Sophos Akademi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Uygulamalı Felsefe
  4. »
  5. Son 10 Yılda Feminizm Üzerine Yazılmış En İyi 10 Türkçe Makale

Son 10 Yılda Feminizm Üzerine Yazılmış En İyi 10 Türkçe Makale

Yasemin Yüksel, Sophos Akademi okurları için feminizm üzerine yazılmış en iyi 10 Türkçe makaleyi derledi ve özetledi. Makale tanıtım ve özetleri aşağıdaki sıralamaya göre verilmiştir.

  1. Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri – Gün Taş (2016)
  2. Kadına Tahakküm ya da Eril Usun Tavırları – Şevki Işıklı (2014)
  3. Çokuz ama Yokuz: Türkiye’deki Akademisyen Kadınlar Üzerine Bir Analiz – Burcu Şentürk (2015)
  4. Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak – Gül Aktaş (2013)
  5. Modernleşme ve Kadın – Emel Zeliha Cihan (2018)
  6. Feminist Akımlarda Aile – H. Nihat Güneş (2018)
  7. Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Edebi Metinlerde Kadın Gerçekliği – Aziz Şeker (2019)
  8. Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” Eserine Feminist Bir Yaklaşım – Emine Topkara (2016)
  9. Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Teorileri Bağlamında Türkiye’deki Reklam Filmleri ve Popüler Müzik Videoları – Şeyma Ersoy Çak (2010)
  10. Ekolojik Yaklaşımlı Feminizm/Ekofeminizm Üzerine Genel bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihi Süreci ve Türleri – Hacı Özdemir – Duygu Aydemir (2019)

 

Makale 1

Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri

Yazar: Gün Taş / Tarih: 2016

Feminizmin tarihine ve gelişim süreçlerine ışık tutan bu makalede 3 dalga şeklinde ele aldığımız feminist akımlarının neler olduğunu açıklığa kavuşturulmuş ve önemli feministlerin isimleri toplanmıştır. Aydınlanma dönemi sonrası doğan feminizm kavramının başlangıcı, kadınların eşitsizliklere ve toplumsal rollerine karşı bir savaş içerisinde oluşuyla gerçekleşmiştir. 19. yüzyıldan itibaren süren bu savaş içerisinde erkeklerle eşit statü, haklar ve özgürlüklere kavuşmak vardır. Feminizm kavramı belirli bir yaşam düşüncesini, idealini ifade etmektedir. İlk olarak İngiltere’de doğan feminizm olgusu, akademik olarak bir alan olmasına katkı sağlayan “Kadın Haklarının Savunusu” eseriyle literatürde yerini almıştır.

Bu akademik yazı, Marry Wollstonecraft, Bell Hooks, Elizabeth Cady Stanton, Simon de Beauvoir, Josephine Donovan gibi meşhur yazar, feminist ve aktivist isimleri barındırırken feminizm kelimesinin anlamını da onlar tarafından okuyucuya aktarmaktadır. Ayrıca, yazar tarafından birinci, ikinci ve üçüncü dalga feminizmin doğuşlarını irdelenirken özellikle ikinci dalga feminizmdeki yanlış algılara bir tepki olarak doğan üçüncü dalga feminizmin üzerinde durulmakta ve “Feminist Teori”de Donovan’ın üçüncü dalga feminist akımda feministlerin postmodernist olduğunu belirttiği görülmektedir. Feminizmin tanımı ve tarihi üzerine açıklayıcı bir dille yazılmış olan bu makaleden şu kısmı paylaşmak isterim: “Feminizm, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı tavır alan, kamu ve özel bütün alanlarda kadınların maruz kaldığı baskıların ve denetimlerin ortadan kaldırılmasının gerekliliğini savunan ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların meşru haklarına ulaşmada mücadele eden bir yaklaşımdır” (TAŞ, 2016).

Makale 2

Kadına Tahakküm ya da Eril Usun Tavırları

Yazar: Şevki Işıklı / Tarih: 2014

Post modern bakış açısının kuvvetle temellendirildiği bu makalede toplumsal cinsiyet açısından kadının ikincil durumu, eril us yani erkek zihninin oluşturduğu dünya çapında bakılmıştır ve pek çok kadın feministin de düşünceleri yer alırken cinsiyet probleminde eril us tarafından tahakküm altında kalan LGBT konseptine de değinilmiştir. Kadın sorunu, günümüzde artık bir insan sorununa dönüşmüştür. Temelinde eril usun baskı altına aldığı pek çok alan artık toplumsal bir şekilde kadının ikincil konuma dönüşmesine sebep olurken ikili karşıtlıklar dizgisi altında “kadın veya erkek” olma tanımı üzerinde durularak cinsiyet açıklamalarıyla olgu genişletilmiştir. Epistemolojik ve ontolojik tartışmalarla açıklanmakta olan kadın sorununun temellerine inildiğinde felsefik yaklaşım ve modern bilimin içerisindeki düşünürlerin de kadına olan bakış açılarına örnekler verilmiştir.

Kadına şiddet ve kadının aile içindeki rolü, kadının nesneleştirilerek tahakkümünün eril us tarafından nasıl inşa edildiğini anlatmakta olan makalede kadın ve doğa ilişkisi kurulmuştur. Ayrıca kadının kendisini nesne olarak görmesinin de perspektifi makalede yer almaktadır. Genel olarak kadının eril us tarafından kontrol altına alınan baskıcı tutumlarına tarihsel bir ışık tutan bu akademik yazıda ilk insan Âdem ve Havva’ya dayanan mitlerde geçen Havva’nın Adem’den yaratılış hikayesi de -erkeğin kadından doğmasının dayanılmaz düşüncesini örtülemekte olan hikaye- kadının o zamandan beri eşitlik mücadelesini verdiğini açıklar niteliktedir. Toparlayıcı ve açıklayıcı bir cümle olmasından kaynaklı makaleden bu şekilde bir alıntı yapmak doğru olacaktır:

“Toplumsal cinsiyet, eşitliğe değil, eşitsizliklere gönderme yapan dolaysız bir göstergedir. Psikolojik, fizyolojik veya biyolojik değil, psiko-sosyal, kültürel, pedagojik ve antropolojik durumları refere eder. Cinsiyet rolleri, bu yüzden biyolojik farklılıklara göre değil, kültürel unsurlara göre şekillenir” (IŞIKLI, 2014).

Makale 3

Çokuz ama Yokuz: Türkiye’deki Akademisyen Kadınlar Üzerine Bir Analiz

Yazar: Burcu Şentürk / Tarih: 2015

Akademik hayatta var olan kadınların Türkiye genelindeki varlığına değinen ve Türkiye’deki üniversitelerde yapılan araştırmaların derlendiği bu makalede toplumsal cinsiyet rolü ve cinsiyetçi iş bölümü kavramları ışığında kadınlar ve akademik hayat dinamiği bir araya getirilmiştir. Türkiye özelinde yapılmış olan araştırmalar sonucundaki bu akademik yazıda kadınların üniversitelerde okuma oranlarının akademik ölçüdeki iş hayatlarına da olumlu sonuçlar gösterdiği belirtilerek Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’ne 1932 – 1933 öğretim yılında muallim kadrosuna ilk kadın akademisyenin alınmasıyla Türkiye’de kadınların üniversitelerde akademisyen olarak çalışmaya başladığı (ŞENTÜRK, 2015) bilgisi yazıda önemle belirtilmekte ve kadınların akademiye girişinin tarihsel gelişimi değerlendirilerek yazıda eğitim-kadın konusu yer almaktadır. Kadınların akademide yükselişlerinin özellikle Türkiye’de oldukça olumlu göründüğü belirtilirken yapılan çalışmalar sonucunda ne yazık ki kadınların bölümlere dağılımları (erkek ve kadın bölüm dağılımı uçurumu) ve kadının akademik hiyerarşide alt sıralarda oluşu da henüz bu alanda da cinsiyetçi faktörlerin aşılmadığını gözler önüne sermektedir.

“Kadınların bilimsel üretimde görünür olması elbette önemli, ancak bu durum ne yazık ki toplumun ataerkil yapısının akademide de devam etmesini, akademideki iş bölümünün cinsiyetçi olmasını engelleyemiyor” (ŞENTÜRK, 2015).

Ayrıca kadınlarla beraber yapılan bir araştırma sonucunda kadının gündelik hayata dair olan sorumluluk ve “kadın olma rolü”nden kaynaklanan olumsuzluklar akademideki yükselişinin de önünde bir engel olarak var olmaktadır. “Kadınların eğitim düzeyi, statüsü, çalışma yaşamına katılım oranı, geliri, içinde bulunduğu sınıfsal konumları gibi etkenler kadının ev içindeki geleneksel rolünü dönüştürmeye yetmemektedir” (ŞENTÜRK, 2015).

Yapılmış olan araştırmalar sonucunda araştırma görevlisi kadın oranının yüksekliği ise gelecek için üniversitelerdeki akademik kadroda parlayacak yeni bir kapı olabilir şeklinde de umutlu bir son bulunmaktadır.

Makale 4

Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak

Yazar: Gül Aktaş / Tarih: 2013

Kadın olgusunun incelendiği, kadının farklı toplumsal yapılarda, kültürel tanımlamalarla sosyal ve kişisel kimlik oluşumunun bağlantısının kurulduğu ve feminist söylemlerin kadına ilişkin farklı bakış açılarının incelendiği bu araştırma yazısında feminizmin kadının sosyal ortamlardaki kimlik dönüşümündeki önemine atıfta bulunulmuştur. Özellikle, egemen ataerkil yapı karşısında kadının kendi özerkliğini ne kadar inşa edebildiği konusu da farklı feminist tartışmalar ışığında tartışılmıştır. Kadın ve “ev” ortamı üzerinde durarak, ev ortamının cinsiyet eşitsizliğini üreten bir alan olarak tanımlayan yazar ailenin, kadının kendi kimliğini belirlemesinde kilit bir rol oynadığını belirtmiştir. Aynı zamanda kadın-erkek rollerinin ev içerisindeki kız ve erkek çocuk için cinsiyetçi roller yaratılmasında etkileyici bir faktör olduğunun da üzerinde durulmuştur. Bu konu hakkında yazar, şu şekilde ifadelerle konuya açıklık getirmiştir: “Kadın için gerçekleştirilecek söz konusu köklü dönüşüm için aile alanından yani ev içinden başlamak gerekir. Özgürlüklerin kazanılması, hakların elde edilmesi ve demokratikleşme için özel alandan hareket edilmeli ancak kamusal alanda önemli bir boyut oluşturmalıdır” (AKTAŞ, 2013).

Makalede “Bir insanın kendini “öteki”ne göre tanımladığı ötekinden ayrılma ve ötekinin karşısında belli bir insan grubuyla özdeşleşerek güç oluşturma ihtiyacı duyduğu her yerde kimlik sorunu var demektir.” diyerek kültürel tanımlamalar bağlamında kadının kimlik inşasının önemi de belirtilmiştir. Ve eklenmiştir: “[…] kadın ve erkeklerin kimliklerini, toplumdaki duruşunu belirlemede, aile ve sosyal kurumların kadına ve erkeğe yönelik kimlik tanımlamaları etkili olmaktadır” (AKTAŞ, 2013).

Feminist hareketler detaylı bir şekilde Liberalizm, Marksizim, Radikalizm, Varoluşçuluk, Kültür gibi düşünce akımları ve kavramları boyunca açıklanmış, Mary Wollstonecraft’ın ismi ve çalışmaları bu akademik makale içerisinde yer almış ve Nancy Chodorow, Simon de Beauvoir, Julia Kristeva, Judith Butler gibi feminist, yazar ve düşünürlerin kadın kavramı üzerine fikirleri belirtilmiştir.

Yazar, bu akademik yazısında kadınların kimlik inşalarında toplumsal düzen içerisinde nasıl bir durumda olduklarını açıklayıcı bir şekilde dile getirmiştir: “[…] kadın ve erkekler biyolojik farklılıklardan ziyade düşünen ve akıl ile donatılmış varlıklar oldukları için eşit yasal haklara sahiptir. Onlar, toplumsal inşa sürecinde kendilerine verilen anlamları dönüştürebilme, kendi anlam sistemlerini kurabilme ve tahakküm-boyun eğme ikilemini sorgulama yetisine sahip bireylerdir” (AKTAŞ, 2013). Ve feminizmi tanımlayarak makalenin önemli detayını şu şekilde bağlamıştır:

“[F]eminizm, kadın kimliği yönünde siyasal ve kültürel bir dönüşüm hareketidir” (AKTAŞ, 2013).

Makale 5

Modernleşme ve Kadın

Yazar: Emel Zeliha Cihan / Tarih: 2018

Modernleşme döneminin kadınlara etkilerini incelemekte olan bu makalede modernizm kavramı ve tarihsel süreci açıklamış, Türk modernleşmesini ve Türk kadınına etkisi incelenmiştir. Modernleşme kavramını Batı dünyasının aydınlanma döneminde başlayan hayatı, insanı ve doğayı akıl merkezli yeniden tanımlama süreci olarak tanımlayan yazar modernizmin her alanı etkilediğini savunarak toplumsal ve siyasal yaşamda kadını da etkilediğini belirtmiştir. “Batılılaşma ile Türk kültürünün kadına vermiş olduğu annelik vasfı, geleneksel aile modeli yıkılmış kadın adeta sömürü kaynağı haline gelmiştir. Modernleşmeyle birlikte kadınlar çalışma hayatına daha fazla katılmış kadın evden dışarı çıkmıştır. Kadının gündelik hayattan sosyal yaşama, mutfak kültürüne, zevklerine, eğlence anlayışına, aile yaşamına kadar tüm yaşamı kısaca hayata bakış açısı değişmiştir” (CİHAN, 2018) şeklindeki açıklamasıyla genel ölçüde kadının modernleşme sürecindeki etkisini de dile getirmiştir.

Modernleşmeyi Batılılaşma olarak adlandırmamız yanlış olmayacaktır. Bu noktada Batı, yani Avrupa, kadın hakları konusunda önemli bir konuma sahiptir. “1938 yılından sonra kadın lehine bazı hükümler getirilmiştir. Sürekli zulüm ve aşağılanmaya maruz bırakılmanın sonucu Feminizm hareketi ilk defa Fransa’da ortaya çıktı” ve böylelikle kadınların kitlesel olarak tarih sahnesine çıkmaları ilk kez Fransız Devrimi’yle gerçekleşmiştir (CİHAN, 2018).

Ayrıca kadın hareketleri olarak belirtebileceğimiz feminizm kavramı da, kadınların modern hayatın bütün alanlarına erkekle eşit olarak katılabilmelerini savunduğu ve modern dünyanın “özgür” bireyleri olmalarını engelleyen sosyal kısıtlamalara, geleneğin zincirlerine karşı mücadele ettiği için modernist bir harekettir (CİHAN, 2018) şeklinde feminizm ve modernizmi buluşturan bir akademik yazıdır.

Makale 6

Feminist Akımlarda Aile

Yazar: H. Nihat Güneş / Tarih: 2018

Ataerkil düzenin tekrardan üretildiği bir alan olan ve devletin en küçük birimi olarak adlandırabileceğimiz aile kurumunun feminist teoriler bakımından incelenmesini içeren bu akademik makalede feminizmin aile kurumuna tamamen karşı olup olmadığı sorusunun cevabı aranmaktadır. “Feminist düşünceye göre kadın, bir toplumsal cinsiyet kategorisi olarak, sadece aileyi meydana getirmez, aynı zamanda aile tarafından meydana getirilir” (GÜNEŞ, 2018). Yazar, ailenin kadın ve erkek için farklı ideolojik ve pratik sorumluluklar yüklediğini belirtirken şunları ekler: “…aile kurumuna yönelik sorgulama, kadınla, daha doğrusu, kadınlığın sorgulanmasıyla başlamıştır. Yaklaşık iki yüz yıllık bir geçmişe sahip feminist hareketlerin temel itiraz noktası; aileyi meydana getiren üyeler arasındaki eşitsizlik durumu olmuştur.”

Bu akademik yazıda farklı feminist akımlar tarafından kadın ve aileyi ortak paydaya alan yaklaşımlar incelenirken Liberal, Kültürel ve Sosyalist feminizm incelenerek her birinin tarihsel sürecinde aile yapısı konu edilmiştir. Liberal Feminizmden bahsederken yazar, Mary Wollstonecraft ve diğer düşünürlerin (Grimke, Stanton, Taylor gibi) girişimci tutumlarıyla bağlantı kurmuş ve liberal feminizmin kadının ezilmişliğini ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorununu aile kurumundan bağımsız bir değerlendirmeye tabi tuttuğunu belirtmiştir. Kültürel Feminizmin temellerini ise Margaret Fuller’a dayandıran yazar kültürel feminizm açısından aile kurumunu sadece kadın değil, aynı zamanda çocuğu, erkeği ve bir bütün olarak toplumu daha iyi bir deneyimden mahrum bırakan yapı işlevi gördüğünü belirtir. Ve ekler: “Kültürel feminizmin aile için öngördüğü değişim, ataerkil düzen için öngördüğü değişimin anahtarı niteliğindedir” (GÜNEŞ, 2018). Sosyalist feminizmin ise Marksist feminizmin içinde geliştiğini söyleyerek kadının üretim süreçleri ve bununla ilişkisinden hareketle ev içi üretiminin kadının mevcut konumu üzerine etkisini ve sonuçlarını ilgilendiğini belirtmiştir.

Yazar, sonuç olarak üç farklı feminist akım ve kadın-aile ilişkilerinin özümsenmesiyle şu noktaya varmıştır: “[…] yerleşik aile kurumunun toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın ezilmişliği üzerinde önemli bir payının olduğu fikri aşikardır. Bu bağlamda, her üç akım da aile kurumunun, kadın lehine bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu noktasında birleşmektedir. Bu perspektiften bakıldığında feminist düşüncenin, aile kurumu üzerinde yıkıcı değil yapıcı bir etkisinin olacağı görülebilir” (GÜNEŞ, 2018).

Makale 7

Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Edebi Metinlerde Kadın Gerçekliği

Yazar: Aziz Şeker / Tarih: 2019

Çeşitli dönemlerdeki edebi eserleri toplumsal cinsiyet boyutuyla inceleyen bu makale, genel çerçeveyle feminist edebiyat eleştirisine dayandırılarak kadın kimliğinin dünyadaki ve Türkiye’deki edebi eserlerde nasıl inşa edildiğini araştırmaktadır. “[…]edebî kavrayış yeterliliğinin aynı zamanda sosyolojik bir düşünüş ve feminist eleştiri duyarlılığıyla desteklenmiş olması gerekir” diyen yazar sosyolojik bilgiyi içeren feminist edebiyat eleştirisinin, toplumsal cinsiyet üzerine yapılan araştırmalarla paralel giden bir gelişme içerisinde olduğunu görmekteyiz, diyerek eklemede bulunur. Özellikle edebi eserler arasından romana bakılmasının çağın sanatını uydurma değil de gerçek bir çerçeve içinden görebilmek için her şeyden önce, o çağın toplumsal koşullarını, akımlarını ve çelişmelerini, sınıf ilişkilerini ve çatışmalarını, bunların sonucu olan dinsel, düşünsel ve siyasal düşünceleri incelememiz gerektiği yönünde yol gösterici olabilmektedir (ŞEKER, 2019).

Antik Yunan kaynaklarda kadınların yerinin önem teşkil ettiğine dair kanıtlar sunan yazar, bu makalede bütün bilginlerin çıktığı ilk yer olan Sümer’de Gılgamış Destanı üzerinden hareketle tanrıça örneklerini belirtmektedir. Ayrıca Doğu edebiyatına da değinen yazar İran, Fas, Endülüs, Mısır ve Arap toplumlarındaki edebi eserlerde kadının toplumsal konumunun birçok eserde farklılık göstermesine rağmen yine ataerkil toplum şeklinde ikincil duruma itildiğini de açıklamıştır. Türk edebiyatına gelindiğinde ise şu ifadeleri kullanmıştır: “Türk romanında kadın, oryantalizmin Doğulu kalıplarına uygun bir biçimde, içe dönük, sessiz, eğitimsiz, eğitimli olsa da edilgen, kararsız, kaderine boyun eğmiş, evine kapalı, alınıp satılan, çaresiz bir toplumsal durumda işlenmektedir. Kendine yabancılaşmış, sahipsiz kadın bedeni gönüllü olarak her türlü talana açıktır. Büyüleyici Doğu romantizminin temeli budur” (ŞEKER, 2019). Batı eserlerinde ise cadı yaftalamalarıyla kadınlara verilen cezalardan bahsedilmiştir.

Bu akademik makalede pek çok eserde kadının varlığı ve kadına yüklenen sıfatlarla anlatılmış olan cinsiyetçi ayrımcılık özellikle Batı ve Türk romanlarından alıntılarla zenginleştirilerek anlatılmıştır. Yazarın son eklemesi ise umut vadeden bir görüş içermektedir: “[…]feminist edebiyat eleştirisi yaklaşımıyla edebî metinlerin toplumsal cinsiyet bakımından ele alınmasının ortaya çıkardığı sosyolojik duyarlılığın, edebiyatın özgürleşerek gelişmesine katkı sağlamakla kalmadığını, okurun ve toplumun demokratikleşmesine de olumlu yansımalarının olacağını değerlendirmekteyiz” (ŞEKER, 2019).

Makale 8

Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” Eserine Feminist Bir Yaklaşım

Yazar: Emine Topkara / Tarih: 2016

Türkiye’de 1990’lı yıllarda düşünce ve fikirleriyle feminizmin gelişiminde etkili olan Duygu Asena ve eserleriyle beraber edebi kişiliğinin incelendiği bu makalede feminist edebiyat eleştirisi kuramının ortaya çıkış sürecinden bahsedilerek Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” eseri feminist açıdan değerlendirilmiştir. “1987 yılında yayınlanan Duygu Asena’nın ilk kitabı Kadının Adı Yok, “cinsellik, kadın erkek eşitliği, ataerkillik, feminizm ve kadının iğdiş edilmesi” gibi konulara değindiği için feminizm açısından önemli bir kitaptır.” (TOPKARA, 2016)

Yazılmış olan bu akademik yazının içeriği ve amacı Duygu Asena’nın eserindeki karakterlerin feminizm ile olan ilişkilerini ve yaşamlarındaki feminist düşünceleri anlayabilmektedir. Yazar, bu araştırma konusunu üç bölüme ayırmıştır; bunlar: Duygu Asena’nın Hayatı, Feminist Edebiyat Kuramı ve Eleştirisi ve en uzun kısım olan Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok eserine feminist bir yaklaşımdır.

“Kadının Adı Yok” diyerek aslında kadını var eden bir kişi olan Duygu Asena 60 yıllık hayatına 8 kitap sığdırmıştır. Yazar, Duygu Asena’nın eserlerini daha iyi anlamak için kişiliğini bilmek gerektiğini belirterek kişiliği ve hayatı ile eserleri arasında bir ilişki olduğu düşüncesiyle Duygu Asena’nın hayatına dair birçok bilgi verdikten sonra eserine feminist bir açıdan yaklaşmaktadır. Ayrıca, Duygu Asena’nın “ne anlattığın kadar nasıl anlattığın da önemli” felsefesini benimsediğini belirten yazarın aslında Türkiye’de çok satmış olan bu kitap ve dilinin sadeliğiyle feminizmi “FEMİNİZM” demeden anlatışı da makalenin alt mesajında okuyucuya verilmiştir.

Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok eserini incelerken yazar incelikli bir şekilde şu konular üzerinde durmuştur: “annelik, anne-kız ilişkileri, cinsiyet, cinsellik, varoluş mücadelesi, benlik/ötekilik, ezen/ezilen, varlık/ yokluk gibi ikilemler, iğdiş etme, bekâret, aldatma, özel ve kamusal alan, varoluş, özgürlük ve eşitlik, kavram olarak kadın ve erkek”. Son olarak yazar, “Kadının Adı Yok” kitabını ve feminizmi harmanlayarak ele aldığı bu araştırma yazısını en güzel şekilde şu cümlelerle özetlemiştir:

“Ataerkil toplumlarda feminizm erkek düşmanlığı olarak görülür. Bir kadının feminist olduğunu söylemesi büyük cesaret gerektirir; çünkü feministler toplum tarafından yadırganır. Duygu Asena, kitaplarının yasaklanmasına, hakkında bir sürü karalama kampanyası başlatılmasına ve insanlar tarafından dışlanmasına rağmen hiçbir zaman feminist olduğunu saklamamış ve girdiği her ortamda feminist olduğunu açık yüreklilikle söylemiştir. Feminizm, eril düzende ezilen kadınların erkeklerle eşit olmak için verdikleri bir mücadeledir. Kadınlar sosyal, ekonomik, eğitim ve siyasal alanda erkeklere sağlanan haklardan yararlanamadıkları için kadın hareketlerini başlatmıştır. Kadın hareketi bir eşitlik ve özgürlük hareketidir” (TOPKARA, 2016).

Makale 9

Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Teorileri Bağlamında Türkiye’deki Reklam Filmleri ve Popüler Müzik Videoları

Yazar: Şeyma Ersoy Çak / Tarih: 2010

“Feminizm ve toplumsal cinsiyet teorileri, cinsiyet kavramından yola çıkarak, ırk, sınıf, kültür, din, millet gibi diğer önemli sosyo-kültürel ayrımları ve farklılıkları içermektedir.” (ÇAK, 2010) diyen yazar, bu akademik yazıda cinsiyet rollerinin medyaya ve popüler kültüre yansımasını değinmekte; feminist ve cinsiyet teorilerini inceleyerek kadın ve erkeğin medyadaki konumlarını araştırmaktadır. Kitle iletişim araçlarının kültür endüstrisi içerisindeki rolü hiç şüphesiz ki kontrol etmek istediği kitleleri manipüle ederek bilinçlerini biçimlendirmektir. Tüketim toplumunun oluşumunda ise reklam pastasının payı apaçık ortadadır. Reklamların yanı sıra popüler müzik videoları da kitleleri farklı açılardan etkileyen bir unsurdur. Bu makalede, kültür endüstrisi bağlamında popüler müzik ve reklamların içerisine yerleştirilmiş olan belli kodlarla kadın ve erkek rollerinin toplumsal cinsiyet açısından konumlandırılışları incelenmiştir.

Yazar, makalesinde kadının içinde bulunduğu reklamlarda kullandığı şu cümlelerin altını çizmektedir: “Vücudun formda, saçların dolgun olmalı”, “Başarılı olmak için çok çalışmalısın”, Erkeğin desteğini arkana almalısın”, “Ne yaparsan yap, erkeklerden geride olmayı kabul etmelisin”, Erkeği memnun etmelisin” Bunların yalnızca reklamlarda değil, aynı zamanda diziler, dergiler ve farklı televizyon programlarında da rastlanan mesajlar olduğunu belirtmiştir. Türkiye’de yapılmış olan pek çok reklam filmi örnekleriyle genişletilmiş olan makalede aslında toplumun gözünden kaçmış olan birçok unsur feminist eleştiri bağlamında değerlendirilmiştir.

Reklam filmlerinin yanı sıra popüler müzik videolarında kadın vücudu bir arzu nesnesi olarak yansıtılarak bedeni ile var olan kadın imajı kuvvetlendirilmektedir. Erkeklerin konumu ise bunun tam ters bir yapılandırmaya sahiptir (ÇAK, 2010). Türk pop müziğinin video klipleri üzerinden birçok örneklendirmeye gidilerek kadın veya erkek sanatçı fark etmeksizin kadının bedensel faaliyeti üzerinden pazarlama yapıldığının da altı çizilmiştir. Ayrıca yazar, makalesinde bu önemli detaya da değinmiştir: “Çoğunlukla medyadaki üreticilerin erkek olması ve üretimlerin erkek egemen sistem içerisinde, erkek dili oluşturulması da medyada kadının temsili üzerinden cinsiyetçiliğin üretiminin bir göstergesidir” (ÇAK, 2010).

Varılan sonuçta ise yazar bizimle düşüncelerini şu cümlelerle paylaşmaktadır:

“Reklam filmlerinde ve müzik videolarının genelinde rastlanan en önemli kodlama “heteroseksüel” yapı üzerinde temellenmesidir. Kadına ve erkeğe yüklenen çeşitli konumlandırma ve yapıların medyada yer alış biçimine göre televizyon reklamlarında ve müzik videolarında olmak üzere çeşitli toplumsal cinsiyet kalıplarına rastlanmıştır. Medyanın içerisinde bulunduğu sektöre göre değişen kalıp yargılar olduğu gözlemlenmiştir” (ÇAK, 2010).

Makale 10

Ekolojik Yaklaşımlı Feminizm/Ekofeminizm Üzerine Genel bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihi Süreci ve Türleri

Yazar: Hacı Özdemir – Duygu Aydemir / Tarih: 2019

Feminist yaklaşımlardan üçüncü dalga feminizmde doğup gelişen ve dördüncü dalgada da gelişimine devam eden ekofeminizmin var oluşu, tarihi ve analizi üzerine kavramları barındıran bu makale, dördüncü dalga feminizmde internet ve teknolojiyle bütünleşerek kadın ve çevre sorununa çözüm arayan ekofeministleri örnekleyerek anlatmaktadır.

Feminist ideolojinin doğuşuna ve tarihine değinen makalede özellikle birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü dalga feminizme vurgu yapılırken Mary Wollstonecraft ve Josephine Donovan gibi isimlerden bahsedilerek feminizm tanımlamaları ve dalgalar arası geçişlerdeki değişimler üzerine durulmuştur. Feminist dalgalar içerisinde ekofeminizmin konumunu, tarihini, kavramsal boyutunu ele alarak ekofeminist yaklaşımları açıklamakta olan yazarlar ekofeminizmin 1970’lerden itibaren filizlendiğini ve 1980’li yıllarda yüksek sesle tartışılan bir konu haline geldiğini açıklamaktadırlar. “Kadın-doğa ilişkisi gelişmiş ülkelerde ideolojik olarak irdelenirken gelişmekte olan ülkelerde kadınların ve diğer grupların maddi olarak var olma mücadelesine dönüşmüştür” (ÖZDEMİR, 2019).

Kadının doğa ile olan ilişkisine tarihsel bir perspektiften bakan bu araştırma yazasında Antik Yunan ve Klasik Felsefe çerçevesinde filozofların düşüncelerine yer verilerek erkeğin kadından üstün olduğu olgusunun temellerinin Pisagorcu düşünceye dayandığı belirtilmektedir.

“Ekofeminizm, feminizmin mücadele ettiği cinsiyetçi anlayışla mücadele ederken doğa ve çevre sorunlarının da çözümü için uğraşarak feminizmi ve çevreci anlayışı aynı potada birleştirmektedir” şeklinde açıklama yapılan bu makalede yazarlar, feminizm ile ekolojik yaklaşımların ortak noktalarını da okuyucuyla paylaşmaktadırlar. Ayrıca, ekofeminizmin kendi içinde de farklı yaklaşımlar barındırmakta olduğu açıklanarak Liberal, Kültürel, Sosyalist, Marksist ve Radikal ekofeminist ideolojiler makalede detaylıca işlenmiştir.

Feminizmi anlamak birçok farklı ideolojiye de ışık tutabilmek açısından büyük önem taşımaktadır. Bu makalede ekofeminizmin ne olduğunu kapsamlı bir şekilde açıklamakta olan yazarlar son olarak şu katkılarda bulunmuştur:

“İnsanlık tarihi boyunca kadın ve doğa erkek egemen anlayış tarafından kontrol altına alınmış ve metalaştırılarak sömürülmüştür. Kadın ile doğa, Antik Yunan’dan beri birbiriyle ilişkilendirilerek ele alınmıştır. Kadının bedeni ve emeği ile üretim işlevini görmesi ve doğanın üretim sağlama işlevi eş tutularak bir sömürü aracı hâline getirilmektedir. Birbiriyle bağlantılanan doğa ve kadın, süreç içerisinde maruz kalınan durumlar açısından aynı sorunların merkezinde ve bu sorunlardan olumsuz yönde etkilenen taraf olmaktadır. Söz konusu sorunlar, ataerkil toplum zihniyetinin kadın ve doğaya karşı sahip olduğu tahakküme dayalı anlayış sebebiyle oluşmaktadır” (ÖZDEMİR ve AYDEMİR, 2019).

 

Yasemin YÜKSEL

Kaynakça

  • AKTAŞ, G. (2013). Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 53-72.
  • CİHAN, E. Z. (2018). Modernleşme ve Kadın. Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 269-280.
  • ÇAK, Ş. E. (2010). Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm Teorileri Bağlamında Türkiye’deki Reklam Filmleri ve Popüler Müzik Videoları. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, 101-110.
  • GÜNEŞ, H. N. (2018). Feminist Akımlarda Aile. Social Sciences Research Journal, 142-153.
  • IŞIKLI, Ş. (2014). Kadına Tahakküm ya da Eril Usun Tavırları. Akademik Bakış Dergisi, 1- 31.
  • ŞEKER, A. (2019). Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Edebi Metinlerde Kadın Gerçekliği. Söylem Filoloji Dergisi, 347-359.
  • ŞENTÜRK, B. (2015). Çokuz Ama Yokuz: Türkiye’deki Akademisyen Kadınlar Üzerine Bir Analiz. Vira Verita, 1-22.
  • TAŞ, G. (2016, Mayıs 25). Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri. Akademik Hassasiyetler, s. 163-175.
  • TOPKARA, E. (2016, Haziran). Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” Eserine Feminist Bir Yaklaşım. Çağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, s. 1-83.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir