilelere göre Allah insana iyi olsun kötü olsun istediği her şeyi yapabilme gücü vermiştir. İşte bu özgürlük aklın en önemli öncülerinden birisidir ve o olmadan anlama ya da idrak mümkün değildir. Bu yüzden sadece iyilik Allah’tan gelir, geri kalan her şey yani kötülük insan seçiminin bir sonucudur.
Mütezilelik felsefesinde insan özgürlüğünden sonraki en önemli ikinci kavram ise “adalet”tir. Onlar için Allah yozlaşmayı sevmez ve bu bize verilen iradenin yanlış şekilde kullanılması da yozlaşmadır. Bu yüzden adalet bize verilen iradeyi, akli irade de dâhil, en iyi şekilde kullanmayı ve hakkını vermeyi gerektirir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek için mücadele etmeliyiz ve ederken de şunu unutmamalıyız: Allah bize kaldıramayacağımız yükü vermez ve vermeye yükümlü olamadığımız şeyi de bizden istemez. Allah yaratıcıdır. Eğer insanların kendisine zorla ibadet etmesini ve emirlerine uymasını dileseydi, zaten bunu yapardı. Ama böyle yapmadı çünkü O’nun ilahi adaleti insanların istedikleri gibi özgürce hareket etmelerini gerektirir. İlahi bilgeliğe nazaran ilahi adaletin uygulaması gerekmektedir.
Bu yüzden mutezileler kendilerine, “adaletin insanları” derler çünkü insanoğlun bu fani dünyada ilahi adaletin bir parçası olarak seçme özgürlüğü ve iradesine sahip olduğunu kabul ederler. Bu görüşlerini desteklemek içinse Kuran’ın çeşitli ayetlerini örnek gösterirler:
“Her nefis kendi kazancına bağlıdır” (74: 38).
“Kim bir iyilik yaparsa kendi ruhuna bir iyilik; kim bir kötülük yaparsa kendi ruhuna bir kötülük yapmış olur” (41: 46).
“Ve de ki: Hak, gerçek yalnız Allah’tan gelendir.”
“O zaman, bırak, inanmak isteyen inansın; istemeyen inanmasın” (18: 29).
“Biz ona doğru yolu gösterdik ister şükredenlerden olsun ister inkâr edenlerden” (76: 3).
Batıda Algazel olarak bilinen İmam Gazali (2018 – 1111), mutezileliğin bazı önemli noktalarını eleştirdi. Ona göre insanın özgürlüğü Allah’ın iradesinden başka bir şey değildir ve hiçbir insan bu dünyada “özgürüm” diyerek her istediğini yapacak kadar bağımsız değildir. Aslında Gazali’nin çocukluğunda çok katı bir şekilde din eğitimi alması, onun her şeye felsefi bir açıdan çok dini bir açıdan bakmasına sebep olmuştur. Ona göre bu dünyayı ve bu dünyadaki her şeyi Allah var etmiştir. Her şey Allah’ın yaratımı ve tezahürüdür. Bu yüzden Allah’ın izni olmadan yaprak dahi kıpırdamaz. Her eylem Allah’ın kudretindedir. Allah bütün kullarına ister gizli ister aşikâr olsun yaptıkları ve söyledikleri her şeyde iyi ve temkinli olmalarını emretmiştir. Çünkü O kalplerde en gizli olanı dâhil her şeyi bilir.
Allah insanları sadece iyilik ve güzellik üzerine yarattığı için bütün övgüler, şükranlar, kutsamalar sadece O’na aittir. İnsanalar cefa çektiklerinde bu onlara eziyet etmek için değil akıllarını başına getirmek içindir ve ilahi adalettir. Halıya sopayla vurmakta maksat, tozu silkelemektir. Allah her zaman adaletlidir ve doğrudur. İnsanları amellerine göre cezalandırılabilir ya da ödüllendirebilir. Bütün insanlar Allah’a, sadece akılları O’nun ne kadar büyük ve doğru olduğunu ispatladığı için değil aynı zamanda insanlara hakkı, adaleti ve iyiliği anlatabilsin diye mucizeler ile donattığı elçileri ve peygamberlerini gönderdiği için de itaat etmeli, emirlerine uymalıdırlar. İnsanlar sadece hak, adalet ve Allah’ın kelamından başka bir şey konuşmayan bu elçilere iman etmekle yükümlüdür.
Allah’ın ilmi sonsuzdur. Bu dünyada O’nun haberi olmadan hiçbir şey olmaz. İnsanın kaderini, gücünü, seçimini, özgür iradesini ve dahi diğer her şeyi o yarattı. Böylece insan özgürce hareket eder ancak bu Allah’ın iradesindedir. Hiçbir şey onun iradesinin dışında değildir; iyilik, kötülük, hayr, şer, başarı, başarısızlık, iman, küfür her şey ondan gelir. Ne adaletini sorgulayabilirsiniz ne de yazdığı kaderden kaçabilirsiniz. İnsan özgürlüğü- ki Gazali buna edinim der – hem Allah’ın eylemi hem de insanın seçimidir. İnsan ya itaati ve teslimiyeti ile ödüllendirilir ya da işlediği günahlar dolayısıyla cezalandırılır.
Gazali, insanın amellerinin ahlaki değerlerinin direk sonucu olduğunu ve insanın yaratım ve icat sürecinin arkasındaki asıl sanatçının ise Allah olduğunu açıklamak için çok güzel bir hikâye anlatır: Bir adam önceleri bomboş şu an ise kısmen çiziktirilmiş olan kâğıda sorar: “Yüzün neden siyah?”
Kâğıt cevaplar: “Hiç adil bir soru değil. Bunu kendime ben yapmadım. Sinirli ve kızgın bir şekilde gelip yüzümü işgal eden mürekkebe sor.” Sonra adam gitti ve bu durumu mürekkebe sordu ve şöyle dedi mürekkep: “Bu soru hiç adil değil. Ben şişemde rahat rahat oturuyordum. Sonra bir kalem geldi, beni aldı ve bu boş kâğıda yazdı. Bu yüzden git kaleme sor bana değil.” Adam sonra gitti ve kaleme sordu ve kalem şöyle dedi: “Ele ve parmaklara sor. Yeşillikler içinde yaşayan bir kamış idim. Sonra bir el geldi beni kesti, bir ucumu sivriltti ve bu siyah mürekkebe batırdı. El beni yazmak için kullanıyor. Bu yüzden beni kullanan insana git sor.” Adam bu sefer gitti ve ele sordu. El ise şöyle dedi: “Ben neyim ki? Et, kan ve kemikten oluşan bir elim. Sen hiç et ve kemiğin kendi kendine hareket ettiğini gördün mü? İrade denen bir güç tarafından yönetiliyorum. Benim durumumu git ona sor. Benim kontrolümü ele geçiren kişi tarafından hareket ettiriliyorum.” Ve adam iradeye sordu: “Kim seni bu işe karıştırdı?” İrade cevapladı: “Bana haksızlık etme. Bir cevabım var. Kendi kendime yapmıyorum bunu. Kalbimden geliyor her şey; bilimin elçisinden akla. Böylece ilim ve aklıma yenik düşüyorum. Git bilime sor. Böylece adam bilime, akla ve kalbe gitti ve sordu: “Neden iradeyi ortaya çıkması için zorluyorsunuz?” Akıl: “Ben bir lambayım kendi kendime açılmam, beni bir açan var dedi.”
Kalp: “Ben bir levhayım, kendi kendimi oyamam; beni oymak, işlemek gerek” dedi.
Bilim ise “Akıl lambası parıldadığında ben kalp levhasına yazılırım. Bunu kanıtlayamam. Ben yazılmadan önce kalp levhası boştu. Bu yüzden kaleme sor. O olmadan tek bir çizgi dahi çekilemez” dedi.
Adamın iyice kafası karışmıştı. Bu cevapların hiç birisini kabul etmedi ve kaleme, ele, iradeye, bilime ve diğerlerine dönüp şöyle dedi: “Kusura bakmayın. Bu alanda henüz yeniyim ve cahilliğimle yüzleştim. Artık anlıyorum ki var olan her şey Allah’ın yaratımı. Hepiniz O’nun üstün iradesinin zuhurusunuz. O tektir. Ezelidir. Görülen ve görülmeyendir. Eşi benzeri yoktur. O’ndan önce hiçbir şey yoktur. Ebedidir. Her şey ondan gelir, ona döner. Sadece beş duyusuyla O’nu arayanlar için görülmez, bilinmezdir. Ancak kalbiyle arayanlar için işte oradadır, bilinirdir.”
Mutezileler için Allah, insanın en hayrına olacak şeyi yapar. Gazali buna karşı çıkar. Ona göre Allah her şeyin sebebi, ya alim ve al hakemdir. O yüzden O’nun eylemlerini edimlerini bir gerekliliğe, zorunluluğa ve mesaja bağlamak yanlıştır. Yarattıklarına istediğini yapabilir. Ve hiçbir şey O’nu insanlığın iyiliğine hareket ettiremez.
Gazali bunu iki Müslüman arasında geçen bir diyalog ile anlatmaktadır. Bunlar bir çocuk ve bir yetişkindir. Bu adam cennette çocuktan daha üst bir makamdadır çünkü çocuğa nazaran yıllarını ibadet ve itaat ile geçirmiştir. Ama çocuk itiraz eder ve “Ah! Tanrım! Neden bu adamı benden daha iyi bir mevkiye koydun ki?”
Allah cevaplar: “Çünkü o adam hayatını ibadet ve edeb ile geçirdi.”
Çocuk bu sefer, “Ama beni genç yaşta öldürdün. Eğer benim de hayatımı uzun kılsaydın ben de bütün hayatımı sana ibadet ile harcardım ama sen, başka türlü diledin. Ona daha uzun bir hayat ihsan ettin. Neden bana kısa ona uzun hayat verdin?”
Allah ise “Eğer sana daha uzun bir hayat vermiş olsaydım ve sen yetişkinliğe kadar yaşasaydın, yetişkinliğinde müşrik olacaktın. Bu yüzden ölümü sana erken kıldım” diye cevap verir.
Bunun üzerine kafirler cehennemden bağırırlar: “Ah! Tanrım! Keşke bizi de bir çocuk iken öldürseydin. Bu acıdan, kederden bizi kurtarsaydın. Şüphesiz sen hakkımızda en hayırlısını bilirsin. Ancak şu Müslüman gençten daha da aşağı bir yere de razıyız biz cennette.” Allah ise hepsini duymazdan gelir.
Aslında bu kıssayı Gazali, Al – Assari’den almıştır ancak bazı kısımlarını değiştirmiştir. Al – Assari’nin hikâyesinde Çocuk Allah ile böyle bir konuşmaya girmez. Açıkçası Gazali söyledikleri üzerine sanki çok da düşünmemiş gibi yoksa çocuğun bu şekilde kendinden daha üst bir mevkide bulunan insanla aynı yerde bulunmasını istemesine izin vermezdi. Peki ya hayattayken bu kadar asi ve günahkâr olan kafirlerin cennette çocuktan daha düşük de olsa bir yer istemeleri muhtemel mi?
Mutezileler insanın özgürlüğü ve özgür iradesi konusunu, Gazali’den çok daha geniş ve derin bir çapta ele almışlardır. Gazali’nin gözünde onların hatası insanın eyleminin kendileri tarafından yaratıldığı gerçeğini savunmalarıdır. Gazali bu konuyu çok kabaca ele almış ve insanı, Allah ne isterse onu yapabilen yaratık seviyesine indirmiştir. Özgürlüğe gelince ise hastalıklı bir isteği ve iradesi olmadığı müddetçe, şartlar ne olursa olsun her insanın deneyimleyebileceği psikolojik bir zihin halinden daha fazlası olarak görülmemelidir.
Al-Jobouri, 2004
Çeviren: Su ÇELİKLİ
Mutezilelik
Mutezileler (devrin politik ve siyasi arenasından uzak kaldıkları için bu isim izolasyonist anlamına gelmektedir) erken dönem İslam felsefesinde rasyonalizmin muhteşem öncüleridir. Sadece aklın dahi tek başına Allah’ı ve O’nun varlığını anlamada yeterli olabileceğini dolayısıyla vahiy ve nebiliğin gereksiz olduğunu savundular. Kindi, Farabi, İbn’i Sina (Avicenna), İbn Rüşd (Averroes) gibi düşünürler bu okulun üyesidir. Hepsi Aristo üzerine yazmışlardır ve bu yazılar daha sonrasında Thomas Aquinas’ı oldukça etkilemiştir. Doğaya büyük ilgi duymuşlar ve astronomi, tıp ve diğer bilimlerde çalışmalar yapmışlardır.
Gazali
Gazali (1058 – 1111) filozof, avukat ve dini bir mistiktir. Horosan’da doğdu ve Bağdat’ta ilim ve hukuk öğretmeden önce Nişabur’da eğitim gördü. Felsefe ve teoloji yolunda hakikati arama adına 10 yıl gezgin bir sufi olarak yaşadı. Araştırmasının sonunda gazali bütün büyük düşünürlerin düşüncelerinin barındıran bir kitap yazdı: Filozofların Niyetleri (The Intentions of the Philosophers). Daha sonrasında ise bu görüşleri reddettiği başka bir kitap yazdı: Filozofların Tutarsızlığı. (Incoherence of the Philosophers). Bu kitap daha sonra İbn –Rüşd tarafından eleştirildi: Tutarsızlığın Tutarsızlığı (The Incohorence of Incoherence). Gazali dünyada şeylerin mantık ve sabit yasalarla değil sadece Allah’ın iradesiyle yönetildiğine inandı.