Felsefi sorular gerçekten her insanı ilgilendirir. Henüz erken çocuklukta sormaya başlarız, sonra ergenlik ve sosyal etkileşimler ağır basar fakat ardından tekrar ortaya çıkarlar.
Hayatın bir amacı var mı, diye merak ederiz; tanrının geleceği bilip bilmediğini de. Felsefi sorularla en önemli karşılaşma ise hayati kararlar vermek üzereyken ortaya çıkar: Hangisini tercih etmeliyim? Ölmeden önce iyi bir yaşam sürdüm diyebilmem için doğru olanı mı yoksa işime geleni mi, tercih etmeliyim?
Her an ortaya çıkabilirler
Felsefi soruların güneşin doğuşu batışı gibi ritmik biçimde ortaya çıkmadıklarını gördüm. Yaşadığımız bir kaza, neyi yanlış yaptığımızı sorgulamaya götürebiliyor ve bundan sonra nasıl yaşamamız gerektiğine dair daha net fikirler oluşturmaya sürecimizi tetikleyebiliyor. Engellenmek, haksızlığa maruz kalmak, çaresizlik, geri dönüşü olmayan hatalar ya da hapse düşmek, hayatın değerini ve geçen zamanları sorgulamayı başlatabiliyor.
Vicdanımızla da ilgisi var
Bir cana kıymak, açık bir haksılık yapmak vicdanımızı resmen kanatıyor. Vicdanın gerçek olduğunu fakat zamanla susturulabileceğini gördük. Felsefenin neyin doğru olduğuna dair arayışında vicdanın duygusal ve zihinsel baskısını hep hissederiz.
Ölüm: Hayatın başlangıcı ve sonrası
Ve en başından en sonuna kadar kendini hissettiren o soru: Yaklaşan ölüm? Anne-babamız öldüğünde, onları bir daha göremeyecek olmanın acısını yaşarız. Bu acının içinde umut ya da umutsuzluk yatar. Hayattan öncesini ve ölümden sonrasını bilmek isteriz. Bize anlatınların doğru olduğundan emin olmak isteriz. Hayatta her şey değişir fakat ölen biri geri gelmez. Bu kesin bilgi gerçekten hayatımıza anlam katar.
Herkes onlarla karşılaşır
Kırk yıllık hayatımda, bu sorularla karşılaşmayan, onlara kendi içsel cevaplarını bulmaya çalışmayan tek bir kişiyle karşılaşmadım, tabiki zihinsel olarak normal insanlar arasında. Zihinsel engellilerde ise var olma ve olup biteni anlama konusunda aşırı ve hüzünlü bir teşebbüste olduklarını hissettim çoğu zaman.
Cevapları asla kesin değil
Bilmek istediğimiz bir şeyi her yönüyle bilebilir miyiz? Karar vermekte güçlük yaşadığımızda böylesi bir bilgi ihtiyacını derinden hissederiz. Tanrının var olup olmadığından emin olsaydık yaşadığımız hayatın doğruluğundan emin olabilirdik. Ölümden sonra neler olacağını bilebilseydik, daha rahat ölürdük. Bu yeryüzüne nasıl geldiğimizi kesin olarak bilmek bizi çok rahatlatırdı. En güzel şehri nasıl inşa edeceğimizi ya da bir toplumu en iyi şekilde nasıl yönetebileceğimizi bilseydik herkesi mutlu edebilirdik. Arkadaşlığın özünü bilebilseydik daha sağlam dostluklar kurabilirdik. Ama bilmiyoruz. Çünkü arkadaşlık nedir, güzel nedir, ölüm nedir gibi soruların cevaplarını kesin olarak bilmiyoruz. Sadece kendimizce verdiğimiz çeşitli cevaplar var elimizde. Binlerce yıldır bilge insanların sözleri var elimizdeki kitaplarda.
Bilgelik kazandırır
En iyiyi, doğruyu, güzeli, ilişkinin doğasını, aşkı, ölümü, yönetimi tam olarak bilmiyoruz. Bu doğru. Fakat felsefi sorulara cevap ararken çok sayıda görüş elde ettik. Zihnimiz canlandı, farklı bakış açılarıyla genişledi, çeşitli bilgilerle doldu. Şimdi basitçe şunu söyleyebilirim: Felsefe ne işe yarar, diye bir soruya ya yaşayarak ya da felsefe kitapları okuyarak cevap bulabiliriz. En iyisi ölmeden önce burada neler olup bittiğine dair bir bilgelik kazanmak, bir içgörü edinmek. Bunca bilinemezlik içinde bir küçük bilgi kırınsı bile önümüzü aydınlatabilir, dünya serüvenimizi güvenli kılabilir.