Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Derrida: Meşgul Entelektüel, Zor Yazar

Derrida: Meşgul Entelektüel, Zor Yazar

Fransız filozof Jacques Derrida kuşkusuz bu konuşmayı, yazdığı metinlerinin yapmasını isterdi. Derrida’nın metni, toplumları ve ideolojileri yeniden şekillendirmek ve yeniden yapılandırmak için bu sözcükleri parçalayan hareketin bir parçası olarak bile, Jean Paul Sartre’ın “entelektüel meşguliyet” olarak adlandırdığı şey olarak kendisi için oluşturduğu herhangi bir görüntü veya karakterin önüne geçti. Derrida kesinlikle bir entelektüel olarak kabul edilmelidir; edebiyata, dilbilime ve felsefeye katkıları genellikle tartışmalı bir şekilde sunulsa da onu, bugün toplumu şekillendirmede inanılmaz derecede önemli bir figür olarak konumlandırıyor. Bununla birlikte, Derrida’nın bu entelektüellerden biri olarak davranışı, özellikle medya ile olan etkileşimleri göz önüne alındığında, onu ilgi çekici bir çalışma konusu haline getiriyor.

“Bir entelektüelin, şahsiyetini inançlarının yanı sıra kamusal alana atmak için ne kadar sorumluluğu vardır?”

Tarihsel olarak, 20. yüzyılda yeni medyanın patlaması, Sartre’ın “entelektüel meşguliyet”ine yol açtı, çünkü onlara kamusal alana erişmek ve fikirlerini paylaşmak için her zamankinden daha büyük ve daha geniş bir platform sundu. Basılı haber makaleleri ile radyo ve televizyon röportajları, bu ilgili düşünürlerin hakikat ve adalet için verdikleri mücadeleye bir aracı ekledi. Görsel-işitsel medya, diğer eğitimli meslektaşlar arasında dağıtılan yalnızca yazılı bir metin olmanın ötesinde, entelektüellere kişilik kazandırdı ve onların fikirlerini haklı çıkarmalarına, genişletmelerine ve fikirlerine bir insanlık eklemelerine izin verdi. Bu yeni olasılıklar, özellikle ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde Derrida için her zaman olumlu olarak algılanmadı. Odağını ve dikkatini imajından ziyade işine vermek isteyen Derrida, 1979 yılına kadar halka açık fotoğrafçılığı reddetti ve çok az sayıda halka açık röportaj yaptı. Bu röportajın alındığı 2002 filmi, onun hayatına ilk derinlemesine bakışlardan birini temsil ediyor ve bir kez daha entelektüelin kitle iletişim araçlarıyla olan ilişkisi konusunu gündeme getiriyor. Derrida’nın gizemli ve anlaşılması güç karakteri, fikirlerine yönelik güçlü eleştirilere yol açtı ancak bir entelektüelin kişiliğini inançlarının yanı sıra kamusal alana atmak için ne kadar sorumluluğu var?

Derrida’nın fikirleri, siyasi çatışma ve belirsizlikle dolu bir zamanda geldi. Fransa’da Charles de Gaulle’ün yeni kurulan Beşinci Cumhuriyeti, Cezayir ile göç ve çatışma sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. On yıl sonra, Mayıs 1968 olaylarının, Derrida gibi entelektüellerin otoriteye karşı tavır almasıyla Fransız toplumunda kalıcı bir iz bıraktığını gördü. Fransa dışında ABD, Vietnam’da muazzam siyasi ve ahlaki soruları gündeme getirecek bir savaş başlattı. Derrida’nın yapısökümü bu sorulara net bir cevap olmayabilir, ancak bu çatışan kurumların iç işleyişine ve temeline meydan okumak için mükemmel bir şekilde konumlandırıldı. İster anayasa ister manifesto isterse başka türlü olsun her rejim, kuruluş veya siyasi güç metinde, bir tür temele sahip olmak zorundaydı. Yapısöküm, bu metinleri özünde parçaladı ve insanlara, kendilerine verilen tutumları ve kararları sorgulamak için erişilebilir bir araç sağladı. Michele Lamont’un “How to Become a Dominant French Philosopher” adlı makalesinde açıkladığı gibi, Derrida’nın çalışması “entelektüel kamuoyuna bir statü sembolü ve 1960’ların sonlarında siyasetle başa çıkmanın yeni ve sofistike bir yolu olarak çekici geldi” (Lamont: 1987).

Sorumlulukları Dengelemek: Kişisel ve Entelektüel

 Herhangi bir hareketin öncü bir sese ihtiyacı olacaktır. Jacques Derrida, fiziksel imajının ve kişiliğinin böylesine büyük bir evrimle ilişkilendirilmesini istememiş olsa da yazar ve konuşmacı olarak, sözcüğü ileriye taşımak ve yapısökümün değerlerini iletmek sorumluluğuna sahip oldu. Sorumluluk elbette iyi bir dengeyi temsil ediyordu; bu fikirlerin imajına ait kişisel yönü, röportajda ifade ettiği gibi Derrida’yı rahatsız ediyor gibiydi. Bahsettiği bu “narsisistik anksiyete”, Derrida’yı, topluma nasıl davranılması gerektiğine dair vizyonunu güvenle ve açıkça ifade etmesine rağmen, bu mesajı kişisel ve fiziksel olarak taşımanın getirdiği yükten belki de çekinen bir entelektüel olarak sunar. Bununla birlikte, yapıbozum, kalıcı bir etkiye sahip olmak için kutlanması ve paylaşılması gereken küresel bir uygulamaya dayanır. Toplumun büyük kurumlarına meydan okumak, Derrida’nın kaçamak ve belirsiz yaklaşımında biraz zayıflamış görünen bir karakter gücü gerektirir. Lamont (1987), Derrida, çalışmaları aracılığıyla, entelektüel yaşamı, rasyonelliği güce meydan okuyan modern bir Prometheus’un macerası olarak sunar, der. Ama kesinlikle Derrida’nın, değerlerini örneklemek ve fikirlerini yaymak için bu “entelektüel yaşamı” somutlaştırması gerekecektir. Kendi imajını çalışmasından ayırmaya çalışmak, yapısökümün tüm kelimelerin ve metnin özünde etraflarındaki her şeyle bağlantılı olduğu öğretisine aykırı görünüyor. Yapısökümü tanımlarken aynı zamanda değerlerine sadık kalarak, Derrida’nın “kavram” ve “karakteri” bu tanımın temel bir parçası olacaktır. Derrida’nın terimleriyle, kendi kişiliği, onu ne kadar endişeli veya huzursuz yaparsa yapsın, kamusal alana koyduğu her şeyin bir izi olarak düşünülmelidir.

Daha geniş bir ölçekte, kitle iletişim araçlarının modern ortamı, herhangi bir entelektüelin sözlerinin ve öğretilerinin adını ve karakterini beraberinde sürüklemesini kaçınılmaz kılıyor. Derrida’nın (2002), halkın gözünden ilk keşfi olsa da filme verilen tepki, bu zamanda yazar, metin ve izleyicinin ne kadar kontrol edilemez bir şekilde bağlantılı olduğunu gösteriyor. Tartışmalı ve bölücü tavrı sayesinde Derrida, artık yapısökümden ayrı bir varlık olarak görülebilir ancak ikisi inkar edilemez bir şekilde 20. yüzyılın sonraki aşamalarında birlikte dile düştüler.

Lamont’un (1987) sözleriyle:

“Derrida, çalışmalarını küçülen bir felsefe kamuoyundan ziyade halihazırda oluşturulmuş kamuya yönlendirerek entelektüel piyasanın yapısından yararlandı… Kültürel medya, Derrida’nın çalışmalarını geniş bir kitleye yaymada merkezi bir role sahipti.”

Derrida’nın ismine eklenen kötü şöhret ve popülerlik, dilbilim, hukuk ve siyasette bir hareket olarak yapısökümün büyüklüğü düşünüldüğünde pek de şaşırtıcı değildir. Yazar Antonio Calcagno (2009),  “Yazar Derrida, sosyal ve politik sorularla belirli bir şekilde başa çıkmak için ilham verdi ve ilham vermeye devam ediyor” der. Burada bir kez daha Derrida’nın, yaratılışının hareketiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu görebiliriz. Derrida’nın ve benzerlerinin deneyimlerinin bize gösterdiğine göre, o meşgul (engage) kişiliğini yanında taşımadan bir entelektüel olarak kamusal alana girmek mümkün değildir. Yazarın ve eserin dinamiği, bir entelektüelin rolünde temeldir, Calcagno’nun belirttiği gibi, önem “sadece Derrida’nın söylediği değil, Derrida’nın kendisinin söylediğidir” (Calcagno: 2009).

Entelektüeller nihayetinde kendi metinlerine sahip olma sorumluluğundan kaçamazlar. Sözleri sonsuza kadar yazar olarak onlara bağlıdır ve bu nedenle her türlü büyük önem ve halk şöhreti hem yazara hem de esere aittir. Bu, kendi içinde, yapısökümün vaat ettiği kadar politik bir önem taşır. Derrida’nın çalışması yalnızca dünya siyasetinin yapılarını değil, aynı zamanda kurbanı olduğu “otoriter siyaseti” de (Calcagno: 2009) yıktı. Jacques Derrida, röportajda bahsettiği imajıyla sürdürdüğü “uyum karmaşası”na rağmen, entelektüel sorumluluğunun bir parçası olarak, ister metinsel ister görsel ister fiziksel yollarla kamusal alana girmesine izin vermek zorunda kalmıştır. Lamont (1987), Derrida’nın üslubunun “tekellüfsüz zevk” olarak görüldüğünü hatırlatır ancak bu röportajda görüldüğü gibi entelektüeller kontrol edemeyecekleri bir görevi kabul etmeleri gereken bir noktaya gelirler.

Rory Macnair

Çeviren: Hasan Yükselten

Kaynak: https://intellectualsandthemedia.org/2019/12/06/derrida-engaged-intellectual-elusive-author/

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir