Daha geniş bir kitleye hitap ettikleri için popüler felsefe yazarları, dikkatlerini gerçek insanları ilgilendiren ‘Büyük Meseleler’e yöneltmek zorundalar. Akademisyenler, sevdikleri sıkıcılığı terk etmek ve insanların gerçekten önemsedikleri konuları ele almak için felsefi becerilerini kullanmak zorunda kalacaklar.
Birkaç kişi bunu biliyor ancak çağımız, felsefe sevenler için harikulade bir zaman.
Ben 30 yıl önce kolejdeyken felsefe kesinlikle bir akademik araştırma alanıydı ve benim gibi felsefeyi bir işten ziyade bir yaşam biçimi ya da avukatlık olarak gören insanlar için çok az kaynak vardı. Ancak bugün tüm bunlar değişti.
Felsefe hakkında üç – dört mükemmel “dergi” var: Şimdi Felsefe (Philosophy Now) ve Filozofların Dergisi (Philosopher’s Magazine) gibi. Bunlar; felsefi konularla ilgili komik, acayip ve saygısız makalelerle dolu. Çoğu İngiltere’de olmak üzere, Routledge ve Blackwell Publishing gibi bir dizi yüksek prestijli yayın evi, genel felsefi okur kitlesine yönelik kitaplar çıkarıyor.
Bugün ilgilenenler için felsefi radyo programları, felsefi konuşmalar, kahvehaneler, salonlar, yetişkin eğitim kursları ve yüzlerce İnternet sitesi var. İngiliz asıllı Bertrand Russell’ın hayatı hakkında LogiComix gibi çizgi felsefe romanları bile var. Bu kesinlikle şaşırtıcı. Felsefenin altın çağı, bence!
Bununla birlikte bir ironi var ve bu, tam da felsefenin aslında ne olduğu konusunda kesin ortak bir görüşün yokluğu. Tarihsel ve etimolojik anlamda felsefe, “bilgelik (sophia) sevgisidir (philia). Ve bu, benim her zaman felsefeye nasıl baktığımı da ifade eder. Benim için felsefe, yaşamın ne olduğu ve nasıl yaşayacağımızı daha iyi anlayabilmek için deneyim üzerine düşünme girişimi. Benim amacım, tıpkı Sokrates’inki gibi temelde pratiktir: Daha iyi yaşamak için dünyayı ve kendimi anlamak istiyorum. Bugün, her biri kendi dergilerine, entelektüel kahramanlarına ve metodolojilerine sahip üç, belki de dört büyük “okul” ya da felsefe yaklaşımı var.
Felsefedeki Skandal
Çağdaş felsefenin skandallarından biri, bu okulların bir hayli ölçülebilir olmalarıdır yani yaklaşımlarında ve ideallerinde birbirlerinden çok farklı olduklarından birbirleriyle neredeyse iletişim kuramazlar; hiç anlaşamazlar. Bu durum, organik kimya ile 17. yüzyıl Fransız edebiyatını aynı ofisi paylaşmaya zorlamak gibi, aynı disiplin içinde yer aldıklarını savlamak gibi bir şey. (Ben abartıyorum ama siz anladınız!).
Felsefedeki 3 Büyük Yaklaşım
Bu yaklaşımlardan ilki, daha münasip bir terim olmadığı için “Geleneksel Felsefe” olarak adlandırılır: Bugün sadece ve yaygın olarak katolik üniversitelerde öğretilen yaklaşım… Öncelikle oryantasyon tarihi, öğrencilerin “eski Yunanlılar” ve Descartes, İngiliz ampiristleri, Kant, Hegel’in düşüncelerini inceledikleri “felsefe tarihi” tarzıdır. Bu felsefi büyüklerin düşüncesinin birbiriyle nasıl uzlaştırılabileceğini düşünmek için çok az çaba var. Bu büyük düşünceleri öğrenen öğrenciler, sonunda kendi felsefi çıkarımlarına ulaşacaklarını varsayılır, gerçekte bunu başaracaklarını belirli hiçbir “yöntem” ya da “verili yaklaşım” olmaksızın. Bunun “Chicago Üniversitesi” ya da “Büyük Kitaplar Yaklaşımı” olduğunu düşünmüşümdür. Yani bir çeşidi katolik felsefesi.
Felsefeye bugün ikinci büyük yaklaşım, “Kıta Felsefesi” olarak bilinen şeydir. Bu, Avrupa’da ve ABD’deki “bazı katolik” üniversitelerinden öğretilen en yaygın yaklaşımdır. Uygulamada, öncelikle felsefi fenomenoloji, varoluşçuluk, sözde “eleştirel teori” ve postmodernizmin ataları okunur. Üniversitedeyken (geleneksel felsefeye ek olarak) benim çalıştığım konulardı. Klasik fenomen metinlerini ve Jean-Paul Sartre, Merleau-Ponty, Heidegger, Karl Jaspers, Max Scheler, Edith Stein gibi trend filozofları okuyoruz. Bugün bu isimlerin yerini büyük ölçüde Michel Foucault, Jacques Derrida, Jean Baudrillard, Jean-François Lyotard gibi postmodern Fransız düşünürler almıştır. Klasik Husserlian fenomenoloji, büyük felsefi problemleri “çözme” ve aslında betimleyici bir bilim olma yolunda ilerlerken pratikte, “Geleneksel Felsefe” muadilleri gibi, Kıta Felsefesi öğrencileri zamanlarının çoğunu, bireysel düşünürlerin çalışmalarını incelemek, düşüncelerinin farklı açılarını ele alan makaleler yazmak için harcıyorlar. Bununla birlikte, sosyal ve politik meseleler söz konusu olduğunda Kıta Felsefesine daha fazla ilgi olduğunu söylemeliyim.
Günümüzdeki felsefeye hakim ve baskın üçüncü yaklaşım ise “Analitik Felsefe”dir. Bu, İngiltere’de ve büyük ABD üniversitelerinde en yaygın olarak öğretilen felsefedir. David Hume gibi İngiliz ampiristlerinin altyapısı üzerine inşa edilen Analitik Felsefe, 20. yüzyılın başlarında Bertrand Russell, Gottlob Frege, G.E. Moore ve Ludwig Wittgenstein gibi düşünürlerin çalışmaları ile ortaya çıktı. Üniversitedeyken Analitik Felsefe’yi çoğunlukla anlaşılmaz bir saçmalık olarak buldum. Sembolik mantık ve önemsiz entelektüel “bulmacaları çözme işi” saçma bir zaman kaybıydı.
Ancak son birkaç yılda Analitik Felsefe hakkında daha fazla bilgi edindim ve şimdi çok daha fazla etkilendim. Analitik Felsefe, geçtiğimiz birkaç on yılda olgunlaştı; şimdi ise bir doktrin koleksiyonundan ziyade “felsefi bir tarz”dır. Bu tarz, benim kahramanım Bernard J.F. Lonergan’ınkine benzer çünkü Analitik Felsefe, felsefi sorunların çözümünde, geçmiş filozofların düşüncesini açıklığa kavuşturmaktan çok daha fazlasını vaadeder. Böylece Analitik Felsefe, “felsefe tarihi” yaklaşımından ziyade, “tematik yaklaşım” ile karakterize edilir. Herhangi bir felsefi konudaki çeşitli “seçenekleri” açıklamak için özel bir teknik kelime kullanır veya oluşturur; kanıtları lehte veya aleyhte seçeneklere karşı sıralar, ardından meseleyi halletmek için harakete geçer. Gerçekten de ferahlatıcı!
Analitik Felsefenin Tek Sorunu
Geleneksel felsefe veya bilgelik sevgisi açısından Analitik Felsefenin tek sorunu, gerçekte önemsiz sorunlara ya da salt bulmacalara odaklanmış olmasıdır. Belki de bu, çözümü en kolay sorundur.
Akademik analitik felsefe, okurlarını ziyadesiyle sıkar. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca bu sıkıcılığın çaresi, daha önce bahsettiğim popüler felsefe dergileri ve yayın evleri oldu. Kesinlikle daha geniş bir kitleye hitap ettikleri için popüler felsefe yazarları, dikkatlerini gerçek insanları ilgilendiren “Büyük Meseleler”e yöneltmek zorundalar. Piyasa tarafından akademisyenler, sevdikleri sıkıcılığı terk etmeye ve insanların gerçekten önemsedikleri konuları ele almak için felsefi becerilerini kullanmaya zorlanıyorlar. Bunun ne kadar harika olabileceğine dair bir örnek var elimde: Michael Sandel’in buyurgan “Adelet” adlı şuan okuduğum kitabı. Açık, özlü, tartışmalı konulardaki çeşitli seçenekleri açık bırakıyor, ciddi konularla, örneğin adaletin ne olduğuyla ilgileniyor ve kendi iddialarının vurgulamak için sembolik mantığın şatafatlı gösterimlerine başvurmuyor.
Bugünlerde çoğunlukla Katolik felsefesini (Üç Aylık Amerikan Katolik Felsefi veya Metodu: Lonergan Çalışmaları Dergisi) ve “Adalet” gibi ya da Routledge tarafından üretilen “popüler” analitik kitaplar da okudum. Akademik analitik felsefe dergilerini hâlâ okuyamıyorum. Hıristiyan Filozoflar Derneği’nin (çoğunlukla analitik) dergisi olan İnanç ve Felsefe’ye abone olmayı denedim ancak onu ölümcül derecede sıkıcı buldum; analitik iddianın en kötü yanlarını keşfettim. Alın size, John Turri’nin “Alston’un Tanrı Algısındaki Pratik ve Epistemik Gerekçelendirme” adlı eserinden bir örnek (Temmuz 2008, s. 290):
“Alston’un tezi şu: Tanrı’nın öyle olduğu düşünülen duyumları, çoğu kez Tanrı hakkındaki inançları haklı çıkarır. Bir “S” öznesi, Tanrı’nin kendisine “P” olarak göründüğü bir tecrübeden Tanrı’ya dair bir algıya sahip olur. Eğer bu duruma dayanarak “S”, Tanrı’nın “P” olduğuna dair bir “M” inancı geliştirirse ‘Tanrı P’dir’ inancını da haklı çıkarmış olur. Bu “M” inancı, Tanrı’nın “P” olduğu inancıdır ki bu ikincisi Tanrının öyle olduğu sanılan algısına dayanır. Ben genelde “Tanrı P’dir” önermesi yerine “q” koyarım. Bilemiyorum artık, oluyor mu! Benim tepkim, George Will’inkiyle aynı şekilde yazmaya: Hayat saçma olduğu için felsefenin saçma olması gerekmez.
John Turri’yi eleştirmeyi kastetmiyorum ki bence harika bir adam ve beden daha akıllı. Fakat bu tür şeyler yalnızca üniversitelerdeki profesyonel filozoflar içindir; büyük ölçüde insanları bir disiplin olarak felsefeye döndüren şeydir. Eğer Sokrates böyle konuşmuş olsaydı, muhtemelen çok daha önce onu baldıran zehri içmek zorunda bırakırlardı.
Robert Hutchinson, doğu ve batı felsefesi, siyaseti ve çağdaş maneviyat hakkında yazılar kaleme alan ödüllü bir deneme yazarıdır. Batı kıyısında küçük bir sahil kasabasında karısı ve beş çocuğuyla birlikte yaşıyor. Web sitesini ziyaret edin: http://roberthutchinson.com Makale Kaynak: http://EzineArticles.com/expert/Robert_J._Hutchinson/186280-| 19 Ekim 2010