Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Facebook Kuşağına Göre Bir Felsefeci: Rousseau

Facebook Kuşağına Göre Bir Felsefeci: Rousseau

J-J. Rousseau, kendi tarzıyla hayatlarımızı hiçbir şey saklamadan açıkça yaşamamız gerektiği düşüncesinin yani Facebook’un felsefi atasıydı.

Theodore Dalrymple

Çeviren: Duygu Aydemir

Şöyle yazmıştı:  “İşte buradayım! Artık dünyada yapayalnızım; kardeşsiz, arkadaşsız ya da komşusuz. Bana eş olarak sadece kendim varım. İnsanların en sosyal ve sevgi dolu olanı, sözbirliğiyle toplumdan sürüldü.’’

Bu anlarda Rousseau, son eseri Yalnız Gezenin Düşleri’nin başlangıcındaydı ki bu eserin “kendine acıma çağı”nın kurucu belgesi olduğu söylenebilir: Ondan sonrakiler merhametten o kadar yoksun mu ki kendine bile acımıyor?

Rousseau’nun doğumunun yüzüncü yılı geçti. Bir saatçinin oğlu olarak  Cenevre’de 28 Haziran 1712’de doğdu.  (Birisi size alaycı bir şekilde üç büyük İsviçreli’den birinin adını istediğinde bunu hatırlayın!).  2 Temmuz 1778’de Fransa’nın Erménonville kentinde öldü.

68 yıllık yaşamıyla tüm zamanların en etkili, en iyi ve en açık düşünürlerinden – söylemeye bile gerek yok –  biri oldu. Onun yolu gerçekten dikkat çekiciydi ve çalışmaları hala tutkulu tartışmalara yol açıyor. Örneğin o bir liberter miydi yoksa yeni başlamış bir totaliter miydi? Rousseau hakkında kimse tarafsız değil. Hiç kimsenin onun hakkında “Bir yandan öyle, öte yandan böyle!” dediğini duymadım.

İlk tutkusu müzikti ve ilk yayını, Fransız Bilimler Akademisine sunduğu yeni bir müzik notası sistemiydi. Daha sonra modern müzik üzerine bir tez yayınladı. Diderot’nun Büyük Ansiklopedisine müzik alanında makaleler yazdı. Aslında Paris Operasında sahnelenen bir operayı, The Village Soothsayer’ı oluşturdu. Ama elbette esas olarak hatırlanması, saygı duyulması ya da kötülenmesi onun felsefi düşünceleri içindir. Tarih ve toplum üzerindeki derin etkisinin, söylediklerinin doğruluğunun ya da onu takip eden insanlar için yararının bir sonucu olup olmadığı sorgulanabilir.

Birisi örneğin, “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur!” diyen Toplum Sözleşmesi‘nin giriş sözlerini okuduğunda, “Tanrım! Bu doğru! Bunu daha önce hiç düşünmedim” diye mi düşünür yoksa “Davranışlarımdaki rahatsız edici ve özgürce seçmemi engelleyen tüm kısıtlamalardan keşke kurtulmuş olsaydım!’’ diye mi düşünür?

Rousseau o kadar çelişkiliydi ki ondan ne aldığımız, ona olduğu kadar bize de bağlıydı. O bizim arzularımız için bir çeşit aydınlatıcıdır. Demokratlar, toplumun egemenliğini “genel irade” kavramında görüyorlar; hevesli diktatörlerin, sayısal çoğunluğunkinden daha az olan, kişisel iradeden bağımsız, yarı mistik bir varlığı somutlaştırdıklarına inandıkları ve Rousseau’nun esinlendiği şeydi bu.

Rousseau, Original Sin (İlk Günah) kavramını tersine çevirdiği şekliyle gerçekten bir devrimciydi. Ondan önceki düşünürlerin çoğu için soru, insanın kötü ya da kusurlu doğasıyla nasıl iyi biri olacağı iken Rousseau için soru, “doğal iyilik” göz önüne alındığında, İnsan’ın nasıl kötüye gittiğiydi (cevabı toplumdu). Tam olarak Doğa’ya bir geri dönüş olduğuna inanmamıştı fakat İnsan’ı doğal iyiliğine geri getirmek için politik araçlar aramıştı. Şahsen, Rousseau’nun bu konuda feci şekilde yanıldığını düşünüyorum. Benim düşünceme göre, İnsan’daki kötülüğün sınırlanması, iyilik arayışından çıkarlar doğrultusunda daha az önemli ve daha az kötüdür.

Rousseau aynı zamanda, “Gerçek Ben Psikolojisi”nin yani insan dıştan nasıl davranırsa davransın her birimizin özünün masum ve günahsız olduğu düşüncesinin farkında olmadan öncüsü olmuştur. İç çekirdek, Gerçek Ben, iyidir. Öfkesini yitiren, yalan söyleyen “Epifenomenal Ben- Zahiri Benlik”, için, çok fazla yediği vb. şeylerin dış etkilerinin sonucu olduğu söylenebilir. Bu şekilde bir ahlaksızlık canavarı kendi yüksek fikrini muhafaza edebilir ve ahlaksızlığını sürdürmeye devam edebilir. İlk kez Rousseau’nun gözlemlediği şey şuydu: İnsanın yapabileceği herhangi bir şey onu doğal iyilikten mahrum edebilir.

Gizlenme, J-J’nin yersiz korkularından biri olan iki yüzlülüğün hem nedeni hem de belirtisi olduğu için, Jean-Jacques aynı zamanda, kendi tarzıyla hayatlarımızı hiçbir şey saklamadan açıkça yaşamamız gerektiği düşüncesinin, yani Facebook’un felsefi atasıydı. İtiraflarına kendini kutlayan bir tarzda başlıyor:

“İşte, tam da aslına uygun, bütün gerçekliğiyle çizilmiş bir insan portresi! Bunun bir eşi yapılmıştır ne de büyük ihtimalle bundan sonra yapılabilecektir.”

Portre son derece ilginçtir çünkü Rousseau, hataları ne olursa olsun, son derece ilginç bir adamdı.

Sorun şu ki, bütün insanlar eşit doğmuş olsalar da hepsi aynı derecede ilgi çekici değildir. Bu yüzden günah çıkarma modu herkese uymaz. Ayrıca, Jean Jacques Rousseau hakkında en traji-komik olan şey kendisi hakkında yüzlerce sayfa yazmış olmasına rağmen kendini tanımıyor olmasıydı. Tanıdığı neredeyse herkesle tartıştı hatta Paris’te Le bon David olarak bilinen, dünya tarihindeki en kıymetli insanlardan biri olan filozof David Hume’u mutlak bir öfkeye boğdu. Yine de bir zamanlar Rousseau’nun asla düşünmediği bir şey şuydu: “Belki de suçlu onlar değil, belki de benim.”

Böylece bu en büyüleyici adam, kendini incelemeden kendini ifade eden modern ahlaklarımızın en tipik yaratıcısıydı.

Kaynak: https://www.telegraph.co.uk/936617.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir