Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. İlkel Bir Dürtü: Hayatta Kalmak

İlkel Bir Dürtü: Hayatta Kalmak

 

Hayatta kalmak için her şeyi yapar mısınız?

Elif Akçay

Elbette, hiç düşünmeden evet cevabını verenler olacaktır fakat acaba insan artık vazgeçmenin, belki ölmenin, yaşamaktan daha iyi bir seçenek olduğu duruma düşse tercihi ne olurdu? Bu soruları düşünmemi sağlayan Kamboçya’da kayaların arasına düşüp 4 gün boyunca mahsur kalan Sum Bora’nın haberiydi. Bir mağarada gübre olarak da kullanılabilen  yarasa dışkısı toplayan Bora, düşen el fenerini almak için iki kayanın arasındaki boşluğa sıkışıyor. Susuz ve yiyeceksiz geçen 4 gün sonunda 200 kurtarma  görevlisinin, 10 saat süren uğraşıyla kurtarılıyor. Khmer Times gazetesinde yayımlanan videoda konuşan Bora, “Hayatta kalma umudumu kaybetmiştim. Yanımda bir bıçak olsaydı kendimi öldürürdüm” diyor.

Hayatta kalma mücadelelerinin anlatıldığı; vahşi ormanlar, yırtıcı hayvanlar, dağlar, karanlık mağaralar ve kimi zaman da katillere karşı kazanılan ya da kaybedilen birçok film var.
Varlığı sürdürmek, hayatta kalmak en güçlü içgüdülerden biri çünkü ve bu konu işlendiğinde sahneler can alıcı olabiliyor.
Kayalıklar, saatlerce hatta günlerce mahsur kalmak ve umudun tükenmesinde ise en tanıdık ve benzer geleni, eğer izlediyseniz yaşanmış bir olaya dayanan “127 Saat” filmi.

Filme ismini veren 127 saatlik esaret, genç dağcı Aron Ralston’ın kimseye haber vermeden çıktığı yolculuğunda Utah yakınlarında, Moab bölgesinde büyük bir kaya parçasının arasına sıkışmasıyla başlıyor. 5 gün boyunca kolu kayaya sıkışmış bir şekilde aç ve susuz kalan Aaron, hayatta kalmak için elinden geleni yapıyor. Başarıyor mu fazla ayrıntı vermeyeceğim çünkü izlemeyenler için izlense iyi olur filmlerinden.
Herhalde insanın yaşama duyduğu açlık ve sevgi bu direncin, gücün kaynağı. Ama anlayamadığım umudu tüketen o son anda bile vazgeçen ve vazgeçmeyen arasındaki fark.

Bora’nın hayatı  sonlandırabilmek için sahip olmayı istediği bıçak, bir başkasının elinde yahut yakınında olsa kurtulmak için belki bir ya da birkaç uzvunu feda eder yahut günlerce kayaları
şekillendirirdi. Durumun vahametini gösterebilmek için ölüm kelimesini kullanmış olabilir, gerçekten sahip olsa, dürtülere teslim, yaşamak için her yolu denerdi belki.
Doğa ve zaman, yaşam karşısında bu gibi durumlarda fazlaca acımasız olabiliyor. Entropiye karşı varlığı sürdürme çabası ne kadar tasarrufu göze alır? Meydan okumayı kazanmak için her durumun kendine göre şartları da olacaktır.

Var olmanın hazzını ölüm içgüdüsünden kaynaklanan güdülere tercih edenler yaşama zaferini kazanıyor, diyebilir miyiz acaba?
Freud’a göre; hepimizin hayata karşı bir içgüdüsü olur. İçgüdülerin yaradılıştan olan evrensel dürtü ve his olduklarını düşünen Freud, birçok insanın bu düşüncelere de karşı çıkabildiğini savunur. Ona göre herkesin içgüdüsü vardır ve bunlar doğal olarak ortaya çıkar. Bizi yaşam veya ölüm içgüdüsüne dönüştürecek dışarıdan bir şeye ihtiyacımız yoktur çünkü güdüler, insanlarda doğal olarak gelişen şeylerdir. Maslow ise ihtiyaçlar hiyerarşisiyle insanın yaşama istencini görselleştirir. Schopenhauer, yaşama isteği olanlar ölümden korkmamalıdır der çünkü istekleri onları yönlendirir. Hayatta kalma şansının asla yokmuş gibi göründüğü durumlarda bile insan bir umut bulabilir mi acaba?

Viktor Frankl toplama kamplarında yaşarken insanın anlamlandırma çabasını düşünmüş, daha sonra buna “logoterapi” adını vermiştir. Logoterapi, Yunanca logos (anlam) ve terapi sözcüklerinin birleşmesinden meydana geliyor. Yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsayar. Frankl, insanın düşünebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek, göğüs gerebileceğini söyler. Ancak kişinin hayata asılması için, yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni,uğruna yaşayacak bir şeyi olması gerekir.” Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için, kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelir. Bir insan, acı çekmenin kaderi olduğunu gördüğü zaman, acısını kendi görevi olarak kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu onun tek ve eşsiz görevidir. Acı çekerken bile evrende eşsiz ve yalnız olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalacaktır. Biz tutuklular için bu düşünceler gerçeklikten uzak spekülasyonlar değildi. Bunlar, bize yararı olabilecek tek düşüncelerdi. Bunlar, hayatta kalma şansımız asla yokmuş gibi göründüğü zamanlarda bile bizi umutsuzluktan korumuştur.”(Viktor E. Frankl- İnsanın Anlam Arayışı)

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir