Feminizm, kadınların Aydınlanma dönemi sonrası özellikle, 18. yüzyıl ve sonrasında toplum içerisinde; sosyal, ekonomik, siyasal, hukuki pek çok alanda erkeklerle aynı haklara sahip olmak adına verdikleri mücadelelerin genel adı olarak tanımlanabilir. Feminizm, temelinde cinsiyet eşitsizliğine karşı verilen mücadeleler vardır. İnsanların, doğduklarında sahip oldukları ve seçemedikleri cinsiyetlerden dolayı bir sorumluluğu ya da farklı birtakım haklara sahip olamayacağını savunur.
Ataerkil olarak düzenlenen toplum yapılarında erkekler, kadınlar üzerinde egemen bir güç olmuşlardır. Zamanın pek çok farklı döneminde istisnaları bulunsa da erkek egemen bir insanlık tarihine sahip olduğumuzu söylememiz çok da yanlış değildir. Feminizm de bu tarihsel süreçteki ayrımcılığa karşı çıkan bir akımdır.
“Feminizmin temel objesi kadındır. Kadının toplumdaki statüsü, kadınların ev içi ve dışındaki rolleri, kadınının ezilmişliği ve sömürüsü, cinsiyet farklılıkları, ataerkil toplum yapısı ve erkek egemen iktidar yaklaşımları ve baskıları geniş ölçekte tartışılan konulardır” (Taş, 2016).
Feminist akımlar; birinci, ikinci ve üçüncü dalga feminizm olarak isimlendirilirler. Birinci dalga feminizm, hukuksal ve siyasal alandaki hakların verilmesi ve iyileştirilmesi için uğraşır. İkinci dalga feminizm, kadına doğuştan verilen cinsiyet rollerine karşı çıkmıştır. Üçüncü dalga feminizm ise, ikinci dalga feminizmin kadınları bir bütün olarak değerlendirip farklıları ortadan kaldırdığını konusunda itirazlarda bulunmuş ve baskın beyaz kadınları merkeze alan anlayışları reddetmiştir (Yükselbaba, 2016). Her bir feminist akımla birlikte kadınlar birtakım haklar elde etmiş olsalar da bu haklar çoğu zaman yarım veya yetersiz kalmıştır. Hukuk alanı da bunlardan biridir. Hukuk alanında son yüzyıllarda pek çok reform yapılsa da bunlar hala yetersizdir. Kadınlara yönelik, onların ihtiyaçlarına cevap verecek ya da sorunlarını çözecek feminist bir hukuk sistemi hala bulunmamaktadır.
Hukuk üzerine çalışmalar yapan birçok feminist kuramcı, hukuk sistemine ve şu anda uygulanmakta olan kurallara güvenmemektedir. Bu güvensizliğin sebeplerini kuramcılar üç farklı başlık altında açıklarlar:
“Birincisi, bilinen hukuk doktrinleri erkeklerin egemen olduğu toplumda erkekler tarafından geliştirilmiştir ve her ne kadar cinsiyetlere karşı nötr gibi görünseler de temel erkek önyargılarını taşırlar.
İkinci olarak kadınların yaşamları erkeklerinkinden çok farklıdır ve bu nedenle erkekler tarafından üretilen kuramlar kadınların somut yaşamlarını karşılamamaktadırlar.
Üçüncü olarak da feminist kuramların gelişmesi kadınların kendi deneyim ve perspektiflerinden üretilmesiyle olacaktır” (Yükselbaba, 2016).
Tarih: Erkek Egemen Kültürler Mezarlığı
Erkekler karar vermiş, yönetmiş, savaşmış, barışmış, fethetmiştir. Birkaç istisna dışında tarihteki bütün gelişmeler erkekler üzerinden gerçekleşmiştir. Kadınlar, tarihin pek çok noktasında görmezlikten gelinmiş ve yok sayılmıştır. Bazı medeniyetlerde isimleri dahi olmamış, insan olarak sınıflandırılmamışlardır.
En köklü medeniyetlerden biri olan Antik Yunan medeniyetinde sadece özgür beyaz erkekler oy kullanma hakkına sahipti. Kadınların oy kullanmak veya kendini ifade etmek gibi hakları yoktu.
Böyle bir ortamda bütün hukuk kuralları ve yasalar, erkekler tarafından oluşturulmuştur. Elbette bu kuralların kadınların hayatına yönelik olarak oluşturulmasını veya kadınların ihtiyaçlarına cevap vermesini bekleyemeyiz. Bu durum bugün de değişmiş değildir.
Erkekler tarafından oluşturulmuş kurallar modern dünyadaki kadınların ihtiyaçlarına ve haklarına paralel bir şekilde oluşturulmamıştır. Kadınların söz hakkı olmadan oluşturulan kanunlar neticesinde, hukuk alanında gerçek anlamda bir çeşitlikten söz edilemez. Hukuk kuralları aynı zamanda bir birey için değil toplum için oluşturulmuş durumdadır. Hukuk kuralları çoğu zaman bireyi veya mağdur durumda olan kadını değil, aileyi korumaya yönelik olduğu için kadınların adalet arayışları çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Böyle bir hukuk sisteminde gerçek anlamda eşitlik aramak veya hukuk sisteminin feminist olmasını beklemek son derece hatalı bir davranıştır.
Yukarıda ikinci sebep olarak gösterilen kadınların hayatlarının farklı olması durumunun, bugün bazı medeniyetlerde azalsa bile tam olarak bittiğini söyleyemeyiz. Özellikle gelişmemiş toplulukların daha kırsal coğrafyalarında kadınlar, ekonomik ve sosyolojik olarak erkeklerden çok başka bir hayat sürmektedir. Erkeklerin ekonomik ve sosyolojik olarak bütün güçleri elinde bulundurduğu bir ortamda kadınların erkeklerle aynı hayatı sürdüğünü veya erkeklerle aynı imkanlara sahip olduklarını söylemek oldukça zor bir durumdur.
Böylesine güç bir durumda zaten erkekler tarafından düzenlenen hukuk kuralları kadınlara karşı tamamen etkisiz ve yardım arayışlarına karşı duyarsız kalacaktır.
Üçüncü gerekçe ise kadınların kendi deneyimleri ile kendi kuramlarını oluşturmaları gerektiğidir. Bir kişi ne kadar empati yeteneğine sahip olursa olsun, asla kendini tam olarak o kişi olarak hayal edemez. Feminist kuramcılarda en temelinde kadınların kendi deneyimlerinden yola çıkarak kuramlar inşa etmesi gerektiğini savunmuşlardır. Yasa koyucu erkekler veya toplum içindeki sıradan erkekler her ne kadar iyi niyetli olsalar bile kendilerini asla tam olarak bir kadını anlayacak, onun yaşadıklarını hissedecek seviyeye getiremezler.
Bu yüzden kadınlar; kendi hayatlarındaki zorlukları, ayrımcılıkları ve hukuk karşısında kaldıkları çaresiz durumlardan yola çıkarak kendileri kuram oluşturmalı ve haklarını da buna göre aramalıdırlar.
“Feminist yaklaşımlar, cinsiyetle ilgili davranışları belirleyen bir kategori olarak kullanılan ‘toplumsal cinsiyet’ kavramı ile kadın ya da erkek kimliklerinin toplumsal kuruluşuna işaret ederler. Cinsiyet, kadın ile erkek arasındaki biyolojik-anatomik farklara işaret ederken, toplumsal cinsiyet cinsel kimliklerin kuruluşunun ve aralarındaki ilişkinin toplumsal ve kültürel olduğuna işaret eder. Toplumsal cinsiyet kavramı içinde cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele, eşitsiz sistemin doğal, tanrısal, biyolojik kökenli olduğunun reddedilmesine ve kadınlık ile erkekliğin toplumsal iktidar ilişkileri yoluyla kurulduğuna yönelik yargılar taşır” (Yükselbaba, 2016).
Toplumsal cinsiyet kavramları, kadın ve erkekliğin, zaman içerisinde bir iktidar mücadelesi olarak ortaya çıktığını ifade eder. Kadınlar, güçsüz, zekâları eksik olarak yorumlanmış ve her zaman arka planda kalmışlardır. Öyle ki çoğu dinde kadın, yarım olarak görülmüştür. Bunun karşısında ise erkekler yönetici, güçlü ve akıllı olarak sınıflandırılmıştır.
Bu sınıflandırma o kadar güçlüdür ki pek çok dile dahi yerleşmiştir. İngilizcede yönetmek anlamına gelen “manage” kelimesinin kökeni, erkek kelimesi olan “man”den gelmektedir. Erkek yöneticidir ve diğerlerini yani kadınları yönetir.
Kurulan hukuk sistemleri sadece kadınları yönetip geri planda tutmakla kalmaz, aynı zamanda kadınların hiçbir ihtiyacına cevap vermeyen bu hukuk sistemleri zaten halihazırda var olan ataerkil sistemin güçlü şekilde devam edebilmesinde ciddi şekilde rol oynar. Kadınlar, hukuk sistemindeki durumlarından ötürü kendilerini birey olarak değil, bir erkeğin kocası, bir çocuğun annesi veya babasının kızı olarak konumlandırırlar. Bu şekilde süren toplumsal ve hukuki düzende, ataerkil sistem güçlü şekilde ayakta kalmaya devam eder.
Böyle bir toplum ve hukuk düzeninde feminist kuramcılar ortaya pek çok farklı hukuk kuramı ortaya atmışlardır. Her biri kadınların hukuk önünde kendilerini nasıl ifade edeceklerini ve hukuk sistemlerinin eşitlikçi bir biçimde nasıl yeniden inşa edileceğini ele almışlardır. Bunlar Liberal, Kültürel, Radikal ve Sosyalist feminist görüşlerdir. Her biri hukuka farklı bir biçimde yaklaşmış ve aynı zamanda eşitlikçi bir hukuk sistemi üzerine düşüncelerini söylemiştir.
Liberalizm, düşünce biçimi gereği, birey özgürlüğünü en üst noktada tutar ve bireyden daha önemli hiçbir şeyin olmadığını söyler. Liberal feminizm de kendini tam olarak bu noktaya koyar. Kadınlığı; aile, eş, anne girdabından alır ve bir birey olarak yeniden inşa eder ve bunun da gerçekleşmesi için hukukun bu şekilde düzenlenmesini istemiştir.
“Bunun gerçekleşmesi için hukuk kadını sınırlandıran ataerkil ve ahlaki düzenlemelerden kurtulmalıdır” (Yükselbaba, 2016).
Liberal feminist kuramcılar, kadınları engelleyen ve ataerkil toplumu besleyen en büyük faktör olarak hukuk kurallarını söylemişlerdir. Kadınlar, hukukun dayattığı ayrımcılık ve sınırlamalardan kurtulmalı ve hukuk kuralları feminist bir şekilde ve birey ön plana alınacak bir şekilde yeniden oluşturulmalıdır. Ancak böyle bir değişim sonucu kadınların, hukuk önünde erkeklerle gerçekten eşit olduğu söylenebilir.
“Liberalizm adına büyük katkılarda bulunmuş olan John Stuart Mill, liberal feminizm kuramının ortaya çıkışından çok önceleri, Kadınların Özgürleşmesi isimli eserinde; artık devrin değiştiğini, boyun eğme ahlakından, gerçek adalet ahlakı zamanına geçilmesi gerektiğini vurgulamıştır” (Mill, 2016 ).
Kültürel Feminizm ise liberal feminizmden farklı bir şekilde olaya yaklaşır:
“Liberal feministlerin aksine kadın ve erkeklerin benzerliklerine dayanarak eşitlik taleplerine vurgu yapmak yerine, kadınlık niteliklerini öne çıkartırlar. Kadınların ‘farklılığı’na dayanan bu yaklaşım, kadınların hamilelik ve annelik gibi deneyimlerinin biricikliğinin anlaşılması için çabalamışlardır” (Yükselbaba, 2016).
Bir eşitlik isteğinden ziyade, farklılıkları ön plana çıkarırlar. Daha önce de bahsettiğimiz gibi hukuk kurallarını koyanlar erkekler, yürüten de erkeklerdir. Böyle bir durumda kadınları anlayacak bir hukuk düzeninden bahsetmek imkansızdır. Kuramcıların da itiraz noktalarından biri olan kadınların yaşamlarının erkeklerden çok farklı olduğu ve erkeklerin kadınları bu noktada anlayamayacağı olduğu için kadınların farklılıklarından yola çıkarak feminist hukuk mücadelesi vermişlerdir. Kadınların biyolojik olarak farklı olmaları ve annelik durumlarının olmasından dolayı bu konular üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Radikal feminizm de kültürel feminizm ile paralel görüşlere sahiptir. Radikal feministler, bir eşitlik arayışından ziyade erkeklerden farklı olan özelliklerinin tanınmasını isterler ve kendilerine slogan olarak Simon De Beuvoir’ın “Kadın doğulmaz olunur” sözünü seçmişlerdir. Zaten yayınlanan ilk Radikal Feminizm eseri de yine Beuvoir’ın yazdığı “İkinci Cinsiyet” kitabıdır (Çakmak, 2016).
Radikal Feministler, hukuk alanında pek çok konuyu gündemlerine almışlardır ve erkek egemen hukuk tarafından tanınmayan bazı konuları da hukuk gündemine dahil etmeye çalışmışlardır (Yükselbaba, 2016). Hukuk kurallarının eril olmasının sonucu olarak salt bir erillikten ayrı olarak, hukukun kadınları dışladığına da dikkat çekmişlerdir.
Sosyalist feminizm ise kadınların hukuk ve toplumdaki ezilişini bir sınıf mücadelesi olarak ele alır ve eleştirilerini de bu doğrultuda yapar.
“Sosyalist feministler kadınların sınıfsal konumunu ve maruz kaldıkları sömürü tarzlarını tartışmada öne çıkarmışlardır. Kadınlar sadece iş yerinde sömürülmemekte, aynı zamanda ev içinde ev işleriyle bir kez daha sömürüye maruz kalmaktadırlar” (Yükselbaba, 2016).
Kadının evi içindeki emekleri görmezden gelinerek bir sorumluluk olarak kadının omuzlarına yüklenir ve karşılığı olmayan dev bir emek ortaya çıkar. Sosyalist feminizme göre kadınlar, aile, özel mülkiyet ve kapitalizm üçgeninde büyük bir sömürüye maruz kalmaktadır.
“Bütün uygar ülkelerde, en ileri olanlarında bile, kadınlar öyle bir konumda bulunuyorlar ki, onlara ev-köleleri demek hiç de gerekçesiz değildir. Hiçbir kapitalist devlet, en özgürü bile kadınların tam hak eşitliğini tanımıyor” (Marks, 2006).
Sosyalist feminizme göre, kadınların sömürüsü kapitalizm üzerinden yapılmaktadır ve bu sömürü sosyalist felsefenin temelindeki gibi sınıfsaldır. Hukuk da bu noktada kapitalizmi koruyan ve var olan bu sömürünün artarak devam etmesini sağlayan araçtır.
Feminizm, toplum içerisinde kadının rolünü erkekle eşit hale getirmek ve cinsiyet rollerine karşı çıkmak için ortaya çıkmıştır. Tarihsel süreç boyunca pek çok farklı feminist düşünce akımı ortaya çıkmış ve her biri farklı konular ve farklı düşünceler üzerinde aynı amaçlara hizmet etmişlerdir. Hukuk kurallarının toplum üzerindeki rolü tartışılmaz bir gerçektir. Hukuk kuralları toplumu düzenler ve kişilere kurumlara belli roller verir. Bu kurallar çoğu zaman geri planda bırakılmış kadınlar için, ayrıştırıcı ve dışlayıcı olmuştur. Birçok farklı feminist kuram da bu kurallara karşı çıkmış ve sorgulamıştır. Feminizm ve eril hukuk en başından beri bir çatışma içerisindedir. Günümüz dünyasında eskiye nazaran feminizm ve hukuk üzerine çok fazla yol alınsa da hala hukukta erkek egemen bir tavır olduğu söylenebilir.
Geçmişten edindiğimiz tecrübelerle belki de gelecekte daha eşitlikçi ve feminist bir hukuk sistemine sahip olabiliriz.
Cenk Narin
Kaynakça
- Yükselbaba, Ülker (2016) Feminist Perspektikten Hukuk, İstanbul Üniversitesi
- Taş, Gün (2016) Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri
- Mill, John Stuart, Kadınların Özgürleşmesi S. 62 Pinhan Yayıncılık 2016 İstanbul
- Marks, Engels, Lenin, Kadın ve Aile S.176 Eriş Yayınları 2006 İstanbul
- Çakmak, Erhan (2016) Radikal Feminizm, Ankara Üniversitesi