Ölümünüz hakkında hiçbir şey bilmek istemiyorsanız, bu yazıyı sürpriz kaçıran bir uyarı olarak kabul edebilirsiniz.
- Yüzyıllar boyunca kültürler, bu korkunç gizemi tanınır kılmak için ölümü karakterize etti.
- Modern bilim, biyolojik süreçlerini ifşa ederek ölümün gizemini çözdü, ancak geriye birçok soru kaldı.
- Ölümü incelemek, acımasız bir kaderin hastalıklı bir hatırlatıcısı olmak değil, yaşayanların yaşamlarını iyileştirmenin bir yoludur[1].
Siyah pelerin. Tırpan. İskelet Sırıtışı. Ölüm Meleği. Bunlar, Batı toplumunda ölümün klasik görünümüdür, ancak tek değildir. Eski toplumlar ölümü sayısız şekilde karakterize etmiştir. Yunan mitolojisinde kanatlı kıskaç Thanatos vardır. İskandinav mitolojisinde kasvetli ve münzevi Hel, Hindu geleneklerinde ise çılgın süslü Kral Yama bulunur.
Modern bilim, ölümü kişileştirmeden, yaşayanları ölülerden ayıran karmaşık bir biyolojik ve fiziksel süreçler modelini keşfetmek için ölümün üzerindeki gizemi kaldırdı. Ancak bu keşiflerin ortaya çıkmasıyla, ölüm bazı yönlerden daha yabancı hale geldi.
- Öldükten Sonra Bilinciniz Hala Açık!
Çoğumuz ölümün uykuya dalmak gibi olacağını hayal ederiz. Başın ağırlaşır. Gözlerin titrer ve nazikçe kapanır. Son bir nefes ve ardından… ışıklar söner. Kulağa çok hoş geliyor, değil mi? Ne yazık ki bu süreç, o kadar da hızlı olmayabilir.
NYU Langone Tıp Merkezi’ndeki yoğun bakım ve resüsitasyon araştırmaları direktörü Dr. Sam Parnia, ölümü araştırmakta ve biz ölürken bilincimizin etrafta dolaştığını öne sümektedir. Bunun nedeni, klinik ölümden sonra yaklaşık 20 saniye boyunca serebral kortekste (beynin bilinçli, düşünen kısmı) ateşlenen beyin dalgalarıdır.
Laboratuvar fareleri üzerinde yapılan araştırmalar, beynin ölümden sonraki anlarda aktiviteyle dalgalandığını ve bunun da uyandırılmış ve aşırı uyanık bir duruma neden olduğunu göstermiştir. İnsanlarda bu tür durumlar meydana gelirse bu, beynin ölümün erken aşamalarında berrak bir bilinç sürdürdüğünün kanıtı olabilir. Ayrıca, ölümün eşiğinden döndürülen hastaların, teknik olarak ölü oldukları sırada meydana gelen olayları nasıl hatırladıklarını da açıklayabilir.
Ama geriye dönüş yoksa neden ölüm deneyimini çalışalım?
“Aynı şekilde, bir grup araştırmacı, örneğin insanın ‘aşk’ deneyiminin niteliksel doğasını inceliyor olabilir. İnsanların ölümden döndüklerinde deneyimledikleri özellikleri tam olarak anlamaya çalışıyoruz, çünkü bunun, öldüğümüzde hepimizin yaşayacağı evrensel deneyimi yansıtacağını düşünüyoruz” şeklinde konuştu Dr. Parnia, WordsSideKick.com’a.
- Zombi Beyinleri Az Çok Canlıdır
Yakın zamanda Yale Tıp Okulu’nda araştırmacılar yakındaki bir mezbahadan 32 adet ölü domuz beyni satın aldı. Hayır, bu mafya tarzı bir gözdağı taktiği değildi. Beyinlere fizyolojik bir diriliş verme umuduyla ısmarlanmışlardı.
Araştırmacılar beyinleri BrainEx adlı yapay bir perfüzyon sistemine bağladılar. Bu, kan akışını taklit eden, hareketsiz dokulara oksijen ve besin getiren bir çözelti pompaladı. Bu sistem beyinleri canlandırdı ve bazı hücrelerini ölümden 36 saat sonra bile “canlı” tuttu. Hücreler şekerleri tüketti ve metabolize etti. Beynin bağışıklık sistemleri bile devreye girdi. Hatta bazı örnekler elektrik sinyallerini bile taşıyabiliyordu.
Araştırmacılar Zombili Hayvan Çiftliği’ni hedeflemedikleri için, solüsyona bilinci temsil eden nöral aktivitenin gerçekleşmesini engelleyen kimyasalları dahil ettiler. Gerçek hedefleri, beyni ve hücresel işlevlerini daha uzun ve kapsamlı bir şekilde incelememize yardımcı olacak bir teknoloji tasarlamaktı. Bununla beyin yaralanmaları ve nörodejeneratif durumlar için yeni tedaviler geliştirebiliriz.
- Bedeninizin Bir Parçası için Ölüm Son Değil
Ölümden sonra hayat vardır. Hayır, bilim ölümden sonraki yaşama veya ruhun ağırlığının ne kadar olduğuna dair kanıt bulamadı. Ama genlerimiz biz öldükten sonra da işleyişine devam ediyor.
Royal Society’nin Açık Biyoloji’sinde yayımlanan bir araştırma, ölü farelerde ve zebra balıklarında gen ifadesini inceledi. Araştırmacılar, gen ifadesinin kademeli olarak azaldığından veya tamamen durduğundan emin değildi. Buldukları şey onları şaşırttı. Binden fazla gen öldükten sonra daha aktif hale gelmişti. Bazı durumlarda, bu yükselen gen ifadeleri dört güne kadar devam etti.
Washington Üniversitesi’nde araştırma yazarı ve mikrobiyoloji profesörü olan Peter Noble, Newsweek’e ‘Bunu beklemiyorduk’ şeklinde konuştu.
[Ölüm zamanından] 24 saat sonra bir örnek aldığınızı ve genlerin transkriptlerinin gerçekten bol miktarda arttığını hayal edebiliyor musunuz? Bu bir sürprizdi.
Gen ifadesi, stres ve bağışıklık tepkilerinin yanı sıra gelişimsel genler için de gösterilmiştir. Noble ve ortak yazarları, bunun vücudun “adım adım kapanma” sürecine girdiğini gösterdiğini öne sürmekteler. Yani omurgalılar aynı anda değil, kademeli olarak ölüyorlar.
- Enerjiniz Yaşıyor
Genlerimiz bile sonunda solacak ve olduğumuz her şey çamur haline gelecektir. Böyle bir unutulmayı cesaret kırıcı buluyor musunuz? Yalnız değilsiniz ama bir parçanızın ölümünden çok sonra da devam edeceği gerçeğiyle teselli bulabilirsiniz. Bu sizin enerjiniz.
Termodinamiğin birinci yasasına göre tüm yaşama güç veren enerji devam eder ve asla yok edilemez. Dönüştürülür. Komedyen ve fizikçi Aaron Freeman’ın “Bir Fizikçiden Övgü” adlı eserinde açıkladığı gibi:
“Fizikçinin ağlayan annene termodinamiğin birinci yasasını, evrende hiçbir enerjinin yaratılmadığını ve hiçbirinin yok edilmediğini hatırlatmasını istiyorsun. Annenizin tüm enerjinizin, her titreşiminizin, her Btu ısınızın, sevgili çocuğu olan her parçacığın her dalgasının bu dünyada onunla kaldığını bilmesini istiyorsunuz. Fizikçinin ağlayan babanıza, kozmosun enerjileri arasında, elinden gelenin en iyisini verdiğini söylemesini istiyorsunuz.”
- Ölüme Yakın Deneyimler Uç Rüyalar Olabilir
Ölüme yakın deneyimler çeşitli tarzlarda ortaya çıkar. Bazı insanlar vücutlarının üzerinde dolaşır. Bazıları doğaüstü bir dünyaya gider ve geçmiş akrabalarıyla tanışır. Diğerleri klasik karanlık tünel-parlak ışık senaryosunun tadını çıkarır. Hepsinin ortak bir yanı var: Neler olduğunu bilmiyoruz.
Neurology’de yayınlanan bir araştırma, ölüme yakın deneyimlerin bir tür uyku-uyanıklık durumundan kaynaklandığını öne sürüyor. Ölüme yakın deneyimler yaşayanlar ile yaşamayanları karşılaştırdı. Araştırmacılar, ölüme yakın deneyimlere sahip kişilerin, uykunun uyanık bilince girdiği durumlar olan REM müdahalelerine maruz kalma olasılıklarının daha yüksek olduğunu buldular.
Kentucky Üniversitesi profesörü ve çalışmanın baş yazarı Kevin Nelson, BBC’ye verdiği demeçte “Ölüme yakın deneyimleri olan kişiler, onları REM müdahalesine yatkın hale getiren bir uyarılma sistemine sahip olabilir”dedi.
Çalışmanın sınırlamaları olduğunu belirtmekte fayda var. Her grupta sadece 55 katılımcıyla görüşüldü ve sonuçlar anekdotsal kanıtlara dayandı. Bunlar, ölüme yakın deneyimlerin incelenmesindeki temel zorlukları vurgular. Bu tür deneyimler nadir ve kontrollü bir ortamda teşvik edilemez (Böyle bir teklif, herhangi bir etik kurul için büyük bir tehlike işareti olacaktır.)
Sonuç, pek çok yoruma açık olan kıt veriler, ancak ruhun ölüm sonrası bir karmaşadan zevk alması pek olası değil. Bir deneyde, 1000 hastane odasındaki yüksek raflara resimler yerleştirildi. Bu görüntüler sadece ruhu bedenden ayrılan ve geri dönen insanlar tarafından görülebilirdi. Hiçbir kalp krizi geçiren ve kurtulan kişi görüntüleri gördüğünü bildirmedi. Sonra hem, etten zincirlerini koparmayı başarırlarsa, ilgilenmeleri gereken daha acil meseleleri olabilirdi.
6) Hayvanlar Ölülerin Yasını Tutabilir
Bu hâlâ kesin olmamakla birlikte görgü tanıklarının ifadeleri cevabın “evet” olabileceğini göstermektedir.
Saha araştırmacıları, ölen canlının aynı aile sürüsüne ait olmasa bile, fillerin ölülerle birlikte kaldığına tanık oldu. Bu gözlem, araştırmacıların fillerin ölüme “genelleştirilmiş bir tepki” verdiği sonucuna varmalarına neden oldu. Yunusların da kendi türlerinin ölen üyelerini koruduğu görülmüştür. Üstelik şempanzeler, ölülerle tımar gibi sosyal rutinleri sürdürürler.
Soyut düşünce gerektiren insan benzeri anma ritüelleri gerçekleştiren başka hiçbir tür gözlemlenmemiştir, ancak bu olaylar hayvanların benzersiz bir ölüm anlayışına ve tepkisine sahip olduğunu göstermektedir.
Jason Goldman’ın BBC’de yazdığı gibi, “Türümüze özgü yaşamın her alanına dair diğer hayvanlarla paylaşılan yüzlerce yaşam var. Kendi duygularımızı hayvanlara yansıtmaktan kaçınmak ne kadar önemliyse, aynı zamanda kaçınılmaz bir şekilde kendimiz de hayvan olduğumuzu hatırlamalıyız.”
7) Ölüleri İlk Kim Gömdü?
Antropolog Donald Brown, insan kültürlerini inceledi ve her biri tarafından paylaşılan yüzlerce özellik keşfetti. Bunlar arasında, her kültürün ölüleri onurlandırmak ve yas tutmak için kendi yolu vardı.
Ama ilk kimdi? Atalarımızın soyundan insanlar mı yoksa başka bir hominin mi? Bu zor bir cevap çünkü tarih öncesi geçmişimizin sisi içinde gizleniyor. Ancak bir adayımız var: Homo naledi.
Bu soyu tükenmiş hominin birkaç fosili, Güney Afrika’daki Cradle of Humankind Rising Star Mağara sistemindeki bir mağara odasında keşfedildi. Odaya erişmek için yukarı tırmanmak, biraz sıkı tutunmak ve çok emeklemek gerekiyordu. Bu, araştırmacıları bu kadar çok kişinin tesadüfen oraya girme ihtimalinin düşük olduğu inancına yöneltti. Ayrıca mağaralar gibi jeolojik tuzakları da hariç tuttular. Görünüşe göre kasıtlı yerleşim göz önüne alındığında, bazıları odanın bir Homo naledi mezarlığı olarak hizmet ettiği sonucuna vardı. Diğerleri o kadar emin değildi ve bu soruyu kesin olarak cevaplayabilmemiz için daha fazla kanıt gerekiyordu.
8) Yürüyen Ceset Sendromu
Çoğumuz için yaşam ve ölüm arasındaki çizgi keskindir. Hayattayız; bu yüzden ölmedik. Bu, pek çok kişinin hafife aldığı bir kavram ancak bunu bu kadar zahmetsizce düşünebildiğimiz için şükretmeliyiz.
Cotard sendromundan mustarip insanlar, bu ayrımı o kadar net görmezler. Bu nadir durum ilk olarak 1882’de Dr. Jules Cotard tarafından tanımlanmıştır ve öldüklerine, vücutlarının bir kısmının eksik olduğuna veya ruhlarını kaybettiğine inanan insanları tanımlar. Bu nihilist kuruntu, yaygın bir umutsuzluk, sağlık ihlali ve dış gerçeklikle başa çıkmadaki zorluk duygusuyla kendini gösterir.
Bir vakada, 53 yaşında Cotard sendromlu Filipinli bir kadın, çürüyen balık gibi koktuğuna inandı ve kendi türünün yanında olabilmek için morga getirilmek istedi. Neyse ki, bir antipsikotik ve antidepresan tedavisi durumunu iyileştirdi. Bu tür zayıflatıcı zihinsel bozukluğu olan diğer kişilerin de uygun tedavi ile düzeldiği bilinmektedir.
9) Saç ve Tırnaklar Öldükten Sonra Uzamaya Devam Ediyor Mu?
Hayır. Bu bir efsane ve biyolojik bir dayanağı var.
Saç ve tırnakların ölümden sonra uzamamasının nedeni, yeni hücrelerin üretilememesidir. Glikoz, hücre bölünmesini besler ve hücreler, glikozu hücresel enerjiye bölmek için oksijene ihtiyaç duyar. Ölüm, vücudun bunlardan birini alma edimine son verir.
Ayrıca su alımını sonlandırarak dehidrasyona neden olur. Bir cesedin derisi kurudukça, tırnaklarından ayrılır (daha uzun görünmelerini sağlar) ve yüzün etrafından çekilir (ölü bir adamın yüzüne kirli sakal görünümü verir). Bir cesedi mezardan çıkaracak kadar şanssız olan biri, bu değişiklikleri kolaylıkla uzama işaretleri olarak görebilir.
İlginç bir şekilde, ölüm sonrası saç ve tırnak uzaması, vampirler ve gecenin diğer yaratıkları hakkındaki bilgileri fişteklemiştir. Atalarımız taze cesetleri kazıp ağız çevresinde saç büyümesi ve kan lekeleri (doğal kan birikmesinin sonucu) bulduğunda, akılları doğal olarak ölümsüzlüğe gitmiştir.
Ölümsüz olmak bugün endişelenmemiz gereken bir şey değil tabii beyninizi Yale Tıp Okulu’na bağışlamadığınız sürece.
10) Neden Ölüyoruz?
110 yaşına kadar yaşayan, süper asırlık olarak adlandırılan insanlar, nadir görülen bir türdür. 120 yaşına kadar yaşayanlar hala daha nadir. Kayıtlara geçen en uzun yaşayan insan, şaşırtıcı bir şekilde 122 yıl yaşayan Fransız bir kadın olan Jeanne Calment idi.
Ama neden ölüyoruz? Spiritüel ve varoluşsal tepkileri bir kenara bırakırsak basit cevap, doğanın bizimle belli bir noktadan sonra işinin bittiğidir.
Hayattaki başarı, evrimsel olarak konuşursak, kişinin genlerini yavrulara aktarmaktır. Bu nedenle çoğu tür, doğurgan günleri sona erdikten kısa bir süre sonra ölür. Somon, yumurtalarını döllemek için akıntıya karşı yüzdükten kısa bir süre sonra ölür. Onlar için üreme tek yönlü bir yolculuktur.
İnsan biraz farklıdır. Gençlerimize büyük yatırım yapıyoruz, bu nedenle ana baba olarak daha uzun bir ömre ihtiyacımız var. Ancak insan, doğurgan yaşamını yılların gerisinde bırakır. Bu uzatılmış yaşam süresi, torunlara (genlerimizi paylaşan) zaman, bakım ve kaynak yatırmamıza olanak tanır. Bu büyükanne etkisi olarak bilinir.
Ama büyükanne ve büyükbabalar bu kadar faydalıysa, neden üst sınır 100 küsur yıl olarak belirlendi? Çünkü evrimimiz bunun ötesinde uzun ömürlülüğe yatırım yapmadı.
Sinir hücreleri çoğalmaz, beyin küçülür, kalpler zayıflar ve ölürüz. Evrimin daha uzun süre takılmamıza ihtiyacı olsaydı, belki bu öldürme anahtarları ayıklanırdı, ancak bildiğimiz şekliyle evrim, uyumlu yaşamı desteklemek için ölümü gerektirir. Ancak bu yaşta, çocuklarımızın büyükanne ve büyükbaba yıllarına kendilerinin girmeleri muhtemeldir ve genlerimiz sonraki nesillerde de korunmaya devam edecektir.
Yazar: Kevın Dickinson
Çeviri: Duygu Aydemir
Kaynak: Bigthink
Çevirmen Notları:
Ölmek sözcüğündeki öl-fiili, Ercilasun’a göre “yükselmek” anlamındaki ör- ve ön- fiilleri ile “göğe yükselen, uçan ruh” anlamındaki “öz” kelimesi; “yükselmek, havalanmak” anlamındaki farazi bir *ö- fiiline dayandırılmaktadır (Ercilasun 2002: 47-48). Ö- fiili, Altay Türkçesinde, öl-, öltür-, öltüril-, öltürt-, öltürüş, öltüreçi “katil” şeklindeki türevleriyle temsil edilmektedir. Eski Türkçede ölüm için “uçmak” ile ilgili olan “kergek bolmak” sözcüğü de kullanılmaktadır. Ayrıntı için bkz. ERCİLASUN, Ahmet Bican 2006; “Türkçede Öl- Fiili Üzerine”, Makaleler (Dil-Tarih-Destan-Edebiyat), Akçağ Yayınları, Ankara. TUNA, Osman Nedim 1960; “Köktürk Yazıtlarında Ölüm Kavramı İle İlgili Kelimeler Ve Kergek Bol- Deyiminin İzahı” Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara.
- Türkçe “ölüm” sözcüğünün ilk geçtiği ilk yazılı metin [ Irk Bitig (900 yılından önce) : sub içipän yaş yipän ölümdä ozmiş [su içip ot yeyip ölümden kurtulmuş] ] cümlesidir.
[1] Nitekim ölüm, tam olarak bir yok oluş meselesi olamayacak kadar muazzam bir olaydır. Ölüm, bedeni insan ediminden kurtarıp doğaya geri bırakan ve onunla özdeşleştiren bir süreçtir. Bedeni en küçük yapı parçasına kadar parçalayan süreç, bunları suyla, havayla ve toprakla buluşturan kutsal bir andır (ç.n)