Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Din-bilim çatışması, nörolojik bir sorun olabilir!

Din-bilim çatışması, nörolojik bir sorun olabilir!

Dünyayı ve evreni anlamak için başvurulan inanç ve bilim arasındaki çatışma yüzyıllar öncesine dayanıyor. İnanç ve bilim arasındaki çatışmanın bugün belki de en belirgin olanı evrim ve yaradılış tartışmalarıdır.

Din ve bilim çatışması beynimizin yapısından kaynaklanıyor olabilir. İnsanların doğa üstü bir tanrıya ya da evrensel bir ruha inanmak için, analitik düşünen beyin ağlarını bastırdıkları gözlendi. İnsanlar, fiziksel dünya hakkında analitik düşünürken uygulamada aslında aksini yapıyorlar.

Araştırmayı yürüten Tony Jack, ortada inançla ilgili bir mesele olduğunda, buna analitik bir bakış açısıyla yaklaşmanın absürt olabileceğini bildiriyor. Case Western Reserve’de felsefe profesörü ve üniversitenin araştırmaya sponsorluk yapan Inamori Uluslararası Etik ve Mükemmellik Merkezi’nin araştırma direktörü olan Jack’e göre,  “Bununla birlikte beyin hakkında ne anladığımıza bakınca inancın doğaüstü inanışa sıçraması, daha büyük sosyal ve duygusal iç görüye ulaşmamıza yardımcı olmak için eleştirel / analitik düşünce biçimini bir kenara iter.”

Jack’in ekibinden aynı üniversitedeki örgütsel davranış profesörü olan Richard Boyatzis ise şöyle konuştu:

“Bilişsel psikolojideki bir araştırma, bir akıma, dinî ya da manevi bir inanca sahip kişilerin diğerleri kadar zeki olmadığını iddia ediyor ve bunu aynı zamanda gösteriyordu. Çalışmalarımız bu istatistiksel ilişkiyi doğruladı ancak aynı zamanda inançlı insanların daha toplum sever ve empati sahibi olduklarını da gösterdi.”

Araştırmacılar 8 farklı deneyde, bir insanın ne kadar fazla empati sahibiyse dindar olma olasılığının o kadar fazla olduğunu buldu.

Bu buluş, kadınların erkeklere nazaran daha derin dini ve manevi bakış açılarına sahip olduklarını gösteren eski bir araştırmaya yeni bir açıklama getiriyor. Aralarındaki bu fark, kadınların empati kurmada erkeklerden daha güçlü bir yatkınlıklarının olmasından kaynaklanıyor olabilir.Araştırmacılar ateistlerin, en çok psikopatlıkla ilişkilendirildiklerini buldu. Psikopatlıkla ama katillikle değil. Başkalarına yönelik empatilerinin yoklu yüzünden psikopatların büyük çoğunluğu böyle sınıflandırılıyor. Bu yeni çalışma geçenlerde Online Plos One Dergisinde yayınlandı. Diğer iki araştırmacı ise Felsefe ve Bilişsel Bilimler alanının yeni mezunu ve sonbaharda Case Western Reserve’de örgütsel davranışlar bölümünde doktorasına başlayacak olan araştırma görevlisi Jared Friedman ile Babson College’da örgütsel davranış alanının Doçent Dr. Scott Taylor.

Beynin yapısı ve ateistlerin karşı karşıya kaldıkları tehlike

Araştırma, insan beyninin sabit gerginlikte iki karşıt alana sahip olduğu hipotezine dayanmaktadır.

Daha önceki araştırmada Jack’in yönettiği Beyin, Zihin ve Bilinç Laboratuvarı, beynin eleştirel düşünebilmemizi sağlayan analitik bir nükleon ağı ve empati kurmamızı sağlayan bir sosyal ağa sahip olduğunu göstermek için fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemeyi (MR) kullanmıştı. Bir fizik problemi veya etik ikilemle karşılaşıldığında sağlıklı bir beyin, diğerini baskı altına alırken uygun ağı harekete geçiriyor. Jack’e göre “Ağlar arasındaki gerginlik nedeniyle naturalist bir dünya görüşünü bir kenara itmek, sosyal/duygusal tarafı derinlemesine incelemenizi sağlıyor. Bu ise doğaüstü inançların neden kültür tarihi boyunca süregeldiğini anlamamızın bir anahtarı olabilir. Dünyayı ve bu dünyadaki yerimizi anlama konusunda esasen materyalist olmayan bir yöntemden yararlanılıyor.” Friedman’a göre “Empati sahibi olmak, bilim karşıtı inançlara sahip olduğunuz anlamına gelmiyor. Aksine, sonuçlarımız, Yeni Ateist hareketin öne sürdüğü gibi yalnızca analitik akıl yürütmeyi ve bilimsel inançları vurgularsak, farklı bir düşünce tarzı, yani sosyal/ahlaki iç görüye sahip olma kabiliyetimizi tehlikeye attığımızı gösteriyor. Bu bulgular, Kant’ın savunduğu felsefi görüşle örtüşmektedir: Buna göre iki ayrı hakikat türü vardır: deneysel ve ahlaki.”  

Deneylerin yapılışı ve sonuçları

Araştırmacılar, her biri 159 ila 527 yetişkinden oluşan 8 farklı deneyde, Tanrı’ya ya da evrensel bir ruha inanma ile analitik düşünme ve ahlaki kaygı derecesi arasındaki ilişkiyi incelediler. Sekiz deneyde de kişinin ne kadar dindarsa o kadar fazla manevi endişeye sahip oldukları görüldü. Fakat hiçbir sebep ve sonuç ortaya çıkmadı.

Hem manevi inançların hem de empatik kaygıların dua, meditasyon ve diğer manevi ya da dini pratik sıklığı ile pozitif ilişkili olduğunu ancak bunların kilise yemekleri ya da dinsel aidiyetle ilişkili diğer sosyal temasla bir ilgisi olmadığını buldular.

Diğerleri insan davranışını ihtiyaçlar, arzular veya amaçlar gibi kasıtlı zihinsel durumlar açısından zihinleştirmenin yani yorumlamanın – teorik olarak inançla olumlu bir ilişkisi olduğunu ortaya atarken, araştırmacılar hiçbir şey bulamadılar.

Diğer çalışmalar gibi bu deneyler de analitik düşünmenin manevi ya da dini inançların kabulünü zorlaştırdığını gösterdi. Ancak 8 deneyden toplanan verilerin istatistiksel analizi, dini inanç için empatinin öneminin inançsızlık için analitik düşünmenin öneminden daha fazla olduğunu işaret ediyor.

Öyleyse bilim-din çatışması ne için bu kadar güçlü olabiliyor?

Boyatzis’e göre “Ağların birbirlerini baskılamaları bu iki uç noktaya sebep oluyor olabilir. Bunun beynin işleyiş şekli olduğunun farkına varırsak belki bilim ve dini de içine alan toplumsal konuşmalarda daha sağduyulu ve dengeli olabiliriz.” 

Her iki ağı birlikte kullanmak mümkün mü?

Araştırmacılar, insanların her iki ağı da kullanarak etkileşime girmek ve keşfetmek için yaratıldığını söylüyor. Jack’e göre “Dini inanç, bilimle her zaman çelişmekten ziyade, doğru koşullar altında, bilimsel yaratıcılığı ve iç görüyü destekleyebilir. Tarihteki en ünlü bilim insanlarının çoğunun manevi ve dini inançları vardı. Bu meşhur kişiler, din ve bilimin çatışmak zorunda olmadığını görebilecek kadar entelektüel anlamda bilge kişilerdi.”

1901-2000 yılları arasında Nobel ödüllü 654 kişinin neredeyse yüzde 90’ının 28 dinden birine inandığını keşfeden Baruch Aba Shalev’in 100 yıllık Nobel Ödülleri kitabına atıfta bulunuyor. Kalan yüzde 10,5’i ateist, agnostik ya da özgür düşünceli kimselerdi. Jack’e göre, “hem dindar hem de çok iyi bir bilim insanı olabilirsiniz.”

Araştırmacılar, Yeni Ateistlerle, analitik düşüncenin yanlış zamanda askıya tehlikeli olabileceği ve tarihte zulmetmek ya da savaşmak için dini farklılıkların kullanıldığını ifade etme konusunda hemfikirler. Jack’e göre, “Her ne kadar tüm çatışmaları dine yüklemek sadece tarihin bir çarpıtılması olsa da faşizm ve komünizm gibi dini olmayan siyasal hareketler ve öjeni gibi yarı bilimsel hareketler de topluma oldukça zarar vermiştir.”

Fakat araştırmacılar, dikkatle düşünülmüş bir dini inanç sıçraması yapmanın, duygusal iç görünün teşvik edilmesinde etkili bir yol gibi göründüğünü düşünüyorlar. Onların ve diğerlerinin yaptığı çalışmalar, dini inancın, genel olarak, daha fazla şefkat, toplumsal batınilik ve sosyal eylemlerle uğraşmak için daha fazla motivasyonla ilişkili olduğunu buldu.

Jack, çatışmadan basit kuralları hatırlayarak kaçınılabileceğini söylüyor. “Din bize dünyanın fiziki yapısını söyleyecek değildir; bu, bilimin işidir. Bilim, etik muhakemelerimiz hakkında bizi bilgilendirir ama neyin etik olduğuna ya da hayatımıza nasıl anlam verebileceğimiz ve nasıl amaçlar edineceğimiz konusunda belirleyici olamaz.”  İnanç konusunda daha derinlemesine araştırmalar yapmak için araştırmacılar, empatilerini arttıran bireylerin dini veya manevi inançlarını da arttırıp arttıramayacaklarını ya da tam tersini öğrenmek için çalışmalar planlıyorlar.

Case Western Reserve University 

Çeviren: Hayal Şahin  

Kaynak: Science Daily Sitesi/ Case Western Reserve University/Mar 23, 2016. 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir