Toplumsal cinsiyet kavramı günümüzde halen tartışmalı bir kavramdır. “Gender” ve “sex” kavramlarının sırasıyla toplumsal cinsiyet ve cinsiyet olarak ayırımının yapılması, ilgili çalışmaları kavramak için önemlidir. Toplumsal süreçler ile oluşturulan toplumsal cinsiyet kavramının, biyolojik cinsiyetten ayrıldığına dair görüşler vardır. Simone De Beauvoir “İkinci Cinsiyet” kitabında kadının toplumsal süreçler içerisinde dezavantajlı konumunu, onun “kültürel bir mecburiyet sebebiyle kadın” oluşuyla açıklar (Beauvoir, 1993). Günümüzün önemli feminist yazarlarından Judith Butler ise bu durumu daha da ileriye götürerek “bedenin kendisinin bir inşa olduğunu” söyler. Kültürel süreçler içerisinde yeniden üretilen toplumsal cinsiyetin performatif olduğuna vurgu yapar (Butler, 2019, sf:54).
Antropolojik çalışmalar toplumsal cinsiyetin inşa süreçlerinin nedenselleştirilmesi ve kavranması açısından önem arz eder. Günümüzü anlamlandırmak için sıklıkla tarihe başvururken, modern toplumların önemli bir konusu olarak farklı yaklaşımlarla kuramsallaştırılan feminizmlerin dayanağını kavramak için yine geçmiş toplum yapılarına bakılabilir.
Cinsiyet Ayrımcılığının Tarihsel Olarak Ele Alınışı
Tarihsel olay ve belgelerin yorumlanması konusunda kadınları dışarıda bırakan tarihçilere karşılık, feminist sosyolog ve antropologlar tarihsel süreçlere yeni bir yaklaşım getirmişlerdir. Post yapısalcılığın ve yapı söküm felsefesinin etkisiyle dilin toplumdaki yapıyı temsil etme biçimi irdelenmiştir. Dili, yapı sökümüne uğratmak onun toplumu ne ölçüde yansıttığını açıklamakla kalmaz; dili oluşturan süreçlerin gücü elinde bulunduran egemenlerin temsilini sunduğunu da açığa çıkarır. Toplumla evirilen ve akışkan olan dil de domine eden tarafların kimlikleri üzerinden şekillenir (Shapiro, 1981). Semboller, metaforlar ve çeşitli kavramların anlaşılması için dil göz ardı edilmemelidir.
Tarihsel süreçlerin sadece erk bakış açısından yorumlanması, erkeğin yön verici ve karar alıcı merci oluşuyla ilgili mevcut yaklaşımı daha da derinleştirmiştir. Salt erkeğin rol oynadığı önemli meseleler, toplumsal cinsiyet kavramının sadece marjinalleştirilmiş kadın karakter ekseninde şekillenmesine ön ayak olmuştur. Erkek (koca, baba, oğul) üzerinden tanımlanan kadın; erkeğin ikincili, ötekisi, nesnesi, kölesi vb. tanımlarla tarih kitaplarında yer etti. Erkek ise toplumsal cinsiyet süreçleri içerisinde inşa edilen pratiklere dahil edilmeyişinden ötürü bu bağlamda değerlenmemiştir. Toplumsal cinsiyet tarihçileri, tarihin yorumlanması ve bugüne ışık tutması aşamasındaki bu ikiyüzlülüğe karşı çıkarak antropolojik bulgulara yeni bir yaklaşım getirmişlerdir.
Ataerki, Evrimsel Biyoloji ve Annelik
Geçmiş avcı toplayıcı toplumlara bakıldığında, türün devamlılığının sağlanması önemli bir unsur olarak görülür. Hayatta kalma uğraşının bu toplumlardaki kadın erkek rolünü belirlediği evrimsel biyoloji unsurlarıyla açıklanabilir. Erkekler ava çıkıp soyun devamlılığında diğer erkeklerle rekabet ederken kadınlar, doğum yapmak ve çocuğa bakmakla sorumluydu. Emzirme ve çocuk bakımında etkin rol oynayan kadınlardı. Ayrıca, hamileliğin ve emzirmenin sebep olduğu hareket kısıtlılığı kadınları yiyecek konusunda başkalarına bağımlı kılmaktaydı.
“Erkekler, tüm memelilerde olduğu gibi, milyonlarca sperm üretirken kadınlar çok daha az sayıda olgun yumurta üretirler. Erkek için üremedeki başarı mümkün olan en çok sayıda kadını hamile bırakmak ve diğer erkekleri bunu yapmaktan alıkoymak iken, kadınlar için yavrularına bakmaktır” (Wiesner-Hanks, 2020).
Hayatta kalma ve soyun devamlılığı ilkesinin avcı toplayıcıların tekelinde olmadığı MÖ 4000- MÖ 600 arasında Antik Mısır ve Mezapotamya; MÖ 600- MS-500 Çin ve Akdeniz kültürlerindeki aile yapısı incelendiğinde ortaya çıkmıştır (Wiesner-Hanks, 2020, s. 44). Örneğin İlk Çağ uygarlıklarına bakıldığında statü farkı kadın ve erkeğin cinsel münasebetinin kabul görmesinde öncüldür. Statü olarak denk kişilerin evlenmesine ve cinsellik yaşamasına müsaade ediliyordu. Toplumsal cinsiyetin belirleyici olduğu ise cariyeliğin varlığıyla görünür olmuştur.
Öte yandan, evlilik içerisinde herkesin bağlı olduğu tek kişi, evin reisi, erkektir. Evlendikten sonra kadının itaat ettiği kişi sadece eşi değil, eşinin ailesi ve akrabalarıdır. Kadınların toplumdaki işlevinin oğlan çocuk doğurmak olduğu, Çin kültürüne içkin Konfüçyüs öğretisinde kadınların ancak oğlan çocuk doğurduklarında aile kütüğüne kaydedildiklerine bakarak anlaşılabilir (Wiesner-Hanks, 2020, s. 49).
Bu örneklere bakılarak, “kadın, kimliğine erkeğin zihni ve varlığı üzerinden kavuşur” yorumu yapılabilir. Bir çocuk dünyaya getirmek ve mümkünse bu çocuğun üstün görülen erkek olması kadını tamamlanmış ve toplumdaki görevini yerine getirmiş yapar. Hindistan’da evlenmemiş ve çocuğu olmayan kadınların toplu etkinliklerden dışlanması, Antik Yunan’da erkeklerin çocuklarının meşru olduğundan emin olmak için kadınların hareket özgürlüğünü kısıtlaması bu durumlara birer örnektir. Elbette, Antik Yunan’da yerleşik düzen içerisinde babadan oğula geçen yurttaşlığın da önemli bir etkisi vardır. Buradan toplumsal cinsiyetin toplumun diğer alanlarıyla katmanlı bir bağı olduğu çıkarımı yapılabilir.
Antik Roma’da evlilik ortak mülkiyet ve ilgi alanları gibi temellere dayanıyordu. Aile kelimesi de sadece anne-baba-çocuk/ları değil ev içerisinde yaşayan, köleler dahil herkesi kapsıyordu. Kadınların rolüne ise önem veriliyordu: Çocukların yetişmesi ve eğitiminde önemli rol oynayan kadın, yadsınmıyordu. Nispeten modern ve eşitliğe dayalı bir aile modeli olduğu söylenebilir.
Öte yandan evrimsel biyoloji ve biyolojik determinizm pek çok feminist düşünür tarafından, “biyoloji kaderdir” olarak yorumlanmış ve bu anlayışa karşı çıkılmıştır. Biyolojik farklılıkların kadın ve erkek arasında bir hiyerarşi kurulmasına sebep olması inkâr edilemez bir durum olmakla birlikte, günümüz modern dünyası avcı toplayıcılıkla yaşayarak hayatta kalma mücadelesi veren toplumlardan keskin biçimde ayrılmıştır. Bireylerin kadın-erkek olarak ayrılmasından daha girift bir toplum yapısında biyolojik determinizm, post modernist ve Marksist feministleri tatmin etmemiştir. Bu sebeple bir sonraki kısımda Frederick Engels ve J. Jakob Bachofen’in anaerkiden ataerkiye geçişi tanımlayışı üzerinde durulacaktır.
Tarım Toplumu ve Toplumsal Cinsiyete Marksist Bakış
Avcı toplayıcıların evrimsel biyoloji ile ele alınışı ve hayatta kalma çabasından kaynaklanan toplumsal cinsiyet kalıplarına karşılık, Engels’in Marksist bakış açısı toplumsal cinsiyeti, tarıma geçişle açıklar. Üretim ilişkileri üzerinden ele alınan toplumsal düzen ve değerler, mülkiyet haklarının erkekte olmasından ileri gelen baskın rolüne işaret eder.
Diğer yandan Engels, kadının ev içindeki emeğinin görünmez oluşuna da vurgu yapar. Fiziksel güçle öne çıkan erkek bedeni ve hakimiyeti ev işinden hiçbir gelir ve kaynak elde etmeyen kadını; çocuk bakmak, hamilelikten kaynaklı bedensel yük kamusal alanda ve göz önünde olmadığından, dört duvar arasında görünmez kılınmıştır.
Mülkiyet üzerindeki bu hakimiyet daha geniş ele alınacak olursa, Marksist bakışın üretim araçlarına sahip egemenlerin kontrol etme gücüne yönelik yorumunu toplumsal cinsiyet için de söylemek mümkündür. Maddi kaynaklara sahip olan egemen sınıf (ki bunlar erkek) yaşamın her alanında hakimiyet kurmuş üretim araçlarının da hâkimi olur. Sosyal sembollerin üretilmesi ve egemenlerin hayrına topluma sunulması da bu üretim araçlarının bir uzantısıdır. Marksist ideoloji, kapitalizm çözümlemesini yaparken kullandığı örneklemi kadın ve erkek arasında da kurar. Ekonomik sistem içerisinde emek gücü sömürülen proletarya, üretim araçlarını elinde bulunduranlar ise burjuva sınıfıdır. Toplumsal cinsiyet içerisinde de toplumdaki sembolleri kontrol eden erkek burjuvayı, ev içi emeği görünmez olan ve sınıf bilinci oluşturarak örgütlenmesi gereken kadınlar ise proletaryayı temsil eder.
Toplumsal cinsiyeti ekonomik gerekçelerle açıklayan Marksist teori, cinsiyeti mülkiyete indirgemekle eleştirilir. Söz konusu bakış açısı ekonomik sebeplerle cinsiyet ayrımcılığı arasında kurduğu alegori ile faydalı bir eleştiri sunsa da toplumsal cinsiyet kalıplarını açıklamak için tek başına yeterli değildir.
Semboller, Mitler ve Dil
Dil, nesilden nesle aktarılan semboller, hikâye ve mitler toplumların yapısını anlamak için oldukça faydalıdır. Dönemin yasalarına ve resmî belgelerine bakmak toplumla ilgili önemli veriler sağlıyor olsa da bunların siyasetçilerin ve toplumun ileri gelenlerinin ideal toplum yaratma çabası içerisinde oluşturduğu metinler olduğu göz ardı edilmemelidir. Tek başına dil toplum yapısını anlamak için geçer sebep olmamakla birlikte, sembolleri ve metaforları anlamlandırmak için önemli bir unsurdur.
Antropoloji, etnografi ve sosyolojinin çıkmazlarından biri olarak değerlendirilen, erkek tekelinde yapılan çalışmalarla elimize ulaşmış kaynaklar tarihin tek taraflı gösterilmesine sebep olmuştur. Kadınların toplumda aldığı roller, topluma kattıkları ve onunla ilişkileri susturulmuş, kayda geçirilmemiş ve dile getirilmemiştir. Elde edilen veriler de önceki çalışmalar üzerinden işlediğinden, var olan kavramların ve kuramların devamlılığı niteliği taşır. Toplumsal cinsiyetin kökenlerine odaklanan antropolog ve etnograflar her iki cinsiyetin ilişkisine ve toplumdaki rollerine bakarak irdelemeye çalışmıştır.
Sembollerin toplum hakkında sunduğu ipuçlarına bir diğer örnek ise dinler ve mitlerdir. Yeryüzünün bir uzantısı niteliğindeki dini değerler, erkek bedenine sahip yüce bir tanrıyı içeriyordu (Wiesner-Hanks, 2020, s. 32). Yücelik vasfının yeryüzünde de gökyüzünde de eril olana atfedilmiş olması kadının konumunu aşağıya çekerek muktedir olanın erkek olduğu inancını pekiştirdi. Dini inanışlarda dinin ileri gelenlerinin erkeklerden oluşması bu geleneğin bir uzantısı sayılabilir.
Bir diğer örnek ise mitler ve masallarda eril tanrıların yüce ve muktedir konumlarının kadının kötücül varlığıyla sekteye uğramasıdır. Önemli ve bilindik bir örnek olarak Pandora, dişilerin atası olarak bilinir. Pandora’nın kutusu hikayesinde Pandora dünyaya kötülüğü getiren kadın olarak simgeleştirilir. Bu kötülüğü sebebiyle erkeğin tohumunu taşımakla ve onun ikincili olmakla cezalandırılır (Uncu, 2019, s. 74).
Kadın varlık olarak eksik, erkekten aşağıda, etkin olan erkeğin nesnesi olarak konumlanır. Kendisine ait bir alanı yoktur çünkü erkeğin çocuğunu dünyaya getirmekle görevlendirilmiş doğurgan bir varlıktır. İyi-kötü, ışık-karanlık, sağ-sol, yüce-aşağı gibi ikiliklerin kadın ve erkeği kategorize ederken kullanılmasının bir örneği bu mitlerde de karşımıza çıkar.
Eriller ve Foucault’nun Öz-egemenlik Kavramı Üzerine
Şöyle ki, erkeksi olmamak kadınsı olmak demektir (Rose, 2018, s. 84). Kadınlara biçilen toplumsal rollerde olduğu gibi erkekler için de statü olarak yukarıda görülmek önemlidir. Toplumsal cinsiyete sahip değilmiş gibi davranılan erkeklik, esasında oldukça kırılgan olmakla birlikte sert koşullara bağlanmıştır. Erkekler, toplumda saygı görebilmek için erilliklerini pek çok alanda (ekonomi, fiziksel güç, akıl vb.) kanıtlamak durumunda kalmıştır.
Soyun ve hiyerarşinin devamlılığı da toplumsal cinsiyetle yakından alakalıdır. Foucault’nun cinselliği temellendirdiği Cinselliğin Tarihi kitabında söylediği gibi, “başka her şeyden daha fazla seks hakkında konuşuyoruz.” Cinselliğin ve fiziksel yakınlaşmaya içkin sembolik atıfların sonradan üretildiğine vurgu yapmasının yanında, sınıfsal farklılıkları gözeterek kurulan evlilikleri de açıklar. Durum şunu gösteriyor ki sınıf, statü, güç gibi unsurlar sınıflar arasındaki geçişleri zorlaştırırken cinselliği hiyerarşiyle ve güçle yakın ilişkili hale getirmiştir.
Michel Foucault, Eski Yunan’da öz-egemenlik kavramını özgür erkeğin sahip olabileceği bir şey olarak ele alır. Kadınların ve kölelerin öz-egemenliğe sahip olamayacağını ise irade ve akıl olarak onların aşağıda görülmesine bağlar. “Öz-egemenlik yalnızca erkeklere özgürlüklerini, yetkelerini ve haklarını doğru biçimde kullanmalarına ilişkin bilgi verirdi” (Boyne, 2017, s. 41). Erillerin kendi içerisinde oluşturduğu kabul mekanizması, toplumun pratikleri değiştikçe evrimleşmesine rağmen, kabul edilme ihtiyacı sabit kalmıştır.
Antropolojik ve etnografik bulgular toplumsal cinsiyet tarihçiliği ve cinsiyet ayrımcılığının kökenlerinin araştırılması için feministlere önemli kaynak sağlamıştır. Avcı toplayıcı toplumlar, tarım ve özel mülkiyetle evrilen ataerkil toplumlar, girift yapıdaki toplumsal pratikler günümüzdeki çalışmalara ışık tutar. Elde edilen verilerin köklü, karmaşık ve çeşitli yeni verileri ortaya çıkarması farklı alanlardaki çalışmaları zenginleştirmiştir.
Bu çalışma, temelini antropolojik bulgulara dayandırarak günümüz toplumsal cinsiyet pratiklerini olabildiğince anlamlandırmaya çalışır. Günümüzde önemli bir çalışma alanı olan cinsiyet ayrımcılığı ataerkinin kökenleri, ekonomik ilişkiler, toplumların yorumlanmasında başvurulabilecek dil, din, simge ve mit gibi faktörler ve son olarak cinsellik üzerinden yapılan çalışmalarla açıklanmaya çalışılmıştır.
Melin Durmaz
Kaynakça
Boyne, R. (2017). Foucault ve Derrida’da Feminizm ve Ayırım. İstanbul, Türkiye: Sel Yayıncılık.
Bursalı, A. (2015, Mayıs 16). Avcı Toplayıcı Toplumlarda Kadın ve Erkek Eşitti. Arkeofili. Erişim Adresi: https://arkeofili.com/avci-toplayici-toplumlarda-cinsiyet-esitligi-vardikadin- ve-erkek-esitti/
Butler, J. (2019). Cinsiyet Belası. İstanbul, Türkiye: Metis Yayıncılık.
Goodale, Jane 1971. Tiwi Wives: A Study of the Women of Melville Island, Kuzey Australya.
Seattle: University of Washington Press.
UNCU, G. A. (2019). Simone de Beauvoir’in “İkinci Cins” ve C. Perkins Gilman’ın “Yeni Kadın” Kavramları Üzerinden Feminist Bir Eleştiri Olarak Modern Kadın Miti.” (Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya, Türkiye).
ErişimAdresi: https://acikerisim.erbakan.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12452/4888/549233.pdf?seq uence=1&isAllowed=y.
Scott, J. W. (Ekim, 2010). Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi. Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar (Sayı 12), sf:112-138.
Erişim Adresi: http://www.feministyaklasimlar.org/wp-content/uploads/2013/05/12- 9.TOPLUMSAL-CINSIYET.pdf
SHAPIRO, J. (1981). Antropology and the Study of Gender. An Interdisciplinary Journal, 64(4), 446-465. Erişim: January 31, 2021, http://www.jstor.org/stable/41167490
Rose, S. O. (2018). Toplumsal Cinsiyet Tarihçiliği Nedir? İstanbul, Türkiye: Can Sanat Yayınları.
Wiesner-Hanks, M. E. (2020). Tarihte Toplumsal Cinsiyet. İstanbul, Türkiye: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.